Karadağ karşısında sergilenen inanılmaz mücadelenin üzerinden daha 24 saat geçmemişti. Öyle bir efor sarfedilmişti ki çeyrek final maçında, son şampiyonun karşısında nefesimizin 40 dakika yetip yetmeyeceği bile şüpheliydi. Ama 40 değil, 45 dakika oynadı kızlarımız, daha fazlasını da oynardı. Çünkü onların vücutlarındaki adrenalin yüzlerine inanç olarak yansımıştı; yıldızlar topluluğu denen Fransa ‘nefes alamayan’ taraftı. Yine kendilerinden fizik olarak üstün, rotasyonda zengin bir takıma sahayı zindan etmişti Potanın Perileri, uzatma dakikalarında Fransızlar potayı bile göremedi. İşte bir kez daha, inananın, yürekli olanın kazanacağını, herkese çok net anlattı, göğsünde Ay-Yıldızı taşıyan kızlarımız.
Maçın başında sürekli penetre ile baskete ulaşan rakip karşısında hemen molayı alan ve neşteri vuran Ceyhun Yıldızoğlu da bu başarının mimarlarındandı. Öyle güzel çalışmıştı ki Fransa’nın savunmasına, kızlarımıza tıkır tıkır işleyen düzende buldukları boş şutları atmak kalmıştı. 4. çeyreğe kadar bu düzen hiç aksamadan işledi. İşin içine biraz heyecan girince Fransa maçı ortaya getirdi ama Birsel mucizesi bir kez daha kendisini gösterdi. Tamam belki 24 saniye biterken attığı
Hadi itiraf edelim; birçoğumuz beklemiyorduk bunu. Belki çok yakından takip etmediğimiz için, belki de hep erkek basketbolunun gölgesinde kaldıkları için. Belki fizik olarak rakiplerimizden zayıf oluşumuz gözümüzü korkutmuştu, belki de bu durum ligimizde başrolü hep yabancılar alması nedeniyle oluşan bir umutsuzluktu.
Potanın Perileri, hepimizin gözünü açtı, kısa bir süre öncesini hatırlattı. 2005’te ülkemizde düzenlenen Avrupa Şampiyonası öncesinde Cem Akdağ’ın attığı temeller, bize tarihimizde ilk kez çeyrek final oynatmıştı. Ardından 2007 ve 2009’da ilk 8 şansını son maçla kaybetsek de, 2005’teki ‘temel atma dönemi’nin kahramanlarından olan Ceyhun Yıldızoğlu’nun elinde iyice şekillendirilen kadro, Polonya öncesinde hedefi olimpiyat elemelerine katılmak olarak koymuştu. O hedefe dün ulaştık ama öyle büyük bir hayranlıkla izliyoruz ki Ay-Yıldızlı kızlarımızı, şimdi madalya planlarına başladık.
Bu da kolay değil biliyoruz. Ancak karşımıza 6’da 6 yaparak gelmiş Karadağ’ı farklı yenmenin, ortalama 72 sayı atan bir takımı 44 sayıda tutmamızı sağlayan mükemmel savunmanın, muhteşem oyunuyla herkesi kendisine bir kez daha hayran bırakan Birsel Vardarlı gibi bir liderin
Nefes nefese giden final serisinde iki takımın da yaşadığı sakatlıklar, art arda gelen hastalıklar, kadroların giderek dağılması nedeniyle olmalı ki, ilk üç çeyrekte adına yakışmayan bir maça tanık olduk. Özellikle 'şampiyonluğu kutlamaya gelen, salonu balonlarla süsleyen' Fenerbahçe Ülker, konsantrasyondan o kadar uzaktı ki, hem yapmış oldukları hücum tercihleri, hem de çok kritik anlarda boş turnikeleri bile sayıya çevirememeleri maça kafa olarak hazır olmadıklarının göstergesiydi.
Bu dağınıklık, serinin daha önceki maçlarında topu boyalı alana geçirdiği anda çok etkili olan Fenerbahçe'nin, mağlup olduğu karşılaşmadaki düzenine dönmesine ve art arda dış atışlara yönelmesine de neden olunca Galatasaray istediği tempoya ulaştı.
Bütün hücum düzenini ikili oyunlara bağlayan Galatasaray, Tutku ve Haluk ile bu sistemi mükemmel uygulayarak, sürekli Andriç'i topla buluşturması sonucunda sürekli maçta kalmayı başardı.
Son çeyrek ise gerçekten final gibi geçen bir 10 dakikaydı. İki takım da işin gittikçe kritikleştiğini anlayınca savunma sertliğini artırdı, hücumları daha dikkatli yapmaya çalıştı. Bu dakikalarda da oyun kurucuların kararları ön plana çıktı. Fenerbahçe Ukic ve
Galatasaray ilk iki maçın aksine çok daha inanmış, saldıran bir takım olarak çıkmıştı Abdi İpekçi'ye... Tecrübe avantajı olduğunu vurguladığımız Fenerbahçe Ülker'de ise Ömer Onan dışındaki oyuncular sanki ilk kez böyle bir atmosferde oynuyor gibiydi.
Sarı-kırmızılılar'ın hem boyalı alanda üstün olduğu, hem de dışarıdan şut soktuğu bölümde, oyundan kopmamalarını sağlayan isim de zaten bir tek Ömer'di. Takımının ilk çeyrekte attığı 21 sayının 15'ini bu oyuncunun üretmesi zaten bunun göstergesi. Ancak onun çılgınca şut atmasına karşın, Ermal'i devreye sokan Galatasaray, istediği tempoyu bulan ekipti.
Galatasaray'ın ilk iki maçtaki aksayan yönlerinden birisi, kısalardan katkı alamamış olması ve ribaunt problemiydi. Ancak çok iştahlı bir şekilde maça giren Cim Bom, devre sonunda, özellikle hücumda olmak üzere ribauntlarda çok öndeydi.
8'e 1 hücum ribaundu üstünlüğü kuran ve devre sonunda rakibine 10 top kaybı yaptıran Galatasaray, 10 kez daha fazla hücum etmesinin avantajıyla 50 sayıya ulaşmayı bilmişti. Çünkü bu kez forvetleri Caner, Haluk, Shipp ve Evren'den de aldığı katkı üst seviyedeydi.
Dört kısa Cim-Bom’a yaradı
İkinci yarıda Shumpert'ın sakatlığı sonrasında
Fenerbahçe Ülker belki de serinin en önemli maçını oynadı. İlk maçı farklı kazanan sarı-lacivertli ekibin, aynı tarifeyi yine uygulaması, rakibinin umutlarını azaltacak, üzerindeki baskıyı artıracaktı. Skora baktığımızda bunu başardı Fenerbahçe; ‘ben çok daha hazırım’ mesajını verdi rakibine... Ancak özellikle 2 ve 3. çeyreğin ilk bölümündeki Galatasaray direnci de sarı kırmızılı ekibin kendi sahasındaki maçlara, ilk iki maçtaki skoruna bakmaksızın hazırlanmasını sağlayacaktır.
Maçın başındaki düzen tam Fenerbahçe’nin istediği gibiydi. Shumpert-Lavrinoviç eşleşmesinde, ABD’li oyuncu çabukluk avantajıyla bulduğu bomboş şutları değerlendiremiyor, Lavrinoviç ise fizik üstünlüğünü kullanarak, takımını hücumda sırtlıyordu. Oyunu boyalı alana yıktığında farkı artıran Fenerbahçe’nin alan savunmasına dönen Galatasaray’a karşı Jasikevius ile art arda üçlükler bulması, ilginç şekilde dış atışlara bel bağlamalarına ve düzenden çıkmalarına yol açtı.
Galatasaray 4 kısaya dönerken, Spahija rakibin düzenine ayak uydurmayıp, dış şutu riske etti; hedefi boyalı alan üstünlüğünü daha çok hissettirmekti. Ancak Fenerbahçe topu içeriye geçirmekten çoktan vazgeçmişti!
Riske edilen dış şutlara
Yıllardır dillerdeydi; ‘Fenerbahçe ile Galatasaray finalde karşılaşırsa neler olur neler?’ cümlesi... İşte o an geldi.
Fenerbahçe Ülker zaten işini çok erken bitirip, beklemeye başlamıştı; Galatasaray da 21 yıllık hasretini dindirdi.
21 yıllık hasretti belki de hem Galatasaraylı oyuncuları, hem de taraftarları bu denli motive eden. Abdi İpekçi’nin tamamına yakını dolmuştu, seyirci şampiyonluk şarkılarıyla coştu.
Bütün sezon mükemmel mücadele eden ve herkes tarafından takdir edilen Banvit’e yöneltilen övgülerin büyük bir kısmı, gencecik kadro ile bu noktalara gelmeleriydi ama işte o gençlerin birçoğu böylesine bir atmosferde hiç oynamamıştı. Galatasaray da bir önceki maç gibi, inanılmaz bir yüzde ile oyuna girince, yine ilk çeyrekte maçı bitirdi. Yüzde 100 isabetle oynayan Johnson’ın yanı sıra Ermal ve Shumpert’ın da katkısıyla Galatasaray, devre sonunda farkı 34 sayıya yükseltti.
Sorun nasıl çözülecek?
Dün tanınmayacak kadar kötü oynasalar ve maçı çok erken bıraksalar da, Banvit’i gönülden kutluyorum. Basketbolumuzun ‘ütopya’sı olan Banvit markasının, gelecek sezon tecrübe kazanmış şekilde çok daha iyisini yapacağına inanıyorum.
Takdirleri fazlasıyla hak eden
Banvit’in bir maç önce yaptığı hücum hamlesine karşı Oktay Mahmuti, gerekli önlemini almıştı. İlk 5’te sahaya sürülen Göksenin’in görevi; Barış Ermiş’e yapacağı baskı ile rakibin tempo bulmasını önlemekti. Daha çok kenardan gelişine ve oyunun seyrini değiştirmesine alıştığımız Shumpert da bu kez maça başlayan 5’te yer alıyor ve Charles Davis’in coşmasına izin vermemek için çalışıyordu. Bu iki oyuncu da, savunmadaki görevlerini başarıyla yerine getirerek, rakibe coachlarının hazırladığı mesajı, daha ilk çeyrekte iletiyordu. Ancak bu planlanan hamlelerin dışında, ilk periyotta planlanamayacak kadar yüzdeli (10’da 9 iki sayı, 3’te 2 üç sayı) hücum eden Galatasaray, daha ilk periyotta maçı kendisine kazandıracak farkı yakalıyordu.
Böylesine sert iki takımın mücadelesinde elde edilen 12 sayılık farkın ne kadar önemli olduğu, Galatasaray’ın hücumda tıkandığı anlarda daha çok anlaşılıyor, zaman zaman yakalanan Banvit serileri, farkı azaltsa da, bir türlü üstünlüğü ele geçirmeye, hatta maçı ortaya getirmeye bile yetmiyordu.
Farkın azaldığı anlarda ise sahneye muhteşem bir gün geçiren Shumpert çıkıyor, rakip savunmanın her hamlesini etkisiz hale getiren yumruğu vuruyor, Banvit’in
Kazanın da kaybedenin de alkışlanacağı bir maç izledik Sinan Erdem’de. Tomas’ın 4’te 4 üçlükle başladığı, Ömer’in de katkısıyla sarı-lacivertliler’in 21-4’lük üstünlükle start aldığı gecede, herkes Efes’in pes etmesini beklerken ortaya konan direnç, adeta destansıydı. 5. dakikada çılgın bir prese başlayan lacivert-beyazlılar’ın kurduğu tuzağa düşen ve çok çabuk toplar kullanarak, hücum sistemini terk eden Fenerbahçe, ilk çeyreği sadece 1 sayı önde kapattı. Ancak hücumda öyle bir tempo bulmuştu ki Fenerbahçe, devrede 10’da 8, 3. periyot sonunda 16’da 10’luk üçlük isabetiyle hep önde oynadı. Efes Pilsen, 3. periyodu 12 sayı geride bitirirken, boyalı alanı rakibinden daha etkili kullanmış, daha fazla ribaunt almış, asist yapmış, top çalmıştı. Ancak rakibinin 10 üçlüğüne karşın boyalı alan dışından sadece 1 kez (8’de 1) isabet bulabilmişti. Yani oyunun mücadele kısmında daha etkili gözükse de, sonuca gidemedi. Bunun sebebi, belki de ilk çeyrekte sakatlanan Rakocevic’ti. Nachbar’ın kadroya alındığı ve Murray’nin dışarıda bırakıldığı günde, en önemli kısa hücumcu sadece 3 dakika sahada kalınca şutlar bir türlü istikrara girmedi. Gerçi bu sezon Fenerbahçe’nin yaşadıklarını