DİSK, KESK, Türk Tabipleri Birliği ve TMMOB, geçen yıl 14 Nisan’da yapılan cumhuriyet mitingine katılanları “Darbecilerin adamları” diye nitelemiş, meydanlara çıkmamışlardı. DİSK sonradan üyelerini serbest bıraktı, diğer üç örgüt laiklik ve demokrasi için yürüyüş yapan, “ne darbe, ne şeriat” diye bağıran yüz binlere yönelik incitici suçlamadan vazgeçmediler. AKP’den yana tavır alıp ekmeğine yağ sürdüler.
TTB Başkanı Prof. Gençay Gürsoy, Kürt sorunu konusunda Başbakan’la görüşen aydınlar ekibinin başkanıydı. Hükümete bu konuda yardımcı oldu.
ÖDP Başkanı Ufuk Uras, her zaman AKP’ye CHP’den daha fazla sempati gösterdi. Son haftalarda sık sık AKP’nin kapatılmasına karşı demeçler verdi...
DİSK, KESK, TTB, TMMOB ve ÖDP... İktidarın emrindeki güvenlik güçleri 1 Mayıs’ta iktidara hoşgörülü bakan bu kuruluşların üyelerinin hiçbirine ayrıcalık yapmadılar... Her birini aynı dozda gazladılar, dövdüler, boyalı
Değerli sanatçı Sezen Aksu Sulukule’yi ziyaret etmiş, “İstanbul’a damgasını vurmuş böyle bir kültürü yok etmeyin” çağrısında bulunmuş...
Acaba faydası olur mu?
AKP’li belediyeler, kentsel dönüşüm adı altında, gözüne kestirdiği değerli alanları boşaltıyor... Garibanları zorla yerlerinden yurtlarından ediyor... Sulukule örneklerden sadece biri...
İnternette, akademisyenler başta olmak üzere duyarlı yurttaşlar imza topluyor... Diyorlar ki:
- Yerel yönetimler tarafından özellikle tarihi kent merkezlerine ve yasadışı yapılaşmış konut bölgelerine yönelik olarak başlatılan kentsel müdahaleleri kaygıyla izlemekteyiz.
- Yerel yönetimler; üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının eleştirilerini dikkate almadan projeleri hayata geçirmektedirler.
- Bunu yaparken yaşayanları dışlamakta, görmezden gelmekte ve onların rızalarını aramamaktadır.
ÖSYM Başkanı Prof. Ünal Yarımağan, “Üniversite sınavına girenler arasında dört işlemi yapamayanlar var” şeklinde acı bir tespit yapıyor ve şu örneği veriyor:
“Bir soru vardı, hiç unutamıyorum. 2006 yılında sorduk. Rakamlar tam hatırımda değil ama soru şöyleydi; 15- (8 - 3) = ?
Sonucun ne olduğunu sorduk. 8’den 3’ü çıkaracak, 5 kalacak. 15’ten 5’i çıkaracak, 10 kalacak. Bunu adayların yüzde 48’i yapamadı. Maalesef seviye böyle.”
Peki, seviye bu iken o seviyenin bir numaralı sorumlu Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı mı? Sorunun yanıtı pazar günkü gazetelerde yer alan şu haberdeydi..
“Milli Eğitim Bakanlığı sınıf geçmeyi kolaylaştırıyor. Halen 2 dersten sorumlu olarak üst sınıfa geçilebilirken bu sayı altıya çıkarılacak. 6 dersten başarısız bir öğrenci de üst sınıfa geçebilecek.”
Yani değişiklik yürürlüğe girerse... Önümüzdeki yıldan itibaren liselerde başarı sorunu kalmayacak... Başarısızlar da başarılı sayılacak. Bu başarının mimarı da hiç kuşkusuz ki
Çankaya’ya sunulan hediyeler konusunda sorulacak bir soru daha kaldı... Ne deniyordu Köşk’ten yapılan Kral Abdullah’ın Cumhurbaşkanı Gül’e getirdiği hediye açıklamasında:
“... Bu hediyeler Devleti temsilen Cumhurbaşkanlarının şahsına verilmekte olup bugüne kadar görev yapan Cumhurbaşkanlarımızın, verilen bu tür hediyelerin kayda geçirilmesine ilişkin standart ve yerleşmiş bir uygulamaları bulunmamaktadır.”
Yani... Cumhurbaşkanı Gül, Suudi Kralı’ndan aldığı hediyeyi şahsi hediye olarak kabul etmiş ve herhangi bir biçimde kayda geçmemişti... Peki hediye neydi? O hâlâ sır...
Geliyoruz yeni konumuza... Köşk’ten yapılan Genel Sekreter Yardımcısı M. Emin Kuz imzalı açıklamanın bir yerinde bakınız ne deniyordu:
“Devlet başkanlarının yabancı ülkeleri ziyaretleri sırasında muhataplarıyla hediye teatisinde bulunmaları bütün dünyada kabul gören yerleşik bir protokol kuralıdır...”
Demek ki... Cumhurbaşkanı Gül hediye kabul ettiği gibi başka devlet adamlarına hediye de veriyor. Pekiii... Verilen hediyeleri
“İstihbaratlar vardı. İllegal gruplar Taksim’de olay çıkaracaklardı.”
Tayyip Erdoğan, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına neden izin vermediklerini bu sözlerle açıkladı.
Sanırsınız ki, Tayyip Bey, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına ilk başta karşı değildi. Hatta onay vermişti. Ama provokatörlerin olay çıkaracağı istihbaratı gelince fikrini değiştirdi!
Peki, Taksim’de olay çıkarabilecek provokatörler aynı şeyi birkaç kilometre uzaktaki Çağlayan’da yapamazlar mıydı? İki ihtimal var; ya devletin provokasyonları önleme gücü sadece Taksim’de yok! Ama başka bütün meydanlarda var! Ya da “bizim” provokatörler, “Biz sadece Taksim’de olay çıkarırız. Başka bir meydanda asla!” diyen tuhaf yaratıklar.
Sebep, ilki olmayacağına göre mutlaka ikincisidir, diyor... Geliyoruz bizim provokatörlerin başka “tuhaf” huylarına...
Siz şimdiye kadar AKP’nin, AKP yanlısı sivil toplum kuruluşlarının yapmak istedikleri herhangi bir eylemin, “İllegal grupların olay çıkaracağı
ABD’nin Chicago kentinde işçiler 1886 yılında 8 saatlik iş günü için genel greve gittiler. Polisin ateş açması sonucu, çok sayıda işçi öldü ve yaralandı... 1889’da yani bundan 119 yıl önce 1 Mayıs günü İşçi Bayramı ilan edildi...
Ancak Türkiye’de 1 Mayıs hâlâ bayram olarak değil, 1886’daki orijinal haline uygun biçimde polisin işçiye saldırısıyla kutlanıyor!
1977’de en kanlı 1 Mayıs’a yaşadık.
İktidarlar ısrarla o 1 Mayıs’ı unutturmamaya çalışıyor...
Dün sabah ilk haber DİSK merkezinden geliyor:
“06.30 saatlerinde, 1 Mayıs için DİSK binası önünde toplanan kalabalığa çevik kuvvet polisleri panzerler ve gaz bombaları eşliğinde saldırdı...”
Sözde, Taksim’e izin verilirse provokatörler olay çıkarırdı... Onlara gerek kalmadı... Ne provokatörler, ne işçiler kimseyi tahrik etmeden devlet güçleri olay çıkarma işini üstlendi! Başbakan istedi vali “gereğini” yaptı.
1 Mayıs 1977 katliamı, işçiler 1 Mayıs günü Taksim’de toplandığı için meydana gelmedi. Devlet kaynaklı bir provokasyon düzenlendiği için meydana geldi. Tören alanına gizli noktalardan ateş açıldı. Silahlar patlayınca insanlar kaçıştı, meydan kana boyandı. Şimdi kalkıp da “1 Mayıs’ta işçiler Taksim’de toplanınca olay çıkıyor” diye mantık yürütmenin ve Taksim’i işçilere kapatmanın alemi var mı?
Provokasyon yapılmazsa olay çıkmaz.
Üstelik 1977’den bu yana o kadar çok şey değişti ki...
1970’ler işçilerin güçlü olduğu zamanlardı... Sendikalar güçlüydü, yasalar işçiyi koruyordu. İşçiler caddelerde “DGM’yi ezdik, sıra MESS’te” diye yürüyebiliyordu. Sendikalar toplu görüşme masasına oturduğunda pazarlığı yüzde 200 ücret zammından açabiliyordu.
1 Mayıs 1977 katliamı işçilerin burnunu sürtmek, meydanları 1 Mayıs’larda onlara kapatmak için tezgâhlandı...
Taksim’e toplanan
Banka tırtıkları konusunda Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Alaeddin Bobat yazıyor...
“Ne yazık ki bankalar, hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde, vadesiz hesaplardan ‘Hesap İşletim Ücreti’ altında bir ücret kesmekte ve mevduat sahiplerinin bundan haberi bile olmamaktadır. 2005 ve 2006 yıllarında vadesiz hesabımdan kesilen ücretleri açtığım davalar sonucu faiziyle birlikte geri aldım. Her yıl ocak - şubat ayında yine ücret kesiliyor (20 YTL) ve ben yılmadan, bu haksız uygulamaya karşı her yıl dava açıyorum. Ayrıca kredi kartı için kullanım ücretini de geri aldım.”
Rezalet o ki... Bankalar yüz binlerce mudiden bu paraları keserken siz geri almak için her defasında mahkemelere gitmek zorunda kalıyorsunuz.. Bir kısım vatandaşın bu kesintiden haberi yok... Bir kısmı uğraşmak istemiyor. Trilyonlarca lira bu şekilde bankaların zimmetine yazılıyor. Prof. Bobat tüketicinin korunmasından sorumlu olan Tüketiciyi Koruma Genel Müdürü’nün ilgisizliğini de kaydediyor. Bu konuda bir yasal düzenleme gerekiyor aslında. Ama iktidar halkın değil