Liseli genç kızın günlüğü

8 Haziran 2009

Özel yaşam niçin önemli? Özel yaşam bize bağımsız, özgür birey olma olanağını sağlar. Kendimizle ilgili kararları almamız, kim olduğumuzu tanımlamamız olanağını verir. O nedenle, özel yaşama saygı göstermek, insana birey olarak saygı göstermek demek. Bu bir uygarlık ölçütü.
ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Brandeis, özel yaşam hakkını “yalnız bırakılma hakkı” olarak tanımlar. Doğru ama yetersiz. Özel yaşamın bir de güven yönü var. Evimizde ailemizle ya da yalnız otururken devlet güçlerinin olmadık bir saatte evimize girip bizi götürmeyeceği ya da evimizi darmadağın ederek özel eşyalarımıza el koymayacağı konusunda bir güven duygusuna sahip olmak da özel yaşamın bir parçası. O nedenle, ben başka bir ABD Yüksek Mahkemesi yargıcı Brennan’in tanımını daha doğru buluyorum. Brennan, “Özel yaşam hakkı bireyin, kendi kişiliğini yakından ilgilendiren konularda hükümet güçlerinin gereksiz müdahalelerine maruz kalmamasıdır” der.
“Ergenekon” soruşturmasıyla

Yazının Devamı

Neden yeni bir anayasa?

5 Haziran 2009

DİSK, 1 Haziran’da, yeni bir anayasayla ilgili görüşlerini içeren “Özgürlükçü, Eşitlikçi, Demokratik ve Sosyal Yeni Bir Anayasa için Temel İlkeler” başlıklı raporunu açıkladı. DİSK’in böyle bir yeni anayasa hareketi başlatmış olması çok olumlu bir gelişme. Genel çizgileriyle, DİSK’in raporu toplumdaki yeni anayasa tartışmaları için uygun bir zemin yaratıyor.
DTP’nin de bir anayasa tasarısı üzerinde çalıştığını öğreniyoruz. Yaz tatiline girmeden başka anayasa raporları ortaya çıkabilir.
Bütün bunlar toplumda yeni bir anayasaya gereksinme duyulduğunun işaretleri. Bu gereksinme iki nedenden kaynaklanıyor: Birincisi, Türkiye’nin bugünkü koşulları yeni bir toplumsal uzlaşı arayışına yol açıyor. Dinsel, etnik, seküler cemaatlere bölünmüş, insanları bir arada tutan ortak noktaların giderek daha çok eridiği bir toplumda, bir arada yaşamayı olanaklı kılacak yeni bir toplumsal sözleşmeye gereksinme var. Böyle bir toplumsal sözleşme ancak yeni bir anayasayla

Yazının Devamı

Kim kimden şikâyetçi? AİHM mi, Türkiye mi?

1 Haziran 2009

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemi, insan hakları alanında şimdiye dek yaratılan en etkili koruma mekanizması. B.M. İnsan Hakları Yüksek Komiseri Louise Arbour, AİHM’nin 2008 yargı yılının açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada AİHM’nin, “bütün dünya bakımından bir model oluşturduğunu” söylerken bir gerçeği dile getiriyordu. AİHM, İzlanda’dan Vlodivostok’a kadar uzanan 800 milyon insanın yaşadığı bölgede, ulusal sistemlerin yetersiz kaldığı durumlarda, bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyor. Aynı zamanda, Avrupa kamu düzeninin bir parçası. Verdiği kararlarla Avrupa’da bir ortak hukuk alanı yaratıyor.
Reformlar gerekiyor
AİHM’nin bağlı olduğu Avrupa Konseyi’nin (AK) Delegeler Komitesi’nde Türkiye’nin başarılı büyükelçilerinden Daryal Batıbay’ın AİHM’yi eleştirdiği anlaşılıyor. AİHM büyük bir iş yükü altında eziliyor. 97 bin 300 bekleyen dava var. AİHM’nin daha etkili çalışmasını sağlayacak reformlara gereksinmesi olduğu açık. Bu amaçla reformları

Yazının Devamı

“Çocukla ihtilafa düşen kanunlar”

29 Mayıs 2009

Nisan ayında Diyarbakır Valiliği’ne bağlı İnsan Hakları Kurulu, tutuklu ve mahkûm çocukların durumunu incelemek amacıyla Diyarbakır E tipi cezaevini ziyaret etti ve bir rapor hazırladı. Rapordaki bulgular düşündürücü. Çocuklar sağlıksız koşullarda tutuluyor, sağlık hizmetinden yoksunlar ve şiddete maruz bırakılıyorlar.
Çocuklara şiddet sadece cezaevi içinde değil, cezaevi dışında da uygulanıyor. 12 Mayıs’ta Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen “Çocuk ve Resmi Şiddet” başlıklı panel bu konuyu ele aldı. Panelin duyurusunda, 1991’den bu yana polis ve asker şiddeti sonucu yaşamını yitiren çocukların sayısı 328 olarak belirtiliyor. 23 Nisan’da dipçik darbeleriyle dövülen çocuklarla polisten kaçarken dereye düşüp ölen 14 yaşındaki çocuğun görüntüleri belleklerde hâlâ taze. Değişik bir 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlaması oldu.

TMK, çocukları büyük sayıyor
İnsan Hakları Derneği “2008 Yılı Kanunla İhtilafa Düşen Çocuklar” başlıklı bir rapor

Yazının Devamı

Dokunulmazlık ve hukuk devleti

25 Mayıs 2009

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dokunulmazlığının bulunduğunu öngören Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararını ortadan kaldırdı. Böylelikle, cumhurbaşkanının milletvekili ve cumhurbaşkanı seçilmeden önce işlediği iddia edilen bir suçtan yargılanmasının önü açıldı. Mahkemenin bu kararı, cumhurbaşkanının dokunulmazlığı tartışmasına yol açtı.
Anayasa’nın 105. maddesi 3. fıkrası cumhurbaşkanının vatana ihanetten dolayı yargılanmasını düzenliyor. Aynı madde cumhurbaşkanının görev sırasındaki işlemlerden, kararlarından dolayı yargılanamayacağını öngörüyor.

Yargılanabilir mi?
Cumhurbaşkanı göreve gelmeden önce işlediği suçlardan dolayı yargılanabilir mi? Anayasa’da bu konuda boşluk var. 1924 Anayasası’nda cumhurbaşkanının görev dışında işlediği kişisel suçlar bakımından, milletvekilliği dokunulmazlığından yararlanacağı belirtiliyor. Bu hüküm 1961 ve 1987 anayasalarında yer almıyor. Ancak, devlet başkanının yargılanması çok ciddi bir durum; önemli siyasal sonuçları var. O

Yazının Devamı

Cüzzam ve cehalet

22 Mayıs 2009

Türkan Saylan her şeyin başında örnek bir insandı. Genç kuşakların örnek alabilmesi için Türkan Saylan’ı iyi tanımak, tanıtmak gerekir. İyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin karıştığı Türk toplumunda doğru örneklere gereksinme var. Türkan Saylan’ı tanımak ve tanıtmak bundan önemli.
Türkan Saylan, içinde yaşadığı topluma katkıda bulunan çok yönlü bir insandı. Ancak, Türkan Saylan’ın kişiliğini ortaya çıkaran, onun nasıl bir insan olduğunu gösteren en iyi örneklerden biri, cüzzama karşı ulusal ve uluslararası alanda verdiği mücadele.
Türkan Saylan İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra dermatoloji kürsüsüne asistan oluyor. Cüzzam hastalığı kadar cüzzamlı insanlarla da uğraşıyor.
Türkan Saylan’a öğrenciyken “cüzzamlılardan uzak durması” salık veriliyor. Kendisi bunda bir yanlışlık olduğunu düşünüyor. Mezun olduktan sonra bu yanlışın nasıl düzelteceğini araştırıyor. Soruna bilim ve akıl yanında

Yazının Devamı

17 Mayıs günü neden önemli?

18 Mayıs 2009

Bütün insan hakları sözleşmelerinde yer alan, ırk, renk, cinsellik, dil, din ayırımı yapılmaksızın herkesin insan haklarından eşit bir biçimde yararlanması, insanlık tarihinde çetin mücadeleler sonucunda kazanılan bir hak. Uzun yıllar değişik ırk, renk, din, dil ya da cinsel tercihlere sahip insanlar, hak sahibi sayılmamış ya da çogunluğa göreli olarak daha az insan sayılmış. Her grup eşit haklara sahip olmak için ayrı mücadeleler vermiş. Zenciler, kadınlar, azınlıklar, eşcinseller. Oysa insan hakları, her insanın insan olduğu için sahip olduğu haklar. Bu hakların, çoğunluğa aykırı gelen düşünceler ya da yaşama biçimleri nedeni ile yitirilmemesi gerekir.

Toplumun bakışı
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de cinsel ayrımcılık bütün şiddeti ile sürüyor. On dört yıldır hakemlik yapan bir futbol hakemi eşcinsel olduğu anlaşılınca, işini kaybediyor. Öte yandan tanınmış bir yazar, büyük bir ciddilikle, “Irak ve Afganistan’da sivil halkı kitleler halinde öldürenlerin çok önemli bir kısmının eşcinseller

Yazının Devamı

Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunu

15 Mayıs 2009

Kürt sorunu Türkiye gündeminin başına bir başka kapıdan girerek oturdu. Hasan Cemal’in Karayılan’la konuşması, ardından Cumhurbaşkanı’nın “İyi şeyler olacak” demesi Türk toplumunda bir beklenti yarattı.
Karayılan’ın Hasan Cemal’e söylediklerinde bu iyimserliği haklı gösterecek yeni bir öğe yok. Ancak, Türk halkı bu sorundan öylesine bıkmış, yorulmuş ki, iyimserlik rüzgârlarının esmesine ihtiyacı var.
“Kürt sorununun çözümü” derken neyi anlıyoruz? PKK’nın dağdan inmesi, silahı bırakması, terörün sona ermesi ise bu çok güç. Uzun bir sürecin belki en son noktası. Belki de hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmeyecek. Osman Öcalan bu konuda Hasan Cemal’e, “PKK değişmez ...bugün Kürt siyasal ulusal birikiminin yüzde 95’i PKK’dan yanadır” diyor. Sonra PKK’nın neden bitirilemeyeceğini anlatıyor.
“PKK kendini üretebilen bir güçtür, ...kendine her zaman militan bulur. Kürdistan’ın coğrafyası da

Yazının Devamı