Dünya, Ariel Şaron için mateme boğulmayacak

7 Ocak 2006

O kadar ki, 1982 yılında gerçekleşen Sabra ve Şatila katliamlarını unutamayan Filistin yönetiminin kilit isimlerinden Nebil Şaat bile, bu katliamı durdurmayan, hatta birçok kişiye göre açık açık teşvik eden, Şaron'u arayacaklarını deme noktasına gelmiş bulunuyor. Kısacası, genel beklenti Şaron'un ardından gelenin kendisinden de beter olacağı yolundadır. Ariel Şaron döneminin kapanıyor olması, Ortadoğu'da barış konusunda olumlu değil, olumsuz beklentilere yol açmış bulunuyor. Buradaki "tarihi ironi" ise gerçekten çarpıcı. Hayatını, kabaca "Vaat edilmiş büyük ve kadim İsrail" diye çevirebileceğimiz "Eretz İsrail"e adamış olan ve bu yüzden de geçmişte nice barış arayışını engellemiş bulunan Şaron, garip bir gelişmeler zinciri sonunda kendisini, "barışın" olmasa dahi, "çözümün kilidi" haline getirmeyi başarmıştı. Şaron'un sahneden çekilmesiyle tekrar meydana çıkmaya hazırlanan "Bibi" Netanyahu'nun "söylemi ve eylemi" ise bunu adeta garantiliyor. Zira, çok büyük olasılıkla onun başında olacağı yeni hükümetin temel misyonu, Şaron'un muhafazakâr ve köktendinci Yahudi çevrelerinde yol açtığı infiali yatıştırmak olacak. Bu infialin temelinde ise Şaron'un ortaya koyduğu işgal altındaki

Yazının Devamı

"Çuval hadisesi" enfeksiyona dönüştü

5 Ocak 2006

Ergen'e göre "çuval olayının" intikamı şöyle alınmış:19 Mayıs 2004'te, Kuzey Irak'ta, kendi komutasındaki tim ile Irak polisi, peşmerge ve PKK destekli Amerikalı Albay Martin Rollinson karşılaşıyorlar. Ergen, Amerikalı ve beraberindekileri timindeki koruculara yakalatıyor. Korku içinde titreyen Rollinson'u, gördüğü gerek üzerine, çırılçıplak soyduruyor. Rollinson ve beraberindekiler yapılan sorgulamadan sonra serbest bırakılıyorlar. Türk-ABD ilişkilerine damgasını vuran "çuval hadisesi"nin olumsuz yansımaları sürüyor. Emekli Albay Aziz Ergen'in Gazeteci Saygı Öztürk'e yaptığı ve bazı ayrıntıları dün Milliyet'te tekrarlanan açıklamaları bu hadisenin TSK'nın kimi kademelerinde onulmaz bir kindarlığa yol açtığını gösteriyor. Ancak burada bir sorun var. Dönemin jandarma komutanı, emekli Org. Şener Eruygur, Ergen'in açıklamaları için, "Abartılı. Öyle olmadı" diyor. Olay hakkında 5 Haziran 2004'te Genelkurmay'dan yapılan açıklamada da, hadisenin rutin bir karşılaşma olduğu ve bu gibi durumlardaki olağan askeri teatiden sonra herkesin yoluna gittiği yansıtılıyor.ABD Büyükelçiliği ise Ergen'in her şeyi "uydurduğunu" söylüyor. Ne "soyma" ne de "titreme" olduğunu belirtiyor. Elçiliğe

Yazının Devamı

AB'nin ne olduğunu bu yıl daha iyi anlayacağız

2 Ocak 2006

Örneğin, mahiyetini anlamadan "TCK reformu"na onay veren AB, 301'in seri şekilde uygulanmasıyla neyin ne olduğunu gördü ve bu maddenin iptalini istiyor. Türkiye'deki AB karşıtları da, haliyle, "Türklüğe hakaretin serbest bırakılmasını istiyorlar" serzenişinde bulunuyorlar . AB perspektifi bir yandan daha yüksek bir yaşam standardı vaat ederken, diğer yandan Cumhuriyet'in bazı temel paradigmalarını tartışmaya açmış bulunuyor. Bu ikilemden kaynaklanan sıkıntıları 2005'te açık açık yaşadık. Bu sıkıntıların 2006'da artarak, Avrupa ile periyodik krizler yaşamamıza yol açacağını tahmin etmek ise güç değil. Aslında haklılar da. Çünkü AB, sonuçta, "fikir özgürlüğü kapsamında 'İngilizliğe' ve 'Almanlığa' ne kadar hakaret edilebiliyorsa, 'Türklüğe' de o kadar hakaret edilebilmeli" diyor. Bu ise, mevcut akıl yapısıyla, Türkiye'de kolay hazmedilebilecek bir şey değil. Onun için, 2006 aynı zamanda, AB üyeliğinin ne anlama geldiği konusunun daha iyi anlaşılacağı ve bazı hayallerden de belki vazgeçileceği bir yıl olacaktır. Daha açık konuşmak gerekirse, 2006, Ankara'nın, başkaları telaffuz ettiğinde kızdığı, "özel ilişki" formülünü şu veya bu şekilde kendisi telaffuz etmeye başladığı yıl

Yazının Devamı

TSK hakkındaki ezberi bozan bir araştırma

31 Aralık 2005

Fikret Bila, dünkü yazısında, "Foreign Affairs" adlı derginin yeni çıkan sayısında yayımlanan "Türk Ordusunun AB'ye Yürüyüşü" başlıklı araştırmadan söz etti. Foreign Affairs'ın önemini en iyi anlatmanın yolu, Samuel Huntington'ın ünlü "Medeniyetler Çatışması" makalesinin ilkönce bu dergide yayımlandığını hatırlatmaktır. Son yazımda 2006'nın Türk-AB ilişkileri açısından zorlu geçeceğini belirttim. AB'nin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, TSK'nın da AB'ye bakışının bu çerçevede etkili olacağı malum. Ancak, bu konuda hem AB'deki hem de Türkiye'deki ezberleri bozacak gelişmeler de yok değil. Araştırmayı yapanlar ise TSK'da görevli Binbaşı Doğan Akyüz, TSK kökenli araştırmacı Nihat Ali Özcan ve Bilkent'in polis kökenli öğretim üyelerinden Ersel Aydınlı. Kısacası bu araştırma TSK'nın bilgisi dışında yapılmış olamaz.Bila'nın yazısından da anlaşılacağı gibi, TSK'nın AB'ye bakışını şu şekilde özetleyebiliriz:"TSK, 'AB'cidir ve bunun için gerekli reformları destekleyecektir. Genelkurmay'ın üst kademesi, bunun İslami köktendincilik ve ayrılıkçı terörizmle başa çıkmanın en iyi yolu olduğunu biliyor. Fakat TSK, imtiyazlarından tümüyle vazgeçmek için AB sürecinin geri dönülmez olduğunu görmek ister.

Yazının Devamı

AB ile ilişkilerimiz 2006'da dondurulabilir

29 Aralık 2005

Önce Kıbrıs'a bakalım. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in "Limanlarımızı Rumlara açmayız" sözlerine yanıt olarak Rum Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu'nun, önceki gün söylediği "Türkiye bu kafayla giderse kısa süre içinde AB içinde kriz çıkarır" lafı boşuna söylenmiş değil. Rumlar, Rauf Denktaş sayesinde tek başlarına üye olmayı başardıkları AB içinde kendilerini giderek daha güçlü hissediyorlar. Bu nedenle Ankara'yı sınamak için 2006'nın başlarında bir Türk limanına gemi göndererek bu krizi bizzat çıkarmaya hazırlanıyorlar. En azından AB çevrelerindeki beklenti bu. 2006'da AB ile yüksek gerilim yaşayacağımızı gösteren faktörler ortada. İkisine ise anında işaret edebiliriz. İlki Kıbrıs. İkincisi ise "AB reformları"nın uygulanmasındaki bariz açıklar. Burada "ifade özgürlüğü" sorununun ön planda olacağı ise şimdiden belli. Türkiye de gemileri geri çevireceği için, "Gümrük Birliği yükümlülüklerini ihlal ettiği" gerekçesiyle AB'de Rumlar ve destekçileri sayesinde kıyamet kopacak. Bu kriz nedeniyle müzakerelerin dondurulmasına kadar giden bir yola girilmiş olacağını AB tarafında açıkça söyleyenler var. Hatta, burada Türkiye açısından "olumsuz" olan bir diğer olasılık daha var. O

Yazının Devamı

Bazı şeyleri anlamak 30-40 senemizi alıyor

26 Aralık 2005

Nâzım, babamın neslinin devasa şahsiyetidir. Ancak benim neslime de damgasını vurmuştur. Zira onu sevmek, okumak ve yüceltmek benim neslime de pahalıya patlamıştır. Kız arkadaşına bir Nâzım şiiri gönderdi diye gencecik yaşta kodesi boylayan Attilâ İlhan'ın açtığı yoldan epey tanıdık geçmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, Nâzım Hikmet lehine açılan bir davayı reddeden Danıştay 10'uncu Dairesi'nin kararını bozarken, "Nâzım Hikmet, Türk dünyasının ve 20'nci yüzyıl dünya edebiyatının en büyük şairlerinden olup, geçmiş ve gelecek yüzyılların ebediyen yaşayacak klasiğidir" demiş. 12 Mart döneminde evimiz Emil Galip Sandalcı ve Seha Meray'dan, İlhami Soysal ve Fikret Otyam'a kadar birçok "azılı vatan haini komünistin" uğrak yeriydi. Babam bu yüzden "eninde sonunda basılacağımızı" doğru olarak tahmin etmişti.Bu nedenle, Nâzım koleksiyonunu da içeren "sakıncalı kütüphanesini" Dışişleri Bakanlığı'ndaki odasına taşımıştı. Günümüzde emekli olan veya emeklilikleri yaklaşan büyükelçilerimizden bir grup "potansiyel komünist" genç diplomatımızın kütüphanesine de aynı şekilde "yataklık" etmişti. Onun için Nâzım'a ve sevenlerine o kadar acıyı çektirmiş olan bir düzeninin

Yazının Devamı

Avrupalı diplomatlar Erdoğan'dan endişe ediyor

24 Aralık 2005

Açıkça konuşmak gerekirse, 301'e dayanarak arka arkaya açılan davalar ve ilk cezaların yağmaya başlaması, Dışişleri Bakanı Gül'ün "Bu davalar düşer" yaklaşımıyla çelişmekle kalmıyor, Türkiye'nin bir tür "devri sabık"a doğru ilerlemekte olduğunu çağrıştırıyor. Başka bir ifadeyle, "AB perspektifi" Türkiye'yi ileriye götürecekken geriye götürmeye başladı. Ali Babacan'ın hafta içinde AB büyükelçilerine verdiği brifing bir ölçüde "rahatlatıcı" olmuş. Ancak bu, AB kanadında artan kuşku ve kaygıyı gidermeye yetmiyor. Kaygının temelindeyse "Türkiye'de neler oluyor?" sorusu yatıyor. Çünkü bir şeylerin "şirazeden çıktığı" görülüyor. Son olarak Mustafa Koç ve Erdoğan Teziç hakkında Başbakan Erdoğan'ın "talimatıyla" başlatılan savcılık soruşturması ise hükümette gelişmekte olan "tahammülsüzlüğün" en somut ifadesi olarak görülüyor. Hem Erdoğan'ın, hem de Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in, Ali Babacan'ın bile "değişmesi gerekir" dediği, 301'i değiştirmeme kararında olduklarını açıkça yansıtmaları ise bu algılamayı daha da somutlaştırıyor. Erdoğan'ın bu hoşgörüden uzak yaklaşımını Avrupa'da kendisine yakın olan dostu Silvio Berlusconi alkışlayabilir. Birçok Avrupalı zaten ikisi arasında dünya görüşü

Yazının Devamı

Türkiye için 'hayati karar' günü

22 Aralık 2005

Bu davaların önemli bölümü, ifade özgürlüğü, adil yargılama ve işkenceyle ilgili. Bazıları ise mal mülk meseleleriyle ilgili. Bunların en önemlisi ise, kuşkusuz, 46347/99 sayılı "Xenides-Arestis v. Turkey" davası. Myra Xenides-Arestis, veya Türkçe yazılımıyla Mira Kisenides-Arestis, Türkiye aleyhine açtığı davada, Kuzey Kıbrıs'taki gayrimenkulünü kullanamadığını iddia ederek bunun Avrupa İnsan Haklar Sözleşmesi'nin ihlali anlamına geldiğini ileri sürmüştü. Yaşamımızın bir parçası haline gelmiş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde bugün tam anlamıyla bir "Türkiye günü" yaşanacak, zira bugün açıklanacak 20 kadar karardan 16'sı Türkiye'yle ilgili. AİHM de davanın "kabul edilebilir" olduğunu belirtirken buna neden olarak, Kuzey Kıbrıs'ta kurulmuş olan "Tazmin Komisyonu'nun" davacı Rumlarca başvurulacak bir yasal merci olarak "yetersiz" kalmasına işaret etmişti. Ancak, Türk tarafının aleyhine olan bu karar, aslında içinde önemli bir "tüyo"yu barındırıyordu. Türk tarafı, "Demek ki, söz konusu komisyon 'yeterli' hale getirilirse. AİHM bunu kabul edecek" noktasından hareketle, gerekli tedbirleri almaya koyuldu. KKTC'de pazartesi günü kabul edilen ve Rumlara Kuzey'deki mallarına

Yazının Devamı