Bu hassas bölgede Gürcistan'a dahil olan Güney Osetya ve Abhazya'dan, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Yukarı Karabağ'a kadar, çeşitli çıban başları zaman zaman kendilerini belli ediyor.Yukarı Karabağ için "donmuş sorun" diyorlar. 1992-1994 yıllarında Azerbaycan ve Ermenistan'ı savaşmaya iten ve 35 bin kişinin ölümüne, bir milyon insanın da mülteci durumuna düşmesine neden olan bu sorun, bir süredir "buzlukta" duruyor. Ancak dünya basınına pek yansımamakla beraber, buralarda arada bir, çatışmalar olmuyor değil...Geçen hafta sonu, Karabağ sorununun, nihayet "buzluk"tan çıkarılıp masaya yatırılması, bir umut yarattı. Ama ne yazık ki bu umut kısa ömürlü oldu. Sorun gene "donmuş" şekliyle buzluğa kondu...* * *YUKARI Karabağ'ın 1990'larda Ermeni güçleri tarafından işgal edilmesi ve Azerbaycan'ın topraklarının yüzde 15'ini kaybetmesiyle sonuçlanan savaştan sonra, ateş kesildi, ancak barış kurulamadı. Ermenistan, Yukarı Karabağ'da yarattığı fiili durumu kendi açısından bir çözüm olarak gördü; ama Azerbaycan bu toprakların kendisine ait olduğu ve işgalin asla kabul edilmeyeceği görüşü üzerinde ısrar etti.Bölge istikrarını tehlikeye düşüren bu meselenin çözümüne yardımcı olmak üzere,
İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw Avam Kamarası'ndaki konuşmasında, net mesajlar verdi: Rum yönetimi şimdiki politikasını sürdürürse, adanın bölünmüşlüğü pekişir ve bu, zamanla KKTC'nin tanınmasına kadar gider... Papadopulos müzakerelerde kötü niyetli davrandı. AB'nin Kıbrıs'ın üyeliğine o hali ile razı olması trajik bir hata oldu... İngiltere halen de birleşik bir Kıbrıs'tan yanadır; ama Papadopulos'un davranışı, arzu ettiğinin tam tersi bir sonuç yaratabilir...İngiliz Dışişleri Bakanı'nın bu cesur çıkışının etkisi ne olacak? Rum yönetimi politikasını gözden geçirecek mi? Bir değişiklik görülmezse, İngiltere ve diğer ülkelerin KKTC'yi bir şekilde tanıması ihtimali var mı?* * *STRAW'un konuşmasına Rum kesiminin gösterdiği sert tepkiye bakılırsa, Papadopulos'un bu yakınlarda politikasında herhangi bir değişiklik yapmasını beklememeli. İlginç olan husus, Straw'a tepkilerin, sadece hükümet kanadından değil, tüm siyasi partilerden ve gazetelerden de gelmesidir. Hepsi koro halinde İngiltere'yi Türkiye'den yana bir tavır almak ve adanın bölünmesine destek vermekle suçluyor...Rumların kızgınlıkla böyle bir tepki göstermelerine şaşmamak lazım. Neye -veya kime- güvendikleri belli: Tek
Gerçekten, kitap "karikatür krizi"nin ışığında yeniden incelendiğinde, Huntington'un yazdıklarında, onu haklı çıkaran bazı unsurlar bulmak mümkün.Ama bu, İslam dünyası ile Batı arasında küresel çapta bir "medeniyetler savaşı"nın başladığı anlamına gelmez. Her ne kadar Huntington "kısmi bir çatışma"yı da, bir medeniyetler arası savaş sayıyorsa da...* * *DANİMARKA'daki karikatür ile başlayan olaylar İslam dünyası ile Avrupa arasındaki kültür ve anlayış farkını açıkça gözlerin önüne sermiştir. Birçok Avrupalı hâlâ bu çirkin karikatürün yayımlanmasını, ısrarla ifade özgürlüğünün icabı sayıyor. Müslüman ülkeler ise, bunu dini duyguları rencide eden, aşağılayıcı bir hareket olarak görüyor.Bu kültür farkı İslam dünyası ile Batı arasında bir medeniyet çatışmasını tetikleyecek kadar güçlü bir etken midir? Karikatür olayının şiddeti içeren biçimde yayılması, sadece "din faktörü"ne mi bağlı?Bu krizin "Batı" ile "İslam âlemi"ni karşı karşıya getirdiği ifadesi kullanılıyor. Oysa, Batı bu karikatür olayında bir "blok" oluşturmuş değil. Avrupa içinde bu karikatüre ve onu savunan anlayışa karşı çıkan çok kimse var (birçok hükümet veya lider açık bir tavır aldı)... "Batı" derken "tüm Avrupa ve
Ve eğer İslam dünyasında buna karşı gösterilen haklı tepkiler Danimarka ve diğer Avrupa ülkelerinin temsilciliklerine saldırılara kadar varan bir şiddet kampanyasına dönüşmeseydi, krizi çözmek ve gerginliği düşürmek herhalde daha kolay olacaktı...Ne yazık ki nedenleri göründüğünden çok daha derin ve karmaşık olan "karikatür krizi" şimdi uluslararası platformda kaygı verici gelişmelere gebe...Böyle bir noktaya gelinmekle beraber, durumun yatıştırılması ve bir uzlaşmanın sağlanması imkânı yok değil. Türkiye'nin üstlenmek istediği inisiyatifin bunda yararlı bir katkısı olabilir...* * *KARİKATÜR krizinin yarattığı yeni durumu ve olası sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz: Genelde bu olay İslam dünyası ile Batı arasındaki uçurumu -veya kutuplaşmayı- daha derinleştirdi. Dünkü yazımızda izah ettiğimiz nedenlerden kaynaklanan eski veya yeni öfke, nefret, düşmanlık duyguları bu vesileyle gösterilen tepkilerle açığa vuruldu. Bu tepkiler karikatürün yayımlandığı Danimarka'nın ve Norveç'in ötesinde, tüm Batı'ya yönelik (dincisi, laiki, sağcısı, solcusu, Sünnisi, Şiisi, dahil) yaygın bir hareket olarak kendini belli ediyor. Bu olay İslam dünyasındaki radikal unsurlara -ve hükümetlere kendi
Bu nedenleri ve olası sonuçlarını iyi bir analize tabi tutmak gerek.Evet, halen bütün İslam dünyasına yayılan Batı karşıtı kampanyayı tetikleyen olay, 4 ay önce Kopenhag'daki "Jyllande Posten" gazetesinde yayımlanan ve Hazreti Muhammed'e hakaret eden o mahut karikatür... Danimarka makamlarının İslam dünyasından gelen tepkiye aldırmayıp kendi bildiğini okumaya devam etmesi başka Avrupa gazetelerine de aynı tür karikatürler yayımlama cesaretini verdi. Sonuçta İslam dünyası ile Batı arasında sinirler iyice gerildi.Şimdi onarılması çok zor ve bundan sonraki gelişmelerin nereye götüreceği belirsiz bir noktaya gelinmiş bulunuyor.***Temelde, mahut karikatürün bu büyük fırtınaya yol açması, Batı ile İslam dünyası arasındaki kültür ve anlayış farkından kaynaklanıyor.Danimarka ve karikatürün basıldığı diğer ülkelerde ifade özgürlüğü, çoğu Ortadoğu ve Asya ülkelerindekinden çok farklı biçimde değerlendiriliyor. Özellikle dine ve dini liderlere hakaret konusunda İslam dünyasında -bazı Avrupalıların bir türlü anlamadıkları veya anlayış göstermek istemediği- bir hassasiyet var. Aslında tepkilerin hızla bütün İslam dünyasına yayılmasının ve şiddeti içeren bir tırmanışa geçmesinin her iki taraf
Evet, eski petrolcü George W. Bush, Amerikalıların petrol alışkanlığını değiştirmesini ve özellikle Ortadoğu petrolüne bağımlılığın sona ermesini istiyor.Nedeni de açık: Sürekli yükselen petrol fiyatları, ABD bütçesine de ağır bir yük getiriyor. Yaklaşık 250 milyon arabanın yollarda vızır vızır işlediği, günlük petrol tüketiminin 20 milyon varili bulduğu ABD'de yakıt faturaları artık el yakıyor... Ayrıca bu petrolün önemli bir kısmı Ortadoğu ülkelerinden geliyor. O Ortadoğu ki, halen dünyanın en istikrarsız ve yarını belirsiz bölgesi...Bu nedenlerle Başkan Bush, geleneksel "ülkenin durumu" konuşmasında ulusuna kararını açıkladı: Petrol düşkünlüğüne artık son verilecek. Yani, zamanla petrolün yerini alacak başka enerji kaynakları geliştirilecek... 2025'e kadar da Ortadoğu'dan ithal edilen petrol, yüzde 75 oranında azaltılacak...* * *Bu niyet gerçekleşir mi? Bunu zaman gösterecek. Başkanın açıklaması ABD'de ve dünyada hararetli bir tartışma başlattı bile. ABD'de, "Bush güzel söylüyor, ama bu vizyonu bir hayalden ibaret, çünkü yaşam şekli nedeniyle Amerikalılar petrole muhtaç" diyenler var. Uzmanların bir kısmı da geliştirilecek alternatif enerjiye rağmen, petrole olan ihtiyacın
Altı ay içinde yaşama geçirilmesi düşünülen projeye, İsrail ile Filistin'i uzlaştırmaya çalışan "dörtler"den (ABD, AB, Rusya ve BM) tam destek gelmişti. Japonya dahil, çeşitli gelişmiş ülkeler ve finans kuruluşları da projeye yakın ilgi gösteriyordu.Projenin, sağlayacağı ekonomik yararın yanı sıra, siyasal bir önemi de vardı. Filistinlilerle İsrail'in birlikte çalışması, barışa da hizmet edecekti. Bu nedenle bu tasarıya "Barış İçin Sanayi Projesi" adı verilmişti.Aslında bu proje Türk diplomasisinin ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TÖBB) çerçevesinde Türk işadamlarının bir kreasyonu idi. Bu fikrin somut bir projeye dönüştürülmesi ve tarafların onayını kazanması, hiç de kolay olmadı. Ama sonunda Gül'ün gezisi sırasında üçlü "mutabakat muhtırası" imzalandı. Yabancı basının deyişiyle, "Başbakan Erdoğan'ın bebeği" dünyaya gözünü açtı...* * *ŞİMDİ bu "bebeğin" büyüme -hatta hayatta kalma- şansı var mı?Hamas'ın seçim zaferini izleyen gelişmeler, bu soruyu gündeme getiriyor.Erez projesinin yaşama geçirilmesi ikili işbirliğinin ve çok yanlı desteğin sürdürülmesiyle mümkün. Oysa şimdi ne görüyoruz? Gerek İsrail, gerekse uluslararası camia, bırakın bu yeni projeyi, Filistin'e şimdiye
Gerçekten bu konferansta İran'ı nükleer programından vazgeçirmek için alınacak önlemler konusunun BM Güvenlik Konseyi'ne götürülmesi üzerinde bir konsensüs sağlandı. Ancak kesin kararın BM'ye bağlı olan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK)'nun 6 Mart'ta yapacağı toplantıda alınması üzerinde anlaşmaya varıldı.Kuşkusuz Batılıların Rusya ve Çin ile bu konuda ortak bir cephe kurması çok önemli. Ancak marta kadar diplomasinin devreye girmesine de şans tanınıyor. Bunu daha çok arzulayan Rusya ve Çin, şimdiden bu amaçla diplomatlarını Tahran'a göndermiş bulunuyorlar. Açıkçası onların tercihi, meselenin Güvenlik Konseyi'ne götürülmeden önce, bu birkaç hafta içinde, belirli bir formüle göre (örneğin İran'ın uranyumu zenginleştirme programını Rusya'da denetim altında yürütmesi önerisi gibi) halledilmesidir.İran buna razı olacak mı? Eğer diplomasi ivedi bir çare bulamazsa, meselenin Güvenlik Konseyi'ne götürülmesi kaçınılmaz. Ancak orada özellikle İran'ı zorlayacak önlemler -örneğin yaptırımlar- konusunda Londra'dakine benzer bir konsensüsün oluşacağı çok şüpheli. İran'la mevcut ekonomik ve stratejik çıkarları nedeniyle, gerek Rusya'nın gerekse Çin'in yaptırım (ambargo) gibi dayatmalara