Bir küçük gerçek hikâye

8 Kasım 2010

HAREKETLERİNDEN, vücut dilinden anladım sıkıntısını.
Gece 12’yi geçmiş. Tüm arabalar balkabağına dönüşmeden, tüm arabacılar minik fareler olup kaçışmadan çok daha evvel sokaklardan iyice el ayak çekilmiş.
Şehrin belli merkezlerinde bir canlılık, bir hayat var belki ama evlere uzanan ara sokaklarda, şehrin geri kalan ezici çoğunluğunda bu canlılıktan eser yok.
Tramvaydan birlikte indik.
Bakışlarımız ilk kez, eve kadar yürünecek “tekinsiz” yolu birlikte yürüyecek başka insanlar var mı, eğer varsa acaba bu insanlar yeterince “tekin” mi diye kaçak bakışlarla etrafı kolaçan ederken kesişti.
Sanırım hemen o anda, o iki kaçak bakış birbirine asgari bir güven, bir yoldaşlık duygusu getirmeyi başardı.
Erkek çocuğu gibi giyinmişti.

Yazının Devamı

Bunun adı ‘suça iştirak’

1 Kasım 2010

ADINI koyalım!
Öyle komedi, cıvataları gevşemiş, şirazesi kaçmış bir espri ya da sıradan, magazinel bir havadis falan değil...
Bunun adı suça iştiraktir!
Son olarak “Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı dizinin başrol oyuncusu Beren Saat, bir barda eğlenirken 5-6 erkek tarafından “Bizim arkadaşa da yardımcı oluver...” gibi sözlerle tacize uğrayınca gündeme geldi.
Haksızlık etmek istemem ama Saat’in allak bullak olmuş ağlamaklı yüzü, mikrofonları büyük bir iştahla uzatan magazinci arkadaşların hiç de umurlarında değil gibiydi.
* * *
“Fatmagül, gece o saatte dışarı çıkarsa tabii tecavüze uğrar...”

Yazının Devamı

Kedi katilinin memleketi

25 Ekim 2010

“EVET sayın İzmirliler, dünden beri İzmir/Bornova’da yaşanmış olan olayın kişilerinin nereli olduğunu birçok basın yayın kuruluşunda araştırdık. Çok teşekkür ederiz ki basın yayın kuruluşlarında çalışan arkadaşlarımızdan aldığımız haber üzerine canilik yaparak kediyi öldüren kişilerin İzmirli olmadıkları, İzmir’e okumak için geldikleri belirttiler. Tüm İzmirliler paylaşın, yayınlayın kendi profilinizde böyle bir caniliğin İzmir, İzmirlilere ve İzmir’i sevenlerin üzerine kalamaması gerekiyor...” (*)

“Bu zavallı yaratık nereli”
Bornova’da bir üniversite öğrencisinin bir kediyi eziyet ederek öldürmesini gösteren videonun paylaşıldığı internet sayfasında yer alan yorumlardan iki örnek yukarıda okuduklarınız. Ben okuyunca önce bir afalladım.
Bir hayvana eziyet edilmesini protesto eden, Türkiye’de bu konudaki yasal düzenlemelerin ve genel kültürün çok yetersiz oluşunu eleştiren bir sürü makul, yerinde tepki bir araya gelmiş diye sevinirken, bu da neyin nesiydi şimdi?

Suçu ötekine atmanın hafifliği

Yazının Devamı

Perhan, Kusturica ve diğerleri

18 Ekim 2010

Erzurumlu dedeye sormuşlar: Dede küresel ısınma hakkında ne düşünüyorsun?
Dede demiş ki; “Vallah gardaş, sobanın yerini heç bişe tutmir!”
Malum havalar soğudu ve memlekette politik iklim yine pek sıcacık değil...
Sıcacık insan hikayeleri, insan portreleri sanırım en çok bu zamanlarda gerekli.
Yüreğe merhem olsun, yaşama sevinci olsun diye...
* * *
Güzide Türkiye kamuoyu olarak, yine karpuz gibi ortadan ikiye bölündük.

Yazının Devamı

350 Hareketi

11 Ekim 2010




KÖŞE yazılarında, tartışma programlarında Türkiye’nin siyasal gündeminin kilitlendiği üç-beş konuyu yıllardır ama yıllardır dönüp dönüp yeniden tartışıyoruz ya...
Ve bu politik-demagojik yumaktan kendimizi bir türlü kurtarıp sağlam bir adım atamıyoruz ya...
Sanırım en çok bu hissiyattan dolayı, Perşembe Akşamı Bisikletçileri’nin kurucularından Muhsin Dilmaç’tan aldığım mail bana iyi geldi. Sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Dilmaç mailde, ilk kez İzmir’de bir araya gelip Türkiye’nin pek çok şehrine yayılan Perşembe Akşamı Bisikletçileri’nin, bu pazar 183 ülkede ortaklaşa gerçekleştirilecek iklim değişikliğine karşı bir harekete destek vereceklerini bildiriyor.

Yazının Devamı

Mahalle: Dizide durduğu gibi durmuyor!

27 Eylül 2010




EYLÜL’ÜN gelişiyle, akşam üzeri esen rüzgarların artık hafiften omuzları üşütmesiyle farkında olmadan bahçelerden, sokaklardan, deniz kıyılarından usul usul içerilere, dört duvar evlerimize çekilmeye başladık.
Yani, evin baş köşesinde duran televizyon ve karşısındaki en rahat koltuğumuz yeniden itibar kazandı. Hep beraber kumandalara uzandık.
Yeni sezonda yeni diziler, tüm tartışmaları, sansasyonları ve bildik klişeleriyle karşımızdaydı. Seyretmeye başladık...
Yerli dizi denen fenomenin hayatlarımıza ilk girdiği yıllarda, dizilerde aile, mahalle teması çok daha belirgindi.

Yazının Devamı

Sezen’e küsülmez...

20 Eylül 2010

SEZEN’E küsülmez... Valla ne şarkılar ne aşklar, acılar ne de İzmir affeder sonra insanı...
- - -
Minik Serçe’nin referandum için gönlünden geçenle, İzmirli seçmenin çoğunluğunun gönlünden geçen bir olmadı bu sefer.
Doğup büyüdüğü şehrin insanları tarafından her zaman bir başka sevilip sahiplenilen Minik Serçe’nin referandumda “evet” oyu vereceğini açıklaması, “hayır” bloğunun kalelerinden İzmir’de küçük çaplı bir şok etkisi yarattı.
Referandumun ardından iyice belirginleşen iki kutuplu Türkiye’nin iki kutuplu medyası için de bu hadise, kaçırılmayacak cinstendi doğrusu.
Herkes kendi meşrebine göre, konuyu bir yerinden tutup kaşımaya çalıştı.
İzmir 145. Sokak’ta bir indirilen bir takılan Sezen Aksu Sokağı tabelası, sadece bu tabela meselesi için başlatılan imza kampanyaları, Başkan Aziz Kocaoğlu’nun Minik Serçe’nin gönlünü almaya çalışan sağduyulu açıklamaları, İzmir’deki tepkiye inat Antep, Ağrı, Erzurum’da bir anda dikilen Sezen Aksu Caddesi, Sezen Aksu Bulvarı tabelaları gün gün gazetelere haber oldu.

Yazının Devamı

Gözümüz aydın referandum bitti!

13 Eylül 2010

BİR hengâme daha geride bırakıldı. Tartışmalı, gerilimli, az biraz tehditli, bol vaatli, bol polemikli, bol gaflı bir hengâme...
Erkan Yolaç’lı evet-hayırlar, zaman aşımına uğrayarak toplumsal bilinçaltımızın tozlu raflarına daha yeni kaldırılmıştı ki, referandumlu evet-hayırlar çıktı geldi. Gazete sayfasında, evde, sokakta gündemimizi tümden işgal etti. Her billboardda, her gazetede, her tartışma programında... Yeri geldi cami önünde, yeri geldi nikah masasında... Bu propaganda tüm yaz boyunca öyle çılgın bir hal aldı ki, evet-hayırın yarışma tadındaki sempatikliğinden geriye eser kalmadı.
Ben bu sabah itibariyle artık kimsenin ne referandumun r’sini ne de evet-hayır tartışmasını bir kere daha duymak istediğini sanmıyorum. Sevgili Erkan Yolaç tüm sempatik, enerjik haliyle çıkıp gelse durumu kurtaramaz. Öylesine bir bıkkınlık, yorgunluk ve anlam verememe hali hâkim.

Hukukçu, emlakçı...
Referandum maratonu boyunca hepimiz biraz hukukçu, biraz demagog olduk. Kimimiz, kadının toplumdaki yerini içselleştirememiş çarpık zihinlerin ağzından dökülen kelimelerle “konsomatris” olduk. Kimimiz de altın musluklu villaları, mal varlıklarını kıyaslayalım derken acar birer emlakçı

Yazının Devamı