Samarra'daki El Askeriye Türbesi'ne karşı girişilen saldırının ardından çıkan çatışmalar, Irak'ı bir iç savaşın eşiğine getirdi. Son günlerde alınan sıkı tedbirler sayesinde gerginlik nispeten yatışmış görünse de, tehlike -yani topyekûn bir iç savaş olasılığı- tamamen atlatılmış değil.Bununla beraber Irak'taki gelişmeleri yakından izleyen yetkililer ve analistler, yapılacak girişimlerle, alınacak tedbirlerle iç savaş tehlikesinin bertaraf edilebileceği kanısındalar. Bunlardan biri, Türkiye'nin Irak Özel Temsilcisi Oğuz Çelikkol, diğeri de dün Irak'la ilgili kapsamlı bir rapor yayımlayan Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Direktörü Robert Malley'dir... Irak'ta iç savaş nasıl önlenir? Veya daha doğrusu önlenebilir mi? Türkiye bunun sağlanması için nasıl bir rol oynayabilir? Bağdat'a son yaptığı 3 günlük ziyaretinde, Irak'ın tüm önde gelen yetkilileriyle görüşen deneyimli diplomatımız, "Evet, komşumuz iç savaşa hiç bu kadar yaklaşmamıştı" diyor, "ama durumu kontrol altına almak hâlâ mümkündür" diye ekliyor.Çelikkol'un belirttiği gibi, ümit verici olan husus, bütün siyasi ve dini liderlerin, bir iç savaşı önlemek için ağız birliği yapmalarıdır.Türkiye bu kritik dönemde, Iraklılara bu yönde
Hafta başında bir Avrupalı diplomat müzakere süreci konusunda "basında haber çıkmaması, iyi haber sayılır" diyordu!Gerçekten çeşitli "fasıl"lar üzerindeki "tarama" çalışmaları, sessizce ve olumlu şekilde yürüyor. Bu gidişle yakında -Avusturya'nın başkanlık döneminde- esas üyelik müzakereleri başlayabilecek.Ancak bir konu var ki, bu yolda sinsi bir engel olarak duruyor. O da, Kıbrıs'la ilgili "ek protokol" (yani Türk hava ve deniz limanlarının Rumlara açılması) sorunu...Bu sorun AB-Türkiye ilişkilerindeki olumlu havayı bozabilir, hatta müzakere sürecini tıkayabilir. Papadopulos yönetiminin, istediğini koparmak için AB'yi elinden geldiği kadar zorlayacağı açık. Mersin limanına bir Ro-Ro gemisi göndermesi, bunun örneği... Sahi, AB ile müzakerelerden ne haber?.. Bir süredir bu konuda ses seda yok. Nedeni sadece dikkatlerin tamamen Ortadoğu'daki olaylar üzerinde toplanması değil. Aslında Brüksel'den, medyanın üstüne atlayacağı "seksi" haber gelmiyor. Rum hükümeti bu şilebi bir nevi "deneme balonu" olarak kullandı. Aslında o da, Türk hükümetinin Mersin açıklarında (tam da "AB üçlüsü"nün Ankara'da toplandığı bir sırada) demirleyen bu gemiye "buyrun" demeyeceğini pekâlâ biliyordu.
Amerikan diplomasisi, bu vesileyle bir yandan Hamas'a iletilecek mesajlarla "değişme şansı"nın verilmesine razı olurken, diğer yandan Filistin'de kurmaya hazırlandığı hükümeti ekonomik ve siyasal baskılarla "yola getirmeye" veya çökertmeye çalışıyor.ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Arap ülkelerine yaptığı gezinin amacı, bu kampanyaya Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerin katılmasını sağlamak. Washington, Filistin'e mali yardımların kesilmesi halinde, Hamas yönetiminin sonunda pes edip politikasını değiştireceğine inanıyor. Oysa, Hamas'a zerre kadar sempati duymayan Mısır Cumhurbaşkanı ve Suudi Kralı dahil, Arap liderleri bu tür ambargo ve baskılara karşı çıkıyorlar. Nitekim "Condy"nin bu gezisinde yaptığı çağrıya aldığı yanıt, kesin bir "hayır" oldu... ABD'nin Hamas liderlerinden Halid Meşal'in Ankara ziyareti konusunda gösterdiği "ılımlı" tepki, Türkiye'de ve dışarıda çok kimseyi şaşırttı. Bush yönetiminin "büyük" Ortadoğu coğrafyasında izlediği politika, umduğunun aksi sonuçlar yaratmış bulunuyor.Başkan Bush, adeta Evanjelist bir inançla demokrasi havariliğine soyunmuştur. Bunda kuşkusuz ABD'nin stratejik çıkarları belirleyici olmakla beraber, Bush, özellikle İslam
Genelde ülkelerin dış siyasetlerini, Dışişleri bakanları tek başlarına belirlemezler. Bununla beraber, bu koltukta oturanların kişiliği, düşünce tarzı ve üslubu, politikalara yön verir.Bu tabii Yunanistan için de geçerlidir. Örneğin, özellikle Türkiye'yi ilgilendiren konularda, bir Teodoros Pangalos'un kafa tutan, sert tavrını hatırlayın, bir de Yorgo Papandreu'nun uzlaşıcı, yumuşak tutumunu...Şimdi bu mevkie gelen Dora Bakoyannis'in güçlü kişiliğinin ve vizyonunun Yunan dış siyasetine yansıyacağı açık. Gerçekten Dora, babası eski Başbakan Miçotakis'in yanında yetişen, Yeni Demokrasi Partisi'nde yükselen, Atina Belediye Başkanı olarak (özellikle Olimpiyatlar sırasında) popüler olan, yetenekli, dinamik ve karizmatik bir politikacıdır. Yeni mevkiinde, Yunan dış politikasında yeni ayarlamalar yapması ve yeni bir hareketlilik getirmesi bekleniyor. Görevini devralırken ilk konuşmasında, "gerçekçilik ve yaratıcılık" sözcükleri üzerinde durması, yeni bir yaklaşımın işareti sayılıyor... YUNANİSTAN'ın dış politikasında, Bayan Dora Bakoyannis'in Dışişleri Bakanlığı'na gelmesinden sonra, önemli değişiklikler beklenebilir mi? Dora Bakoyannis Türkiye'de tanınan ve sevilen bir isim. Çeşitli
İlk bakışta bu ziyaretin, Hamas'ın eski tutumundan vazgeçip yeni bir politika geliştirmesi yönünde etkili olduğu söylenemez. Halid Meşal'den, hükümeti kurmakla görevlendirilen başbakan adayı İsmail Haniye'ye ve yeni milletvekillerine kadar Hamas'ın önde gelenleri, son açıklamalarında hep bilinen pozisyonlarını tekrarladılar. Hatta Haniye, Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas'ın yeni Hamas yönetiminin, İsrail'i tanımayı öngören anlaşmalara uyması çağrısını reddetti ve "Oslo Anlaşması artık ölmüştür" şeklinde konuştu...Bu tür açıklamalar, Hamas'ın hiç değişmeyeceği, Halid Meşal'in Ankara'dan ayrılmadan önce Türk yetkililerinin kendisine yaptığı tavsiyeleri dikkate alacağı yönündeki sözünün havada kalacağı anlamına mı geliyor? Hamas liderlerinden Halid Meşal'in Ankara ziyaretiyle ilgili tartışmaları artık geride bırakıp bunun ne kadar etkili olduğuna bakmak ve bundan sonra neler olabileceğini düşünmek lazım. Bunun yanıtını vermek için zaman henüz erken. Şunu kabul etmeli ki, Hamas'ın Ankara'da yapılan tek bir görüşmeden sonra "şip-şak" politikasını değiştirmesini beklemek saflık olur. Meşal veya başka bir Hamas mensubunun, Ankara'da iletilen şartları bir çırpıda kabul ettiğini ilan etmesi
Hükümet -partiyi öne sürerek- neden Hamas yöneticisini davet etme gereğini duydu? Bunda aceleci mi davrandı? Bu ziyaretin hazırlıkları, ayrıca "risk hesabı" iyi yapıldı mı?Başbakan'a ve AKP'ye yakın çevrelere göre, bu davet, Türkiye'nin "tarihi sorumluluk" veya bölgesel barışa katkı "misyonu" anlayışı ile yapılmıştır. Bu ziyaretle ilgili çalışmaları yürüten bir yetkilinin bunu izah şekli özetle şöyle:"Seçimleri kazanan Hamas'ın devlet tecrübesi yok. Örgütün siyasileşmesi, İsrail'e karşı tutumunu değiştirmesi gerek. Bu mesaj kendilerine zamanında verilmezse, Ortadoğu'da vahim olaylar cereyan edebilir, en ufak kıvılcım bölgeyi alevlendirebilir. O zaman da çok geç olur... İşte Türkiye bu anlayışla vakit kaybetmeden bu girişimde bulunmak ihtiyacını duymuştur... Görüşmeler Hamas'a direkt telkinler yapmamızı sağlamıştır. Alınan sonuç umut vericidir. Edinilen izlenim, Hamas'ın yumuşamaya yöneldiğidir. Meşal'in demeci de şimdiden bir üslup değişikliğini gösteriyor"... Hamas liderlerinden Halid Meşal'in Ankara ziyareti, Türkiye'nin karşılaştığı belli başlı dış politika sorunlarını ikinci plana itecek derecede hararetli bir tartışma konusu haline geldi. Erdoğan hükümetinin Ortadoğu'da
Oysa önceki akşama kadar Ankara'da resmen söylenenler, Hamas'a ne bir davetin yapıldığı, ne onunla "direkt" bir temasın kurulduğu, ne de böyle bir ziyaretin beklendiği şeklindeydi.Anlaşılan hükümet, birtakım iç ve dış faktörleri (bu arada Hamas'ın ısrarlı isteğini ve AKP'nin yoğun telkinlerini de) hesaba katarak sonunda Meşal'e ev sahipliği yapmayı uygun görmüştür. Ziyarete "resmi" sıfatının verilmemesinin fazla önemi yok. Hamas lideri Halid Meşal'in Ankara'ya gelişinin, hükümetin veya Dışişleri Bakanlığı'nın "daveti üzerine" yapılmamış olması da pek mühim değil... Önemli olan, Meşal ve yardımcılarının Hamas'ın Filistin seçimlerini kazanmasından sonra, bir yabancı ülkeye ilk seyahatini Türkiye'ye yapmış olmasıdır. Türk yetkililerinin söylediklerinin ışığında, Ankara'nın ABD ve İsrail'in gösterdiği olumsuz tepkiye rağmen, böyle bir karar almasının nedenlerini şöyle özetleyebiliriz: Hamas'ın iktidara gelişi bir realitedir. Şimdi onun sistemle bütünleşmesine ve Ortadoğu barış sürecine katılmasına yardımcı olmak gerek. Hamas'ın "Quartet"in (BM, ABD, AB, Rusya) şartlarını yerine getirmesi, şiddete son vermesi, İsrail'i tanıması ve masaya oturması için ona gereken mesajların ilk elden,
Bu ne anlama geliyor? İran'ın önceki gün Natanz nükleer tesislerinde Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na (IAEA) ait kilidi sökmesi ve kameraları kaldırmasıyla artık meseleyi diplomasi yoluyla halletmek umudu kalkıyor mu?İran'ın uluslararası camiaya meydan okurcasına, IAEA ile diyaloğu keserek ve uzlaşıcı bir formül sunan Rusya ile 16 Şubat randevusunu iptal ederek, uranyum zenginleştirme faaliyetine girişmesi, sorunun 6 Mart'ta BM Güvenlik Konseyi'ne götürülmesini kaçınılmaz kılıyor.İşin Konsey'e gelmesi, krizin artık bütün dünyayı etkileyebilecek boyutlar alması demektir. Bütün bunları önlemenin yolu "kırmızı çizgi"nin aşılmamasıdır. Eğer 6 Mart'a kadar IAEA veya Rusya ile diyalog bağlamında yeni bir gelişme olmazsa ve hele İran, Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın dediği gibi atom anlaşması NPT'den de çekilirse, uluslararası camia bunu "kırmızı çizgi"nin aşıldığı şeklinde değerlendirecek ve ona göre tedbir almaya yönelecektir...* * *BATI ile İran arasındaki zıtlaşmanın bir çatışma (ille askeri değil; siyasi, ekonomik, psikolojik alanda) noktasına gelmesinin yaratabileceği vahim sonuçları tahmin etmek dahi korkutucu. Aslında İran'ın atom bombasına sahip olması ihtimalini daha korkutucu