Uzun süredir düşünüyordum. “Kim akil adam misyonunu üstlenerek Türkiye’deki bu kör uçuşa U dönüşü yaptırabilir?”
Vaktiyle böyle durumlarda eski Dışişleri Bakanı merhum İhsan Sabri Çağlayangil devreye girerdi.
Demirel ile Ecevit, hatta sivil ile asker arasında diyalog kurar, akılcı uzlaşmalar sağlardı. Sözü, sohbeti keyifliydi. Tarihi deneyimleri zengindi.
Bir başka ağırlıklı isim merhum Vehbi Koç’tu.
Önemli durumlarda liderlere, cumhurbaşkanına, başbakana, askere mektuplar yazardı. Bazen bire bir konuşurdu. Onlara kolektif akılda uzlaşma çağrısında bulunurdu.
Ayrı bir yere ve ağırlığa sahipti. AB ile ilgili çok önemli bir düğümün, zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz’la Sarıyer’deki köşkünün bahçesinde konuşarak çözülmesini sağlamıştı. Böyle birkaç isim daha saymak mümkün.
Fakat ne yazık ki, günümüz için o ağırlığı olan akil adamı bulmakta zorlanıyordum.
Milliyet, hem siyasetin gündemini oluşturmakta hem de karanlıkta ışık huzmeleriyle çıkış yolları göstermekte.
Dün Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Gül’ün bir önceki Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ü yemekte konuk etmesi bunun son örneği...
Gül, Özkök’e “Milliyet’te Fikret Bila’nın yazısını, sözlerinizi okudum... Bu nedenle sizi dinlemek istedim” mesajını veriyor.
Özkök de Çankaya Köşkü’nden çıkışta, “Fikret Bila’ya bir mülakat verdiğini ve bazı önerilerde bulunduğunu” anımsatarak şunları söylüyor. “Bu konuda sayın Cumhurbaşkanım biraz daha detaylı bilgi edinmek istemiş olacaklar ki beni davet ettiler. Memleketimizin durumu hakkında şöyle bir ufuk turu yaptık. Daha ziyade gazetede yer alan önerimle ilgili oldu.”
Özkök’ün önerisi, Fikret Bila’ya verdiği ve 3 Temmuz tarihli Milliyet’te yayımlanan mülakatta şöyleydi:
“Resmi bir aktör, daha geç olmadan ortaya çıkıp
Dün kanlı saldırıyı öğrendiğim saatlerde... Türklerden ve Türkiye’den “biz” diye söz ederek kendisini de dahil eden bir Avrupalı dostumla beraberdik. Üzgündü.
Önümüzden masmavi akıp giden Boğaz’ı ve karşıda yemyeşil uzanan Anadolu yakasını göstererek, “Bu güzelliğimize nasıl kıyıyoruz? Tadını çıkarmayı neden bilemiyoruz?” dedi.
Ardından gene keyifsiz bir sesle, “Tam da turizm sezonu başlarken çok büyük talihsizlik” diye ekledi.
ABD’nin İstanbul’daki Başkonsolosluğu’na silahlı saldırı, onu da allak bullak etmişti.
Ne cevap verebilirdim ki!..
Doğruyu söylüyordu.
İçimdeki acıyı o da yaşıyordu.
Din ile devletin, daha doğrusu rahipler (ruhban sınıf) ile askerin birbiriyle kapışmaları M.Ö. 600’e kadar uzanıyor.
İlk darbe, Atina Sitesi’nde olmuş.
Sümerlerdeki site devletinin başında “Tanrı Vekili” unvanıyla başrahipler, “ensi” bulunuyordu.
Çevre coğrafyadaki barbarların akınlarına karşı kent devletlerini korumak için askerlerin önemi arttı.
Askerler güç kazandı.
Onlar, devlet gücüne de el koydular.
Bu süreçte yönetimin başına “ensi (başrahip)” denirken, artık askeri bir deyim olan “lugal” denmeye başlandı. Böylece tarihte ilk “laiklik” sorunu başlamış oldu.
Karyolanın etrafının ve üstünün içeriyi göstermeyen perdelerle kaplanmasının nedeni din adamlarıyla iktidar savaşımına uzanıyor.
2000’li yıllar dünyasında ve Türkiye’de de aynı bilek bükmek çabası sürmekte.
Anlatayım...
Fransa’nın Paris’ten önceki başkenti Tour’da Kraliyet Sarayı’nı geziyoruz.
Neredeyse spor salonu büyüklüğünde olan “kralın yatak odasına” girdik.
Salonun tam ortasında dört tarafında ahşap kolonlar olan şık bir karyola... Kolonların arası ve üstü “blokar” denen lüks ve kalın bir kumaştan perdelerle kaplı.
Perdelerin aralığından kral ve kraliçenin gecelerini geçirdikleri yatağını da gördük.
Brezilya’da 1960’ların dikta yönetimine sanatın başkaldırı dalgası Tropicalismo adıyla yükseliyordu. Bu hareketin öncülerinden Caetano Veloso Türkiye’ye geliyor.
5 Grammy ödüllü Veloso’yu, Pedro Armadovar’ın “Konuş Onunla” adlı film müziğinden de anımsayın.
Filmde, yürekleri titreten “ Cucurrucucu Paloma”yı da seslendirdi.
Şarkılarında yoksulluk, evsizlik, adaletsizlik konularını işliyor, insan haklarının simge seslerinden biri... Darbe çeşitleri 2008 Türkiye’sinde siyaset gündemine düşen, onun bildiği cuntalardan çok farklı, çok çeşitli darbe iddiaları için bir müzik yapar mı?
Zor... Kafası karışacaktır.
İstanbul Caz Festivali giderek daha da keyifli oluyor. Dünya basını bu festivalden övgüyle bahsediyor. İKSV, açılışı Esma Sultan Yalısı’nda düzenledi. Müzikli, sohbetli. Güzel bir geceydi. Caetano Veloso’nun konseri 10 Temmuz’da Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde...
Trende... İnenler ve binenler
Başbakan Erdoğan da “haber kirlenmesine” dikkat çekti. “Kaynağı ve dayanağı olmayan haberlere itibar edilmemesini” söyledi.
Askerin, polisin ve yargının yıpratılması amaçlı yayınlara karşı uyardı.
Dün bu köşede aynı görüşleri yazmıştım.
Ancak...
Birkaç not daha:
- “İktidara yakın” ve “iktidara karşı” gibi keskin kategorik tanımların, cepheleşme tezgâhlarına hizmet olacağı kanısındayım. Bu gibi tanımları çok zorunlu olmadıkça kullanmamaya çalışıyorum. O nedenle sadece “kaynağı, dayanağı belli olmayan haberlerin, hangi yayın organlarında yer aldığının Başbakan’a, basın danışmanları tarafından sunulmasında yarar var “önerisiyle yetiniyorum.
İngilizcedeki “Less is more (Az çoktur)” söylemini anmanın zamanı...
Ergenekon’da son gözaltı dalgasıyla öylesine çok haber sirkülasyona sokuluyor ki, “enformasyon kirlenmesi” izlenimi veriyor. Yeterince inandırıcı olamıyor.
Oysa...
İddianın ciddiyetini tartan sağlam bilgiler süzülerek kamuoyuna sunulsa, “Az çoktur” bilgeliği doğrulanmış olurdu.
Kaynağı bilinmeyen bir dizi Ergenekon iddiası.
Her biri dehşet verici.
Ama düşünüldüğünde kuşku işaretlerine takılıyor. Son 50 yılın kötü alışkanlığı bu...