Ama 64 yaşında hayatı sona eren Miloşeviç, 13 yıllık iktidarı sırasında "etnik temizlik" başta olmak üzere, işlediği ağır cürümlerden dolayı, dünyanın vicdanında çoktan mahkûm oldu.Tabii Sırp milliyetçileri arasında "Slobo"ya hâlâ bir "kahraman" veya "mazlum" olarak bakanlar da var. Buna şaşmamak lazım. Tarihin her döneminde, gaddar diktatörlerin (Hitler'den Stalin'e varıncaya kadar), öldükten sonra bazı eski taraflarınca, sempatiyle anıldığı görülmüştür... Eski Yugoslavya lideri Slobodan Miloşeviç'in işlediği insanlık suçları konusunda nihai hükmü, artık tarih verecek... Lahey'deki hücresinde zamansız ölümü, ne yazık ki, kendisini 4 yıldır yargılayan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nin ona gereken cezayı vermesine olanak bırakmadı. Miloşeviç'i güçlü bir lider durumuna "yücelten", ama sonra onu "batıran" esas faktör, "milliyetçilik"tir -veya daha doğrusu onun milliyetçiliği aglılama ve uygulama şeklidir.Bu bakımdan Miloşeviç'in, onun "akıl hocaları"nın ve yakın arkadaşlarının düşünce ve hareket tarzı, ibret verici derslerle doludur."Slobo"nun siyasi yükselişi, 1989'da Kosova'da Sırp kökenli kalabalığa hitap ederken sarf ettiği "Kimse sizi bir daha yenemeyecek" sözleriyle
ICG'nin bu çalışmaları ilgili ülkeler ve uluslararası kurumlar tarafından dikkate alınmakta ve krizlerin veya anlaşmazlıkların giderilmesine ışık tutmaktadır.Biz bu köşede, iki hafta önce ICG'nin Irak'la ilgili raporunu ele almıştık. Bu rapor halen Irak'la ilgili ülkelerin yetkilileri ve diplomatları tarafından değerlendiriliyor.ICG dün de "Kıbrıs Çıkmazı" başlıklı 35 sayfalık bir rapor yayımladı. Titiz ve objektif bir çalışmanın ürünü olan bu rapordaki tespitler, aslında Türk tarafının her fırsatta dile getirmeye çalıştığı gerçekleri yansıtıyor. Bu açıdan Rumların raporu "Türk yanlısı" sayması ihtimali var. Ama Kıbrıs Rumlarının raporun tespitlerini ve de tavsiyelerini serinkanlılıkla değerlendirmesi, kendi çıkarlarına olacaktır. Aksi halde neler olabileceği de bu raporda yazılı... Uluslararası Kriz Grubu (ICG), adının da belirttiği gibi, dünyadaki önemli krizleri inceleyen bağımsız bir kurumdur. Merkezi Brüksel'de bulunan ICG, güncel uluslararası sorunlarla ilgili olarak yaptığı kapsamlı araştırmaların sonuçlarını, çözüme yardımcı olabilecek tavsiyelerle birlikte rapor halinde yayımlar. Rapor, "Kıbrıs çıkmazı"nın, yani adada duumun bugünkü noktaya gelmesinin sorumluluğunu
Her halükârda İran'ın nükleer programı konusunda dananın kuyruğu bu hafta bir şekilde kopacak. Eğer Viyana'daki konuşmalar kesilirse, mesele BM Güvenlik Konseyi'ne gidecek. O zaman da başka danaların kuyruğu kopacak, Konsey üyeleri arasında hır çıkacak, yaptırım kararı alınırsa büyük bir kriz patlak verecek...Bu nedenle önümüzdeki 2-3 gün içinde Viyana'daki görüşmeleri iyi izlemek gerek. Viyana'dan çelişkili haberler geliyor... Bir habere göre, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) ile İran arasındaki görüşmelerde önemli bir ilerleme var. O kadar ki, kurumun başkanı Muhammed El Baradei, gayet iyimser bir ifadeyle bu hafta bir mutabakat sağlanabileceğini söylüyor... Bir başka habere göre ise, Viyana'da yeni bir formül üzerindeki pazarlıklardan bir sonuç alınamadı. Bu yüzden sadece ABD ile İran arasında değil, araya giren Rusya ile Batılılar arasında da anlaşmazlık çıktı... İran'ın nükleer programının eninde sonunda mollaların atom bombasına sahip olmasına yol açabileceği kaygısı çok genel. İran'ı bu konuda son uyaran ülkeler arasında Çin ve Hindistan da var (ikisi de nükleer silahlara sahip!)Kuşkusuz bu endişeyi Türkiye de paylaşıyor. Son günlerde yapılan açıklamalar da bunun
Bu temel soru, Halid Meşal'in geçen ay Ankara'ya yaptığı ziyaret sırasında da gündeme gelmişti. Hamas heyetinin onun hemen ardından Tahran'a gitmesi ve orada farklı seslerin yükselmesi, zihinleri karıştırmıştı. Herhalde bu karışıklık, Hamas heyetinin şimdiki Latin Amerika (ve daha sonraki Güney Afrika) turnesinde de devam edecek... Hamas'ın siyasi lideri Halid Meşal'in Moskova ziyareti, şu soruyu tartışmaya açtı: Uluslararası camiada "terörist" örgüt olarak tanınan, ama Filistin'deki seçimlerde kazandığı başarıyla "meşrulaşan" Hamas'ın dünyaya açılması, onu güttüğü eski politikalarını sürdürmeye mi, yoksa tutumunu değiştirmeye mi iter? Hamas yöneticilerinin Ankara ve Moskova ziyaretlerinde bazı temel benzerlikler var: Türk hükümeti gibi Rus hükümeti de, yapılan davetin esas amacının, Hamas'ın ileri gelenlerine "malum" mesajları vermek, onları eski tutumlarını değiştirmeye, şiddete son vermeye, İsrail'i tanımaya, şimdiye kadar varılan anlaşmalara uymaya teşvik etmek olduğunu vurguladı. Gerçekten Ankara'da olduğu gibi Moskova'da da Halid Meşal ve ekibine bu telkinler Dışişleri bakanları ve diğer yetkilileri tarafından iletildi. (Türkiye'de Başbakan Erdoğan'ın, Rusya'da Başkan
Dışişleri Bakanlığı'nın dün İstanbul'da bir grup yazar için düzenlediği bir brifingde bu soruların yanıtlarını aradık. Hükümetin Irak Özel Temsilcisi Oğuz Çelikkol ve Başbakanlık Dış Politika Danışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu'nun sunduğu bilgi ve görüşlerin ışığında, Ankara'nın stratejisinin ana hatlarını şöyle özetleyebiliriz: TÜRKİYE'nin Irak'taki son olaylar karşısındaki tutumu ne? Türk diplomasisi komşu ülkede topyekûn bir iç savaşı önlemek için ne yapıyor? ABD'nin Irak'la ilgili şimdiki tutumu Ankara'da nasıl değerlendiriliyor? Türkiye'nin Kuzey Irak'taki Kürt oluşumu ve bu arada Mesud Barzani'nin başkanlık sıfatını tanıması söz konusu mu? Türkiye, etnik ve mezhep çatışmalarının önlenmesi, geniş tabanlı bir ulusal birlik hükümetinin kurulması için, bir süredir yoğun temaslar yapıyor. Özel Temsilci Çelikkol, geçen hafta yaptığı ziyaretinde her kesimin ileri gelenleriyle görüştü. Başbakan İbrahim Caferi'nin Ankara ziyaretinin Bağdat'ta yarattığı iç politika kökenli tartışmaların adresi Ankara değil. Türkiye daha önce diğer kesimlerin liderlerine (bu arada Caferi'nin rakibi Mehdi'ye de) ev sahipliği yaptı. Liderler Türkiye'ye güveniyor ve yardımına ihtiyaç duyuyor. Örnek: Caferi
Hindistan'ın nükleer bombaya sahip olduğu açıkça belli olduktan sonra, ABD ona karşı yaptırım uygulamaya karar verdi. Nitekim ABD Hindistan'a nükleer yakıt ve teknoloji ihracını yasakladı...Dün bu "nükleer tecrit" bizzat ABD tarafından kırıldı. Başkan Bush, Hindistan ziyaretinin ilk gününde, Başbakan Singh ile bir anlaşma imzaladı. Buna göre, ABD Hindistan'a nükleer yakıt ve teknoloji sağlayacak, buna karşılık Hindistan da sivil ve askeri nükleer tesislerini birbirinden ayıracak ve sivil tesisleri Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (IAEA) denetimine açacak. HİNDİSTAN 1998'de ilk nükleer silah denemesini yaptığı zaman, dünya ayağa kalkmıştı. Hindistan'ın bir nükleer program üzerinde gizlice çalıştığı ve bu yüzden atom silahlarının yayılmasını önleme anlaşmasını (NPT) imzalamak istemediği biliniyordu. ABD nasıl oldu da -hâlâ NPT'nin dışında kaldığı halde- Hindistan'a adeta bir "nükleer bonus" vermeye karar verdi? O ABD ki, NPT'ye imzasını yıllar önce atan İran'ın ısrarla "sivil amaçlı" olduğunu iddia ettiği nükleer programını geliştirmesine engel olmak için elinden geleni yapıyor...İlk bakışta, ABD'nin nükleer enerji çalışmaları konusunda İran'a "olmaz" derken, Hindistan'a
İki ziyaret arasında -temel farklara rağmen- bazı benzerliklerin bulunması, bir dizi soruyu gündeme getirdi. Örneğin, bu ziyaretlerin zamanı iyi seçildi mi? Meşal gibi, Caferi'nin şu andaki pozisyonu verimli görüşmelerin yapılmasına elverişli mi? Ziyaret isteğinin karşı taraftan gelmesi Türkiye'yi ev sahipliği yapmaya zorlamış sayılır mı? Her iki halde bu gezilerle ilgili yapılan eleştiriler, görüşmelerden somut bir sonucun alınmamasında rol oynamış mıdır?..Karmaşa içindeki Irak'ta, Caferi'nin bu gezisi, başta Cumhurbaşkanı Talabani olmak üzere, birçok siyasi ve dini çevrelerce hoş karşılanmadı, hatta kendisinin yeni yönetimde başbakanlıkta kalıp kalmayacağının belli olmadığı hatırlatıldı...Kuşkusuz Irak'taki bu tartışmalar, komşu ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesini önlemek için kollarını sıvayan Türkiye'yi zor duruma düşürmüş bulunuyor. Oysa Türkiye şu kritik dönemde iyi niyetle devreye girmiş, tüm taraflarla eşit mesafede kalmaya özen göstermiş ve onları uzlaştırmaktan başka bir amaç gütmemiştir... IRAK Başbakanı İbrahim Caferi'nin Ankara ziyareti, Hamas liderlerinden Halid Meşal'in gelişi gibi, hararetli tartışmalara yol açtı. Türkiye'nin Irak'la ilgili girişimini, bir süreden
Bunun son örneği, AB Bakanlar Konseyi'nin KKTC ile ilgili aldığı karar.Karar, Konsey'in Nisan 2004'te Kıbrıs Türklerinin izolasyonuna son verilmesi için öngördüğü "destek paketi"ni oluşturan iki tüzüğü, birbirinden ayırıyor. Mali yardım tüzüğüne göre, Kuzey Kıbrıs'a bazı altyapı (özellikle enerji ve çevreyle ilgili) projelerinin finansmanı için toplam 139 milyon euro ödenecek. Ancak KKTC ile "doğrudan ticaret"i öngören ikinci tüzük askıya alınıyor ve bununla ilgili görüşmelerin "siyasal koşullara göre" başlayabileceği belirtiliyor.Kıbrıs Türklerinin -ve Ankara'nın- esas beklentisi AB'nin bu ikinci tüzüğü onaylaması ve böylece gerçekten KKTC'nin izolasyonuna son verme taahhüdünü yerine getirmesi idi. AB bu kez de sözünü tutmamakla bu umutlara ve de güvenirliğine ciddi bir darbe indirmiş oldu... AB Türk kamuoyunu öfkelendirmek, üyelik hayallerini altüst etmek için ne lazımsa yapıyor! Koca AB'nin, bu topluluğa daha yeni katılan ve adanın sadece bir kısmını temsil eden "yarım porsiyon" Kıbrıs'ın istek ve kaprislerine nasıl boyun eğdiğini anlamak gerçekten zor.Gerçi Kıbrıs Rum kesimi, AB'nin 25 üyesi arasında eşit koşullarla yer almanın avantajını kullanıyor. Kararlar oybirliğiyle