Tam Dali'lik...

26 Eylül 1999


       Salvador Dali'nin AKM'de sergilenen gravürlerine yapılan saldırı güvenlik kameraları tarafından saptanınca gazete manşetlerine de taşındı. "Meczup" olduğu ileri sürülen saldırganın, Michelangelo ile Leonardo da Vinci'nin portrelerini nasıl yumrukladığını gösteren fotoğraflar bu kanlı saldırıyı tarihe mal etti. Saldırganın yumrukları, üzeri camla kaplı olan gravürlere inerken kırılan camlar elinin kesilmesine yol açmış ve olayı kanlı bir hale getirmişti.
      Salvador Dali hayatta olsaydı her halde bu olaya bayılır, belki de saldırganı bağrına basardı. Aslında günümüzde Türkiye'de yaşanan pek çok şey Dali'nin müthiş hoşuna gidebilir, gerçeküstücülüğün simgesi olan sanatçıyı zevkten çıldırtabilirdi. Örneğin Ahmet Mete Işıkara'nın "en seksi erkek" seçilmesi tam Dali'lik bir olaydı. Hemen herkesin (bu herkese deprem sonrasında kimi bilim adamları da katıldı ne yazık ki) adını duyurmak ve medyada boy göstermek için her şeyi yapmaya hazır olduğu bir ülkede Dali çılgın yaşamının en mutlu günlerini yaşayabilirdi.
       Dali'nin dikkat çekmek ve adını duyurmak için

Yazının Devamı

Demirel'i savunmak Mumcu'ya kalmış...

25 Eylül 1999


       Süleyman Demirel vekilleri Av. Ceyhan Mumcu ve Av. Sermin Gürbüz tarafından arkadaşımız Meral Tamer'e gönderilen tekzip metnini ve altındaki imzaları görünce bir anda zaman tünelinde buldum kendimi. Bu tünelin içinde birçok durakta hep aynı zat çıkıyordu karşıma; bu, şimdi yazdığı yazılar nedeniyle Meral'i dava edeceğini (avukatları aracılığıyla) bildiren Sayın Süleyman Demirel'di.
       Sizleri zaman tünelinin karanlıklarında fazla dolaştırmadan bir noktada durmak ve Uğur Mumcu cinayetini izleyen günlere dönmek istiyorum. Cumhuriyet gazetesinin o günlerde çıkan sayılarını olduğu gibi saklamışım. O dönemde başbakanlık koltuğunda oturmakta olan Süleyman Demirel, olaydan duyduğu üzüntüyü belirttikten sonra şunları söylüyor: "Bence önemli olan cinayeti kimin üstlendiği değil, cinayeti kimin işlediğinin ortaya çıkartılması. Bu cinayetin nasıl işlendiği, bombanın nasıl konulduğu çıkar, çıkarılır." (Cumhuriyet, 25 Ocak 1993)
       Aradan bir hafta geçiyor ve Sayın Demirel, koalisyon ortağı Erdal İnönü ile birlikte düzenlediği basın toplantısında bu kez cinayetle

Yazının Devamı

Banka Üst Kurulu sancısı

23 Eylül 1999


       Ekonomi sayfalarından Entellektüel Bakış'a taşındıktan bu kadar kısa bir süre sonra ekonomiyle ve mali sistemle ilgili konulara dönmeyi düşünmemiştim, ama güncelliği ve önemi nedeniyle bugün bu konuyu yazmadan edemedim.
       23 Haziran 1999 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Bankalar Kanunu ile oluşturulması gereken Bankalar Üst Kurulu'nun atanması için hükümete tanınan süre bugün doluyor. Bu atamaların son güne kadar yapılmamış olması aslında hükümetteki tedirginliğin ve vakit kazanma çabasının bir göstergesi.
       Bankalar Kanunu zorunluluk altında alelacele çıkartılırken bu kanunun uygulanması halinde ortaya çıkabilecek olan sonuçlar yeterince hesaba katılmadı galiba. Bu kanuna göre oluşturulması gereken Bankalar Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun ve bu kurumun icra organı olan Üst Kurul'un önemi anlaşılınca da bu atamaları hemen yapmayı göze alamadı kimse. Ayrıca koalisyon ortaklarının her birinin bu önemli kurulda söz ve etki sahibi haline gelme çabası da bu gecikmede rol oynamış görünüyor.
      

Yazının Devamı

Rüşdi, deprem ve süpergüç

21 Eylül 1999


       Artçı deprem olur da artçı yazı olmaz mı? Hele depremle ilgili ise tabii ki olur.
       Merak etmeyin yeni bir adet çıkarmak niyetinde değilim. Sık tekrarlanmayacağını umduğum bir zorunluk nedeniyle yazıyorum bu artçı yazıyı. Pazar günü bu köşede yer alan ilk yazımın yarısını bir "merhaba"ya ayırınca, Salman Rüşdi ve son kitabı hakkında yazacaklarımın ancak küçük bir bölümünü sığdırabilmiştim o yazıya. Bu artçı yazı onun devamı niteliğinde.
       Waterstone'un Londra'daki yeni kitap sarayının açılışında rastladığım Salman Rüşdi'nin, deprem temasına geniş yer veren son kitabıyla son aylarda yaşanan depremler arasında ilişki kurulmasından rahatsızlık duyduğunu geçen yazıda yazmıştım.
       Rüşdi, Bombay'lı bir ailenin çocuğu. 1961 yılında, 13 yaşındayken İngiltere'ye gelmiş ve yaşamının büyük bölümünü İngiltere'de geçirmiş, İngilizce olarak yazdığı yapıtlarla üne kavuşmuş. Ününü dünya çapında yaygınlaştıran olay ise Şeytan Ayetleri adlı kitabı nedeniyle 1989 yılının Sevgililer Günü'nde İran'ın Rüşdi hakkında bir ölüm fetvası

Yazının Devamı

Taşınma ve deprem

19 Eylül 1999


       Taşınmak, çocukluğumdan beri müthiş bir hüzün verir bana. Bir daha dönmemek üzere terk ettiğimi bildiğim mekanlardan ayrılırken yaşamımın bir daha yakalanamayacak olan bir parçasının orada kaldığını hisseder, hüzünlenmenin de ötesinde bir burukluk duyarım. Kimi zaman birkaç gün kaldığım bir otel odasını terk ederken bile buna benzer bir hisse kapıldığım olur.
       Milliyet'in Ekonomi sayfasından Entellektüel Bakış sayfasına taşınmak aynı mekan içinde oda değiştirmek gibi bir şey sayılabileceği için böyle bir burukluk duymama hiç gerek yok aslında. Öteden beri yazmak istediğim bir sayfada, "yeri mi burası" kaygısına kapılmadan ekonomi dışındaki konulara da açılmak olanağını bulacağım için yeni bir hevesle başlıyorum işe.
       Bu köşede yazacaklarımı bir çerçeveyle sınırlamamak için bir başlık da koymak istemedim bu köşeye. "Küresel" ya da "gündem dışı" gibi birkaç başlık geçti aklımdan ama sonra vazgeçtim. Bu kürede yaşayan ve "entelektüelliği" erişilmesi güç bir mertebe gibi gören birinin, olaylar, kişiler, yerler, kitaplar, sanat yapıtları ve başka şeylere

Yazının Devamı

'Böyle gitmez' diye diye geçmiş dört yıl

5 Eylül 1999


       Dört yıla yaklaşan bir ömrü olan "Soru Yorum" köşesini, deprem felaketinin ülkemizde yeni başlangıçların umutlarını da yarattığı bir ortamda kapatırken geriye dönüp bir bilanço çıkarmak ihtiyacını duydum. Dört yılda Türkiye'nin ve dünyanın nereden nereye geldiğini, bu gelişmelerin bu köşeye nasıl yansıdığını( ya da yansımadığını) hatırlatmak, bir anlamda yaptığım işin kendime göre bir hesabını vermek istedim.
       1 ekim 1995'de yayımlanan ilk "Soru Yorum" köşesinde "Ankaramani mi, Ankara mani mi?", başlıklı şöyle bir bölüm de yer almış.
       "Teşhis henüz konamadı, tartışma sürüyor. Kimilerine göre en vahim hastalığımız 'Ankaramani'. Bu hastalığa yakalananlar sürekli olarak Ankara ile ve politika ile uğraşıyorlar, bütün çözümleri Ankara'dan bekliyorlar, sürekli olarak bürokrasi reformundan, KİT reformundan, devletin yeniden yapılanmasından söz ediyorlar. Meclis şöyle çalışmalı, hükümet böyle davranmalı, devlet 'devlet'olmalı diye fetva veriyorlar. Ve sonra bu dediklerinin olmadığını görüp teselliyi rakı kadehinde arıyorlar.
     &nbs

Yazının Devamı

Depremin ekonomiye etkisini dış desteği görmeden ölçemeyiz

29 Ağustos 1999


Osman Ulagay
       Yaşadığımız deprem yıkımının Türkiye ekonomisine maliyeti konusunda yapılan ve maalesef dış basına da yansıyan karakuşi tahminleri biraz hayret biraz da dehşetle izliyorum. Örneğin "depremin Türkiye ekonomisine maliyeti 20 milyar dolarla 40 milyar dolar arasında olabilir", demenin, "ölü sayısı 20 binle 40 bin arasında olabilir", demekten pek farkı yok benim gözümde. İkisi de aynı ölçüde anlamsız.
       Depremin ekonomiye vereceği toplam zarar konusundaki tahminler 6 - 7 milyar dolarla 20 milyar dolar arasında dolaşıyor, 40 - 50 milyar dolar gibi bana uçuk gelen tahminler de var ama ağırlık 10 milyar dolar ve altındaki zarar tahminlerinde.

Zarar tahmini
       Bu tahminlerin bir bölümü zararın boyutları hakkında bir fikir vermek için, bir bölümü ise alaturka bir kurnazlıkla zararı büyük gösterip dış dünyadan ve uluslararası kuruluşlardan daha fazla destek istemek için yapılıyor galiba. Ancak bu kurnazlığın fazla yararı olmayacak, çünkü IMF(Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası'nın bu tahminlere fazla itibar etmeyerek kendi zarar

Yazının Devamı

Türkiye'nin depremle imtihanı

22 Ağustos 1999


      Depremin faturası ortaya çıktıkça sivil otorite daha da zorlanabilir

       Türkiye'yi temellerinden sarsan deprem yaşamın dehşetiyle yüzleştirdi bizi. Yaşanan felaketin korkunç boyutları 47 saniye gibi bir sürede ne kadar çok şeyin ne kadar çarpıcı biçimde değişebileceğini gösterdi. Yüzlerce yapının yerle bir olması, binbir emekle örülü binlerce hayatın sönmesi için 47 saniye yetti. Belki de en çarpıcı olan şey, milyonlarca yıllık bir fay hattında (depreme yol açan Kuzey Anadolu fay hattının 11 ila 13 milyon yıllık olduğu söyleniyor) yıllar içinde oluşan bir birikimin 47 saniyede açığa çıkması ve karşısına çıkan her şeyi korkunç bir imtihana(sınava) çekmesiydi. Doğanın kendisi kadar, üzerinde tutunmaya çalışan her şey bu korkunç sınavı yaşadı, yaşıyor. Dehşet anını oluşturan 47 saniyenin etkilerini günlerce, aylarca, belki de yıllarca atamayacağız üzerimizden.
       Bu dehşetli sınavın bu ülkede, bu topraklarda yaşanması ne anlama geliyor? Dünyanın en nadide toprak parçalarından birinde yaşamanın fazladan bir bedeli mi var acaba? Milyonlarca yıllık kırılgan fay

Yazının Devamı