Haber, genellikle iktidar yanlısı gazetelerde vardı. CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ, partisinin Van’da düzenlediği ve ağırlıklı olarak Kürt sorununun tartışıldığı toplantıda dile getirilen kimi görüş ve öneriler nedeniyle bir ara çok sinirlenmiş... Kapıyı çarparak toplantıyı terk etmişti.
Şükrü Bey’e bu “olayı” sorduk. Yanıtı:
- Böyle bir olay kesinlikle olmadı...
- İçeride neler konuşuldu?
- Bazı arkadaşlar bir taraftan Anayasal vatandaşlık deyip öte yandan Anayasa’nın 66. maddesindeki “Türk” kelimesinin kaldırılmasını istediler. Anadilde eğitimi savundular. Ben de kendilerine ‘Türk’ kelimesiyle bir ırkın kastedilmediğini... Yüzde 90’ı Türk kökenli olan bir ülkede Türklük kavramının Anayasa’dan çıkarılmasının kabul edilemeyeceğini... Anadilde eğitim konusunda AB’de bile belirli bir standart olmadığını anlattım. AB’de, ‘Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı’ diye bir standart bulunduğunu ancak bunu Danimarka dışında onaylayıp uygulayan ülke olmadığını... İngiltere ve İspanya’nın imzaladığını ama onaylamadığını söyledim. Anadilde “öğretim”e itiraz etmediğimi, ancak “eğitim”i yanlış bulduğumu belirttim. Yapılan bir araştırmaya göre Güneydoğu’daki erkeklerin yüzde 67’si
Sözde AB’ye tam üye olacağız. Sözde uyum müzakereleri sürüyor. Ey ahali, ey okur... Bugün hangi Avrupa ülkesinin hapishanelerinde 50 gazeteci yatıyor? Hangi Avrupa ülkesindeyayın organlarına böylesi baskı var?
Hangisinde doğruları yazan gazeteciler muhalif” sayılıyor? Hangisinde patronların eline muhalifleri tasfiye listeleri sıkıştırılıyor?
Profesör Ülkü Azrak anlatıyor:
“Almanya’nın en büyük haftalık dergisi SPIEGEL, 1962 yılı Ekim ayında yayımladığı bir yazıda, Almanya’nın savunma gücünde çok ciddi zaaflar bulunduğunu bazı veriler ve sayılarla ortaya koymuştu. Bu yayından birkaç gün sonra başsavcının emriyle derginin idarehanesine baskın yapan polis saatlerce arama yaptıktan sonra birçok dosyaya el koyup idarehaneyi de mühürlemiş, yazı işleri müdürü ile genel yayın müdürü tutuklanmıştı. Bu olay Alman Federal Meclisi’nde fırtına koparmış, halk sokaklara dökülerek protesto gösterileri yapmıştı. Savunma Bakanı Franz Joseph Strauss bu demokratik tepkiye dayanamadı, iki hafta sonra istifa etti. Dergiden özür dilendi. Basın özgürlüğü ve demokrasiye darbe sayılan benzer bir olay, bir daha meydana gelmedi.”
Anayasaya aykırı...İdare Hukuku Profesörü Ülkü Azrak diyor ki:
“Odatv’ye
- Neden sıkça Ergenekon haberi yapıyorsunuz?
- Uyarılmanıza rağmen neden yanlış haberler yapıyorsunuz?
- Wikileaks belgeleri ve Mısır haberlerini ne amaçla yaptınız?
- Hâkim ve savcılarla polislerin iftar yemeği haberini ne amaçla yayımladınız?
- Yalçın Küçük’le ne konuştunuz?
Bunlar Beşiktaş savcılarının, Oda TV’nin tutuklanan üç yöneticisine sordukları sorulardan bazıları... Hepsi de mesleğin gündelik çalışmalarına ilişkin. Dün, gazetelerde bu soruları okuyorduk ki, kulağımız, açık olan televizyonumuzdan gelen Başbakan’ın sesine gitti. Aynen şöyle diyordu.
“Oda TV’nin yargılananları yazılarından, düşüncelerinden değil, başka bir eylemlerinden dolayı takip altındalar.”
ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Ricciardone, henüz görevde çok yeni olmasına rağmen Odatv baskını ile ilgili soruları önceki gün kesin ifadelerle yanıtladı:
“Bir taraftan özgür basından söz ediliyor diğer taraftan gazeteciler gözaltına alınıyor, bunu anlamıyoruz...”
Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik başta olmak üzere AKP’li sözcüler Büyükelçiye “İçişlerimize saygılı olun” diye çıkıştılar. Ancak ABD geri adım atmadı tam tersine Washington’dan bastırdı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley’in “Büyükelçimizin sözlerinin arkasındayız” dedikten sonra şu uyarısı önemliydi:
“Türkiye’de gazetecilere muameleler konusundaki gidişattan kaygılarımız var. Bu konuyu genel anlamda Türk hükümeti nezdinde dile getiriyoruz ve yakından izliyoruz”
AKP’nin unuttuğu bir şey vardı; insan hakları konuları konusunda ülkelerin birbirini uyarması çoktandır içişlerine müdahale sayılmıyor. Örneğin AB bu işi çok sık yapıyor.
ABD demokrasi ve insan haklarında daha gevşek davranıyordu neden hassaslaştı, diye sorulursa...
ABD perde önünde demokrat görünüyor arkada kuyumuzu kazmaya devam ediyor, diyen var... ABD’nin yeni Ortadoğu politikası daha demokrat diye düşünen var. Tahminler karışık...
İla
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, önceki gün Hürriyet’te “Uykularım kaçıyor” dedi.. Uykularının neden kaçtığını söylemedi.. Dün de Balyoz’dan yargılanan arkadaşları için gazetemize: “Benim gözümde hepsi tertemiz” diye konuştu, “Eğer bir hataları varsa yargı sürecinde belli olur”...
Balyoz sanıklarının hatası var mı yok mu, bunu Hilmi Paşa’dan daha iyi kim bilebilir?
Peki paşa acaba ne biliyor bu konuda...
Hilmi Paşa 9 ve 11 Nisan 2009’da hem Star hem Milliyet’te:
- Balyoz darbe planıyla ilgili bilgi ve belge var mı?
sorusuna kesin bir dille “Hayır” demişti.
Ancak yine de bu konularda söyleyeceği bir şeyler olduğu izlenimi veriyor.
Gece televizyon kanallarını dolaşınız... Yarıdan çoğu iktidar yanlısı sermayenin sesidir. Ortada yer alan kanallar iktidar baskısı altında bunalmış, denge kuracağım diye ne diyeceğini şaşırmış... Muhalif seslere cesurca yer açan televizyon ve gazetelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor... Onların akıbeti de malum... Kanal B’nin patronu Mehmet Haberal tutuklu, ART Patronu Mustafa Özbek yeni tahliye oldu, Aydınlık Dergisi ve Ulusal Kanal’dan çok sayıda meslektaş içerde, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan hapiste... Onca destekçi yayın organına karşı birkaç muhalif organa hatta bir internet sitesine dahi tahammül yok. Odatv’nin gözaltına alınan sahibi Soner Yalçın:
- AKP seçim startını gözaltı alınmamla vermiştir, diyor...
10 saati aşkın aramalarda Soner Yalçın’ın 15 bin kitabı gözden geçirilmiş, okurken tuttuğu veya kitap yazarken kullanacağı yüzlerce sayfa el yazısı notuna el konulmuş. Yaklaşık 95 CD’si evden götürülmüş...
Haluk Şahin’in dediği gibi...
“Çağdaş demokrasilerde medya ofisleri ve gazeteci evleri basılmaz, hele onların mesleki sırları sayılabilecek belge ve bilgilere dokunulmaz. Gazetecinin notları ‘kutsal’dır. Gazeteci mesleğini yerine getirirken herkesle
Odatv, medyanın susturulup köşeye sıkıştırıldığı şu dönemde özgür ve cesur yayın yapabilen iki - üç yayın organından biriydi... Gazetelere girmeyen her türlü muhalif açıklama, bildiri, yazı orada yer bulabiliyordu. Ayrıca dün ekranlarda iktidarı savunan hukukçuların dediği gibi az izlenen bir internet sitesi değildi. Nitelikli okurun ve aydınların çok sık ziyaret ettiği bir alandı. Wikileaks belgelerini en ayrıntılı şekilde Odatv aktarmıştı. Soner Yalçın bir de televizyon kurmanın hazırlığındaydı ki, kendisi de baskını bu sebebe bağlıyor.
Dün ilk haberlerde operasyonun Zir vadisindeki silah aramasıyla ilgili bir haber üzerine yapıldığı söylendi. Ancak arama kararının tarihi 12 şubatı gösteriyordu. Karar daha önce verilmişti. Peki arama ve gözaltı kararının sebebi neydi? Avukat Hüseyin Ersöz, kuralların aksine, arama kararında “neyin arandığına ilişkin bilgilerin bulunmadığını” anlattı. Odatv’nin dört mensubu Ergenekon örgüt üyeliği ve halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmekle suçlanıyor. Bu suçlamanın inandırıcı olabilmesi için kanıtların bir an önce kamuoyu ile paylaşılması gerekiyor. Nitekim Türkiye Gazeteciler Cemiyeti şu çağrıyı yaptı dün:
“Oda TV’de ve yöneticilerinin
Yargıyı yozlaştırır, siyasi çıkarlarınızın aleti haline getirirseniz hangi sonuçlara varırsınız?
CHP Milletvekili Tayfun İçli dün, Bülent Ecevit’in Arayış dergisinde 1981 yılında yayımlanmış bir yazısını gönderdi... Her şeyi anlatmış Ecevit:
“İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya zulme katlanabilirler; ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa vurabilir.
Toplumda huzur sağlamanın, insan ilişkilerini de yurttaş - devlet ilişkisini de sağlıklı ve düzgün yürütebilmenin başta gelen koşulu adalettir.
Adaletin dayanağı ise, yargı erkinin, yargı organlarının bağımsızlığıdır.
Yargı organları yeterince bağımsız değilse, yargıçlar yeterince güvenceden yoksunsa, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar bile inandırıcı olamaz; halk, adalet inancını, devlete güvenini yitirir.
Adalete inanç ve devlete güven sarsıldıkça da, hakkına razı olmayanlar artar, yargı organları dışında hak arama eğilimleri yaygınlaşır, toplumsal ilişkiler zedelenir ve en kötü anlamıyla anarşi ortaya çıkar. O durumda, anarşiyi önlemenin, koyu bir baskı rejimi