Türkiye'de "adı büyük", "satışı küçük" bir yabancı otomobil markası var: Proton. Malezya'da üretilip Türkiye'ye ithal edilen bu otomobilden 1998 yılında 2.800 adet, 1999 yılının ilk 6 ayında 1.382 adet satıldı.
1998 yılında Türkiye'de satılan yerli - yabancı otomobil sayısı 312 bin. 1999 yılının ilk yarısında 51 bini ithal 118 bin otomobil satıldı. Demek ki, toplam satışlar içinde Proton küçççücük bir rakamı ifade ediyor.
Financial Times gazetesinde 27 Mayıs 1999 tarihinde yayımlanan bilgilere göre Malezya'da 1998 yılında 181 bin adet otomobil monte edilmiş / üretilmiş. Aynı yıl Türkiye'de üretilen otomobil sayısı 240 bin. Demek ki, Malezya otomotiv sanayii Türkiye'den büyük bir sanayi değil.
Uluslararası otomotiv sanayii istatistiklerine göre Proton 1998 yılında 81.800 adet otomobil üretmiş. Aynı yıl Türkiye'de Renault 84 bin, Tofaş 75 bin otomobil üretti. Demek ki Proton'un üretim gücü bizim fabrikalardan büyük değil.
O halde acaba nedir bu Proton? International Herald Tribune gazetesinde 7 Temmuz 1998 tarihinde Thomas Fuller'in bir araştırması yayımlandı. Bu araştırmada yer alan bilgilerden yararlanarak sayın
Sayın Ecevit, "tahkim olmazsa yatırım olmaz" diyor.
Anlaşmazlıkların herkese açık mahkemelerde ve hakimler eliyle çözülecek yerde, hakemler aracılığıyla çözümünü öngören anlaşmaya "tahkim" adı veriliyor.
Türkiye'de mevcut uygulamada özel sektörün özel sektör ile, devletin devletlerle ilişkilerinde tahkime bağlı anlaşma yapması mümkündür.
Sorun, devlet ile özel sektör arasındaki anlaşmalarda ve de özellikle "kamu hizmeti" sayılan işlerde tahkim (mahkeme yerine hakeme gitme) şartının konulup konulamayacağıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne mal satan, kredi veren, özelleştirilen kuruluşları satın alan, yap - işlet - devret yolu ile yatırım yapan kişi ve kuruluşlar "devlet ile anlaşmazlıklarında mahkeme yerine hakeme gitmek" istiyor.
Mümtaz Soysal Hoca'nın başında bulunduğu KİGEM (Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Vakfı) ise: "Türk ticaret hukukuyla kabul edilmiş anlaşmazlıkları çözme yollarından biri olan tahkime karşı değil.
Türkiye'de halkın normal bir tüketim eğilimi var. Türkiye'nin milli gelirini 100 kabul edersek, bu 100'ün 65'ini özel sektör (yani halkımız) yüzde 10'unu da kamu (yani devletimiz) tüketir.
Tüketim demek, talep demektir. Talep demek üretim demektir. Üretim refah getirir. İstihdam imkanları sağlar. Yeni iş kapıları açar.
Şimdilerde "piyasada yaprak kıpırdamıyor", "kimse alışveriş yapmıyor" diye çırpınanlar, tüketimin azalmasından yakınanlardır. Halk tüketimini iki şekilde kısar: (1) Ya halk fakirleşmiştir, daha az harcama yapar. (2) Ya da halk gelecek endişesine düştüğünden veya faizin cazibesine kapıldığından tüketimi kısar, para biriktirmeye yönelir.
Türkiye'de 1998 yılından 1999 yılına halk büyük ölçüde fakirleşmediğine göre, eğer tüketimde düşme var ise bunun nedeni halkın gelecek endişesi veya faizin cazibesidir.
Tüketimin düşüp düşmediği ağlamalara, sızlanmalara bakılarak değil, rakamlardan anlaşılır.
Ne yazık ki, Türkiye'de iç piyasada satışları gösteren, piyasadaki değişimi kısa sürede ortaya koyan rakamlar derlenmiyor. Yayımlanmıyor.
Önce iki haber:
(1) Türkiye'de etin kilosu 9.30 dolardan satılırken, et Norveç'te 6.00 dolar, Yunanistan'da 3.40 dolar ve Kuzey Amerika'da 2.00 dolardan satılıyor. Türkiye'de et fiyatları Avrupa'dan 3 kat, Amerika'dan ise 5 kat pahalı.
(2) Türkiye'nin damızlık hayvan ihtiyacı büyük. Çünkü yerli ırklar 500 - 800 kilo arasında süt verirken saf ırklar 6 bin kilo süt veriyor.
Türkiye'de kasaplık ineğin karkas ağırlığı 185 kilo. Halbuki Avrupa'da, Amerika'da en küçük kasaplık hayvan 400 kilo.
Bu iki haberi okuyunca neler düşünürsünüz?
(1) Yazık bu millete! Halkımız ucuz et yesin. Hemen Avrupa'dan ithalata başlayalım. Ucuz ucuz et yiyelim.
Yakınları Uluğbay'ın "fevri hareketlerden kaçınan", her adımını düşünerek, taşınarak atan bir kişi olduğunu söylüyor. Böyle bir kişinin televizyondaki bir habere sinirlendikten sonra çekip silahı kendini öldürmeye kalkması akıl dışı bir senaryodur. Çok büyük boyutta bir olay veya çok büyük boyutta olaylar zinciri Uluğbay'ı intihara itmiş olabilir.
Kim olursa olsun bir kişinin intihara karar verecek ölçüde bunalıma girmesi ve intihar teşebbüsü hem kendisi için, hem ailesi için çok kötü bir şey...
Bu kişi Türkiye ekonomisinden sorumlu bir kişi ise, o zaman kötülük kendisinin ve ailesinin sınırını aşar ve ülke için de kötü, çok kötü bir durum yaratır.
Bakan Uluğbay, devlet ciddiyeti ile tanınmış, tanıyanların namusuna kefil olduğu, adı hiçbir kanun dışı olaya karışmamış pırıl pırıl bir Mülkiyelidir. İntihar teşebbüsünün nedeni Japonya'da ve Avrupa'da daha önce isimleri yolsuzluğa karıştığından intihar eden politikacılarınkinden farklıdır. Japonya'daki ve Avrupa'daki intihar teşebbüslerinin nedeni şahsi sorumluluktur. Uluğbay'ın durumunda böyle bir şey yoktur. Bu nedenle Uluğbay'ın intiharı, ilgili olduğu alanda, konularda Türk
Günümüzde ekmek parasını bulmak zor ama, parasını bulsanız da ekmek bulamıyorsunuz. Ekmek niyetine "un süngeri"ni satıyorlar. Eskiden 1 çuval un 71.5 kg. gelirdi. Yarım paket maya ile hamur hazırlanır, ekmek yapılırdı. Şimdi 1 çuval un 50 kg. geliyor. İçine 7 paket maya, mayadan sonra da isimleri karışık ve bir kısmı Avrupa'da sağlığa zararlı olduğundan yasaklanmış değişik katkı maddeleri boca ediliyor.
Aklına esen fırıncılar da hamurun içine şeker dolduruyor. Günümüzün ekmek fabrikalarında, borunun bir tarafından katkı maddeleriyle un ve su giriyor. Borunun öbür tarafından şişmiş hale gelmiş hamur çıkıyor. Fırının yürüyen bandının üzerinde kızaran "un süngeri" ekmek niyetine piyasaya sürülüyor.
"Fırın kapasiteleri arttı. Un kalitesi düştü. İşçilik pahalılandı. İşçi bulmak zor. Eski usul mayalı ekmeğin 5 - 6 saat maya teknesinde beklemesi gerek. Kim bekleyecek?" Ankara'dan okuyucum Kerim Yıldızel telefonla aradı. Sincan semtinde satılan "Katkısız Ata Ekmeği"nden söz etti. Pınarbaşı Ekmek Fabrikası'nı aradım buldum. Sahibi 42 yaşında Erzurum'un İspir'inden Halim Aksoy. Ailesi yüz yıl önce Rusya'da fırıncılık yapmış. Akrabaları İzmir'de fırın
Sabancı Üniversitesi, İstanbul Kurtköy'deki yepyeni kampüsünde 4 Ekim 1999 günü eğitime başlıyor. Bu yıl 253 şanslı öğrenci Sabancı Üniversitesi'nde eğitim şansına sahip olabilecek. Bunların 200'ü bu yıl ilk bölümü tamamlanan lüks otel çizgisindeki yurtlarda kalabilecek.
Sabancı Üniversitesi yönetimi her öğrenciye okula başlarken bir lap - top (diz - üstü) bilgisayar hediye etmeyi kararlaştırmış.
Üniversitenin yıllık ücreti 7.700 dolar. Öğrencinin maddi durumuna ve de başvurmasına bağlı olmadan her öğrencinin yararlanabileceği otomatik bir burs sistemi var. Üniversite giriş sınavında aldıkları puanlarla ilk 200 arasına giren ve ilk 3 tercihinde Sabancı Üniversitesi'ni işaretleyen öğrencilerden okul ücreti, yurt ücreti ve yemek ücreti alınmayacağı gibi, diğer giderleri de üniversite tarafından karşılanacak.
Sınavlarda 201 - 1000 öğrenci sıralamasına girenlerden okul ücreti ve yurt ücreti alınmayacak. Sıralamada 1001 - 2000 arasında yer alan öğrenciler yıllık öğretim ücretinin yarısını ödeyecek. Yurtlarda bedava kalabilecek.
Not ortalamasını 2.50'nin altına düşürmeyen öğrenciler, üniversite eğitimi süresince burs almaya
Hikmet Uluğbay, tipik bir "Mülkiyeli"dir. Bu tipik "Mülkiyeli"ler kendilerini "devletin bekçisi" sanırlar. Başkaları "devleti acaba biraz daha nasıl soyarız" diye çırpınırken, onlar "devlete sahip çıkma savaşı" verirler.
Önceki hükümette "8 yıllık eğitim"in bütün yükünü Milli Eğitim Bakanı olarak taşıyan Uluğbay'ı getirdiler Hazine'den sorumlu Devlet Bakanlığı koltuğuna oturttular.
Devletin varını yoğunu Uluğbay'a teslim ettiler. Devletten "almaya", devleti "soymaya" alışanların tek muhatabı Uluğbay oldu.
- Memurlar zam istiyor. Memurlara zam verilse bir türlü, verilmese bir türlü.
- İşçiler, emeklilik yaşının yükseltilmesinden huzursuz. Yükseltmek şart.
- Mevduat Sigorta Fonu kapsamındaki bankalar ile ve de mali durumu zayıf bankalarla ilgili sorunlar var. Sorunlu bankaların ilişkili olduğu çevrelerden büyük baskılar var.