Soykırım iddiası üzerimize çığ gibi geliyor

18 Haziran 2005

Türkiye dahil, çeşitli ülkelerden çok sayıda tanınmış akademisyenin üye olduğu birlik, mektubunda, hükümetin, "1915 olaylarını tarihçiler araştırsın ve gerçekler ortaya çıksın" argümanına sert yanıt veriyor. Başbakan Erdoğan'ı, "Ermeni soykırımı konusunda yapılmış olan yüzlerce araştırmadan bihaber olmakla" suçlayan mektup, bazıları onlarca yıl geriye giden bu araştırmaların tek bir ülkeden değil, dünyanın çeşitli ülkelerinden kaynaklandığını ve farklı uyruklara ait bağımsız akademisyenlerce yapıldığını belirtiyor. Başbakan Erdoğan'ın Ermeni soykırımı iddiaları konusunda "Arşivlerimizi açtık. Kimde ne belge varsa ortaya koysun. Hiç kimse boş boş konuşmasın" şeklinde özetlenebilecek olan ve önceki gün Beyrut'ta da tekrarladığı yaklaşımı "soykırım araştırmacılarını" harekete geçirdi. Uluslararası Soykırım Araştırmaları Birliği (IAGS), konuyla ilgili olarak Erdoğan'a 13 Haziran 2005 tarihli bir mektup gönderdi. Mektupta ayrıca, 1915 olaylarının, bu akademisyenlerin hemen hemen hepsi tarafından, 1948 tarihli Soykırım Konvansiyonu'na göre, "soykırım" olarak tanımlandığı kaydediliyor. İki yılda bir gerçekleştirilen ve bu yıl 4-7 Haziran tarihleri arasında ABD'nin Florida eyaletinin

Yazının Devamı

Lübnanlılar 'hep birlikte kazanmayı' deniyor

16 Haziran 2005

Genç, yaşlı, yetkili yetkisiz kiminle tanışırsak, son aylardaki dramatik gelişmeleri konuşuyoruz. Yansıyan hava biraz karışık. Bir yanda, 'Bu ülke değişmez' diyen 'sinik' yaşlılar var. Diğer yandaysa, 'Sedir Devrimi'nin lokomotifi olan ve geleceğe naif bir umutla sarılmış bulunan gençler. Orta yaşlılara gelince, onlar da gençlerin bu olumlu enerjisinden güç alarak geleceğe umutla bakmak istiyorlar. Ancak, ülkelerini yerle bir etmiş olan olaylar bu kesimin hafızasındaki canlılığını koruyor. Bu yüzden bu kişiler karamsarlıktan yana belli bir 'ihtiyat payını' da elden bırakmak istemiyorlar. Ama umutsuz değiller. Bugün başlayacak olan ve Başbakan Erdoğan'ın 'şeref konuğu' olarak katılacağı Arap Ekonomik Forumu (AEF) toplantısı için Lübnan'ın başkentindeyiz. Refik Hariri'nin öldürülmesiyle başlayan -ve bu hafta sonu dördüncü ve son turu tamamlanacak olan seçimler ile devam eden- olaylar zinciri nedeniyle dünyanın gözleri bu ülke üzerinde. İşin içinde bir de 'Suriye' boyutunun olması bu ilgiyi, doğal olarak, artırıyor. AEF'nin yapılacağı Phoencia Hotel'i ve çevresi aslında bugünün Lübnan'ını simgeliyor. İç savaşta harap olmuş olan bu otel, yağız bir damat gibi gıcır gıcır duruyor ve

Yazının Devamı

Dünyadaki yerimiz nedir?

13 Haziran 2005

"Türkiye'yi kaybediyoruz" başlığını taşıyan yazıyı gazetenin yorumcularından Gerard Baker kaleme almış. İkincisi ise, New York Times gazetesinde cumartesi günü çıktı. Craig S. Smith imzasını taşıyan bu yazının başlığı ise, "AB umutları konusunda endişeye düşen Türkler ABD'ye dönüyorlar." Her iki yazıda, Fransız ve Hollanda referandumlarından dolayı hayal kırıklığına uğrayan Türkiye'nin, AB üyeliği yerine farklı arayışlara girdiği savunuluyor. Türk-Amerikan ilişkilerindeki soğukluğa değinen Baker, Ankara'nın bu çerçevede "Güney'e açılmaya çalıştığını" belirterek, Türkiye-Suriye ilişkilerine işaret ediyor ve bunun Avrupa için kaygı verici olması gerektiğini söylüyor. Smith'e bakacak olursak, ona göre durum oldukça farklı. AB'de istediğini bulamayan Türkiye tekrar ABD'ye dönüyor. Türkiye hakkında son günlerde peş peşe çıkan iki yazı dikkat çekiyor. İlki, İngiliz "Times" gazetesinde cuma günü çıktı. Bu arada, her iki yazıda Türkiye'nin son yıllardaki siyasi ve ekonomik başarılarından söz ediliyor. Baker, Türkiye'nin AB'yi tatmin etmek için gerçekleştirdiği reformlarla adeta havada takla attığını belirtirken, Smith de, Türkiye'nin son dönemde yakalamış olduğu sürdürülebilir ekonomik

Yazının Devamı

Şam'a bu öpücükleri niçin gönderiyoruz?

11 Haziran 2005

Kendi demokrasisini oturtmakta bile büyük zorluklar çekmiş ve çekmeye devam eden bir ülke olan Türkiye'nin bölgeye dönük esas tercihi her zaman, demokrasiden yana değil, istikrardan yana olmuştur. Bunu sağlayan diktatörün Saddam gibi "kötü ruhlu" veya Kral Abdullah gibi "iyi ruhlu" olması fazla önem taşımamıştır. Başbakan Erdoğan'ın Başkan Bush ile yaptığı görüşmede, Türkiye'nin, demokrasinin yayılması için bölgesinde oynayabileceği rol ön plana çıktı. Erdoğan'ın sözlerinden anladığımız kadarıyla Türkiye bu role talip. Ancak, bu gerçekçi mi? Geriye doğru baktığımızda, Türkiye'nin bölgesinde demokrasiden yana "siyasi elektrik" yayma gibi bir derdinin olmadığını görürüz. Nedeni de ortada. Aynı yaklaşımı Türkiye'nin "kardeş" Türki Cumhuriyetlerine dönük politikalarında da görürüz. Örneğin, Ankara bugüne kadar Özbek lideri İslam Kerimov'a demokrasiden yana öğütlerde bulunmadığı gibi, "acımasız bir diktatör" olarak tanınan bu kişinin taleplerine boyun dahi eğdi. Tıpkı Muhammed Salih olayında olduğu gibi. Özbekistan'da demokrasi için mücadele veren Salih'in, Kerimov'un baskıları nedeniyle, sığındığı Türkiye'den apar topar nasıl atıldığını kaçımız anımsar?Salih, yarın öbür gün

Yazının Devamı

'Stratejik ilişki' meselesi

9 Haziran 2005

ABD ile ilişkilerde kopma noktasında değilsek, bunun bazı nedenleri var. İncirlik'in Washington için, her şeye rağmen, devam eden önemi; Türkiye'nin Afganistan gibi yerlerde üstlendiği NATO eksenli görevler ve Amerikalıların artık "ılımlı Müslüman ülke" olarak gördükleri Türkiye'nin "radikal Müslümanlara" karşı oluşturduğu "anti-tez" gibi. Başbakan Erdoğan, Washington'a ayrılmadan önce Türk-ABD ilişkilerindeki "stratejik" boyutun sürdüğünü söyledi. ABD ziyareti sırasında da bu temayı işliyor. Başkan Bush da dün bu kavramı dile getirdi. Erdoğan, ilişkilerin stratejik olmasını iki ülkenin bölgeye dönük olarak güttükleri benzeri politikalara bağlıyor. Sorun da zaten burada başlıyor. Suriye, Irak, İran derken gerçek görüntü Erdoğan'ın yansıtmaya çalıştığından çok farklı. Bu arada, Türkiye'de Amerika'ya karşı ne tür bir hissiyatın olduğu da zaten ortada. En üst kademedeki bürokrattan taksi şoförüne kadar, nüfusumuzun neredeyse yüzde 90'ının Amerika konusunda ne düşündüğünü biliyoruz. Türk-Amerikan ilişkilerini kurtarmak üzere Washington'da bulunan Başbakan Erdoğan'ın ve partisindeki bazı önde gelen isimlerin yakın geçmişteki bazı sözleri ise hâlâ hafızalarda. Suçu CHP'ye atmaya

Yazının Devamı

Demirel'i dinliyorum, gözlerim kapalı...

6 Haziran 2005

Başörtüsü konusuna gelince; halkın çoğunluğu ile yasaklarla mücadele edilemeyeceğini söyleyen Sayın Demirel, burada siyasi mücadelenin ön planda olması gerektiğini belirtiyor. Yani, tekrar Meclis'e ve "demokratik ikna yoluna" işaret ediyor. Bu arada, "Azınlığın veya çoğunluğun tahakkümüne karşıyım" diyor. Yani, bir yandan toplumdaki güçlü konumlarını kullanmaya kalkanlara, diğer yandan da "Meclis'te yeterince sayım var, istediğimi yaparım" diyenlere karşı çıkıyor. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i CNN Türk'te yayımlanan "Ankara Kulisi"nde dinliyordum dün. Her yönüyle bir "liberal demokrat" portresi çizdi. İçe dönük devletçi odaklara ve örtülü AB aleyhtarlarına ise hiç prim vermedi. Son dönemde yaşanan tartışmalara da değinen Demirel, atanmışlarla seçilmişlere yapılan müdahaleleri eleştirerek, çözümün her zaman Meclis'te aranması gerektiğini vurguladı. Demirel bu çerçevede, "Başı örtülü veya eşinin başı örtülü olan biri cumhurbaşkanı seçilirse bunu engelleyebilecek bir şey yok" anlamına gelen sözler sarf ediyor. "Bunu sevmiyorsanız, o zaman cumhurbaşkanını bağlayan kıyafet kuralları çıkarın" diyor. Yani göndermesi yine Meclis'e. Mevcut kanunların böyle bir

Yazının Devamı

Bisikleti duvara dayamayalım

4 Haziran 2005

Sonuçta Avrupa'yı bugünün Avrupa'sı yapan sosyoekonomik dinamikler bizim için de geçerli. Bir bölge ülkelerine, bir de Türkiye'ye bakmak, ne demek istediğimizi anlamak için yeterli. AB perspektifi ise gelişme sürecimiz açısından lokomotif rolü oynamıştır. AB perspektifimiz somutlaştıkça gelişme sürecimizin çok daha ileri noktalara gideceği de malum. Ancak, bu perspektifin hakkıyla olgunlaşması için AB'nin asgari gereklerini yerine getirmek zorundayız. Avrupa'nın kimlik krizine girmesi nedeniyle AB üyesi olamazsak da getirmek zorundayız. Çünkü bunlar kendi kalkınmamızın da nesnel önkoşullarıdır. Tekrarlıyorum: AB burada lokomotif roldedir. Yoksa amaç hiçbir zaman "Almanlaşmak" veya "Fransızlaşmak" olmamıştır. Olamaz da. Çünkü kimliğimizden memnunuz. Öte yandan, nesnel sosyoekonomik gerçekler ve global dinamiklerden de kendimizi sıyıramayız. Aramızda sıyırabileceğimize inananlar kuşkusuz var. Fakat gerçekçi değiller. Avrupa Birliği için kullanılan "bisikletçi" benzetmesini duymayan kalmamıştır. Yine de hatırlatayım. AB'nin bir bisikletçiye benzediği söylenir. Yani, hep ilerlemesi gerekiyor. Çünkü durdu mu düşer. Aslında Türkiye için de aynısı geçerli. Kuşkusuz Türkiye'de

Yazının Devamı

Amerika'nın Suriye kızgınlığı sürüyor

2 Haziran 2005

ABD Temsilciler Meclisi üyesi Edward Whitfield'ın KKTC'ye yaptığı ve Kıbrıslı Türkleri sevindiren, Rumları ise adeta çıldırtan geziye o da dahildi. Ancak, programlama hatası nedeniyle o geziye katılamadı. Rumların bunu, "Korktu vazgeçti" şeklinde lanse etmeleri üzerine, bir açıklama yapan Wexler, bu geziyi sonuna kadar desteklediğini duyurdu. Ardından da Whitfield heyetinin Ankara temaslarına katılmak için Türkiye'ye geldi. Florida Temsilcisi Robert Wexler ABD Kongresi'ndeki Türk Dostluk Grubu'nun kilit isimlerinden biridir. Alman Marshall Vakfı'nın Ankara bürosunun açılışı için önceki gün düzenlenen akşam yemeği öncesinde kendisiyle konuşma fırsatını buldum. Kendisiyle zaten, çeşitli konferanslardan kalma bir "paneldaşlığımız" da var. Wexler'a, Washington'daki Türkiye'ye dönük havanın nasıl olduğunu sordum. "Normalleşmeye doğru gidiliyor gibi bir hava var" dedim. Başbakan Erdoğan'ın yaklaşan ABD ziyareti ve Türkiye'ye peş peşe gelen Kongre heyetlerinin buna işaret ettiğini söyledim. Wexler, durumun aslında pek de öyle olmadığını belirtti. Tezkere olayının yankılarının atlatılmak üzere olduğu bir sırada, Türkiye'nin, Amerika'daki Türk dostları için bir "Suriye sorunu" çıkardığını

Yazının Devamı