"Yıllar ne çabuk geçiyor, yaşlanmışsın, toplanmışsın. Saçlarını boyuyor musun? Bıyıkların bembeyaz da niye saçların ağarmadı?" diye sordu. Kolundan tutup kaldırıma çektim. Adını hatırlayıp hatırlamadığımı sorsa, mahçup olacaktım. Lafı karıştırmak istedim: "Ne yaparsın" dedim, "çalışan uzuv yorulur, yıpranır. Kafamı fazla yormadım."
Eski dostum, "Olur mu öyle şey. Bu bal gibi boya" diye hükmünü verdi. "Yakından bak akları görürsün" diye direndim.
Karşımdaki, "Boş ver" dedi. "Sen Hariciye'de değil miydin? Şimdi nerede görevdesin?" Tatsızlaşan konuşmayı kısa kesmek istediğimden, "1982'de emekli oldum. Ankara'dayım. Geç de olsa nihayet özgürlüğün mutluluğunu yaşıyorum" dedim.
Yüzüme baktı: "Öyleyse mutluluğun daim olsun" demekle yetindi. "Görüşelim" diye ekledi. "Görüşürüz" temennisinde bulundum, yeniden öpüştük. O, kaldırımın kenarındaki su gölünün üzerinden atladı, karşı kaldırama doğru koşmaya başladı. Arkasından baktım, sektire sektire yürüyordu.
Kasketimi kulaklarıma doğru