<#comment>#comment>Ülkemizde kayıtsız ekonomi ile vergi kaçakçılığı karıştırılır, durur. Karıştırılan bir başka konu da kara para ile kayıtsız ekonomidir. Kara para gayrimeşru yollardan kazanılan gelirdir. Kaçakçılık, hırsızlık gibi. Kayıtsız ekonomi ise sistemde belli olmayan ekonomik faaliyetlerdir. Tabii vergi de ödenmez.
Kayıtsızlığın ölçülmesi hayli tartışmalı bir konu. Ya doğrudan vergi kayıpları ve anket yoluyla hesaplanıyor, ya da milli gelir hesap yöntemleriyle dolaylı olarak. İşgücünden, ticaret hacminden, likidite talebinden, hatta elektrik tüketimi yoluyla bile yapılan hesaplamalar var.
Türkiye’de kayıtsız ekonominin boyutları sık sık tartışılıyor. Bu konuda yapılmış ciddi araştırmalar da var. Biri Devlet Planlama Teşkilatı’na ait. (Adil Temel, Ayşegül Şimşek ve Kuddusi Yazıcı: Kayıtdışı Ekonomi Tanımı, Tespit Yöntemleri ve Türk Ekonomisindeki Büyüklüğü, 1994) Burada çıkan sonuçlara göre vergi yaklaşımı ile yüzde 35’leri aşan kayıtdışı ekonomi, parasalcı veya ekonometrik yaklaşım ile yüzde 2 ile 10 arasında değişiyor.
Elbette kayıtsızlık yalnızca Türk ekonomisinin sorunu değil. OECD ülkelerinde bile kayıtsızlık var. Ancak kayıtsızlık daha çok gelişmekte olan
<#comment>#comment>1990’lı yıllar Türkiye için şanslı yıllar olmadı. Özal’a tepkimizi daha iyi değil, daha kötü siyasi tercihlerle sürdürdük. Hem siyaset, hem de ekonomi zarar gördü. Nitelik de düştü.
Şimdi dövünüyoruz. Daha iyisini istiyoruz. Hatta yıllardır bir çıkış arayışı içinde debelenip duruyoruz. "İdeolojiler bitti" dediğimizden iş kalıyor maharete. Yani yönetenin yeteneğine. Tabii iş maharete kalınca, her türlüsü de siyasette egemen oluyor. Ve büsbütün sinirleniyoruz.
Halk tabiri ile bir medet arayışı içindeyiz. "Biri çıksa bütün bunları düzeltse" diyoruz. Oysa aramamız gereken çıkışın "kiminle" olacağı değil, "nasıl" olacağı. Önce ne yapmak istediğimizi ortaya koymalıyız. Sonra bunun etrafında kenetlenmeliyiz. Siyaseti de bu ilke ve doğrultular üzerine yapmalıyız. Kaldı ki, bu kenetlenme yeni bir lideri de içinden doğuracaktır.
Doğrudur; siyaset giderek niteliksizleşiyor. Ama aramamız gereken aktörlerin niteliğinden çok, ülkenin çıkışı. Hem bu kargaşadan çıkışın yolunu bulmamız gerekiyor, hem de ülkenin daha büyük refaha kavuşmasının hedeflerini. Yani hem kısa vadeli, hem de uzun vadeli stratejilere ihtiyacımız var.
Ortalık toz duman. Elbette burada
<#comment>#comment>Hararetli günlerden geçiyoruz. Ecevit haftalardır, hatta aylardır beklenen kararlılığı gösteremeyince partisi içinde tepkiler oluştu. Ve DSP parçalanmaya başladı. Henüz gelişmeler çok sıcak. Olayların nasıl gelişeceği berraklaşmamış durumda. Hatta toz duman içinde bir ortam gözleniyor. Bu nedenle acele yorumlardan kaçınmak gerekiyor.
Bu tür ortamlar önce derinlerde yatan etmenleri göstermez. Yüzeyde kalan nedenler tartışılır. Zamanla gerçek nedenler açığa çıkar. Şu anda DSP’de yaşanan çalkalanmalar parti liderliğine tepki gibi gözükse de, aslında farklı güdülerin bulunduğu düşünülmelidir. Çünkü tepki gösterilen davranış ve tutumlar yeni değildir. Tepki gösterilen aslında değişen koşullar ve umutlardır!
Yaşadığımız kargaşanın bize kalırsa iki nedeni var: Bunlardan ilki hükümetin giderek kredibilite kaybı, yani toplum nezdinde erozyona uğraması. Genellikle mali krizlerle karşılaşan ülkelerde ortaya çıkan toplumsal travmayla hükümetler düşer. Oysa ülkemizde dışarıdan getirilen ve müthiş bir kredibilite sağlayan (açıkça ifade edelim) Kemal Derviş’le hükümet bu noktaya kadar ömrünü sürdürdü. Aslında bu bir uzatmaydı. Çünkü toplumun büyük kesimi hükümete
<#comment>#comment>Son zamanlarda gündem döndü dolaştı siyasete geldi. Öylesine bir noktaya gelindi ki, Ankara’da siyasi entrikalar neredeyse bir nirvana düzeyinde. Ne olup, ne bittiğinin tam olarak farkında değiliz. Ama bu denli ayak oyununun başlamasının iyiye alamet olmadığını biliyoruz. Çıkar yol üretmek yerine, çıkar olabilecek tüm yolların bertaraf edilmesi, siyasi dolaplar olsa olsa ülkeye zarar verecektir.
İki yıldır krizden çıkmak için debeleniyoruz. Kimi zaman ekonomi politikaları tartışılıyor, kimi zaman da siyasetteki kırılganlıklar. Ancak şu da bir gerçek; benzer ülkeler krizden daha çabuk çıkmışken bizim çıkışımız uzuyor. Gerçi krizden çıkmıyor değiliz. Büyüme Hazine’nin tahmininden, enflasyon da Merkez Bankası’nın hedeflediğinden olumlu gelişiyor. Cari işlemlerde de sorun yok. Ama siyasetteki çalkantılar daha çabuk toparlanmamızı engelliyor.
2001 yılında bir krize girdik. Bu daha çok 2000 Kasım’ında oluşan bankacılık krizine IMF’nin yanlış teşhisinden kaynaklandı. Kabahatli IMF bunun üzerine dayadı parayı. Ama biz de IMF’nin tüm dediklerini yapar hale geldik.
Şubatta paramızı dalgalanmaya bıraktık. Sonra IMF programı başladı. Fakat akabinde çıkan Telekom
<#comment>#comment>Nobel ödüllü Joseph Stiglitz Dünya Bankası’nın başkan yardımcısı ve başekonomistiydi. Ama IMF’nin istikrar politikalarını eleştirince ayrılmak zorunda kaldı. Stiglitz de aslında IMF eski Başkan Yardımcısı Stanley Fischer gibi Demokrat Parti destekçisi, yani bir anlamda her ikisi de ılımlı sosyal demokrat. Ama aralarında ciddi farklar bulunuyor.
Fischer teknik ekonomi konusunda en az Stiglitz kadar yetenekli. Ancak yaratıcılık ve konulara eleştirel bakma konusunda Stiglitz’deki pırıltı hemen göze çarpıyor. Üstelik Stiglitz daha cana yakın bir davranış tarzı sergiler. Fischer aile yapısı itibariyle gelenekçi, Stiglitz ise daha moderndir. Fischer çok disiplinlidir. Stiglitz ise daha esnek. Tabii her ikisi de Musevidir.
Her iki ekonomistin Washington’daki görevlerinde kuşkusuz Demokrat Parti’nin ciddi etkileri olmuştur. Özellikle de Hazine’nin o zamanki patronu Larry Summers’ın. Fischer makroekonomisttir. Stiglitz ise mikroekonomist. Fischer yarı - Keynezyen bir yaklaşımla rasyonel bekleyişler teorilerini sınarken, hatta bir konsensüs arayışına giderken, Stiglitz ise son yılların en önemli konusu olan çarpık enformasyonla ilgilenmiştir. IMF’den ayrılan Fischer
<#comment>#comment>Başbakan Ecevit kendi sağlığında bir sakınca görmüyor. Oysa gerek yerli, gerekse yabancı basın artık Ecevit’in başbakanlık yapamayacağı kanısında. Fitch derecelendirme kuruluşu bile önceki gün bunu açık açık belirtti. Financial Times da bu hükümetin yeni bir liderle bir süre daha uygulamaları sürdürmesi gerektiğini yazdı. Açıkçası sıkıntı koalisyonda değil, Başbakan’ın kendisinde görülüyor. Finans piyasaları da Başbakan’ın sağlığıyla hop oturup, hop kalkıyor.
Türk siyasetçisi ve medyası aylardır eleştiri yağdırıyor. Ama kimse çözüm bulamıyor, öneremiyor. Ülkemizde temel sıkıntılardan biri de bu. Çözüm aramaz, sorunları tartışırız. Bu da bize zaman kaybettirir. Ve çözüm yine dışarıdan geldi; Financial Times "dışarıdan bir başbakan bulunmalı" dedi. Bu koalisyonun kendi içinde dağılma eğiliminde olmadığı, aksine kenetlendiği gözleniyor. AB ve ekonomik program gibi eşiklerde bile bazen ayrılsalar da, yollarına devam ettiklerine göre sadece yeni bir lider gerekiyor.
Bunun ilk seçeneği DSP içinden birinin başbakanlığı. Ecevit "başbakanlıktan" çekilecek ve yerine DSP’den biri geçecek. Ancak buna ne Ecevit yanaşıyor, ne de MHP. MHP "aramızdaki protokol Ecevit’in
<#comment>#comment>Endonezya gibi, Arjantin gibi birçok ülkedeki mali krizin ardında yolsuzlukların, hukuk ihlallerinin ve ekonomide siyasi müdahalelerin bulunduğu yargısı vardır. IMF de bu görüşü paylaşır. Hatta o ülkelerde değişimleri zorlar. Gerçekten de gelişmekte olan çoğu ülkede yolsuzluklar yaygındır. Bizde de TESEV’in yolsuzluk araştırması bunu ortaya çıkarmıştır.
İki hafta önce Çukurova Holding’e ait Pamukbank’a el konulur konulmaz ABD Hazinesi’nin beyni John Taylor bu işlemi destekleyen bir açıklamada bulunmuştu. Bu açıklama, kararın alınmasında IMF’nin (dolayısıyla ABD Hazinesi’nin) etkisini açığa çıkarmıştı. Ve bir yolsuzluk daha temizlenmişti. Ancak sık sık yolsuzluk ve hukuksuzluktan dem vuran ABD’nin şimdi kendi içinde yolsuzluklar patlıyor. Hem de peş peşe. Ve ne boyutlarda!
İlk önce Enron. Ve en son da WorldCom. Amerika’nın en büyük teknoloji şirketlerinden biri olan WorldCom’da 3.8 milyar dolarlık, yani neredeyse Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 2’si kadar bir yolsuzluk ortaya çıktı. Hatta tahminlere göre 1 milyar dolarlık daha yolsuzluğun açığa çıkması gayet olası. WorldCom’da geçen yıl 1.4 milyar dolarlık ve bu yılın ilk çeyreğinde 130 milyon dolarlık kar
<#comment>#comment>Geçtiğimiz hafta gerçekten renkli bir hafta oldu. Önce Başbakan’ı izledik. Sonra da piyasalardaki oynaklıkları. Başbakan Bülent Ecevit hafta başı hastaneye giderek kontrolden geçti. Sonra DSP grubuna uğradı ve orada kısa, fakat içerikli bir konuşma yaptı. Daha sonra da Cumhurbaşkanı’yla bir görüşme yaparak aktif olduğu izlenimini vermeye çalıştı. Ancak büyük işadamları tedirgin olmuştu bir kere. Buluşarak mutad beyanlarını yaptılar. Tam bu esnada Standard & Poors’un ülke notunu durağana çevirmesi piyasalardaki gerginliğin üstüne tuz biber ekti.
Ekonomi bürokrasisinin ise faal olduğu gözleniyor. BDDK Pamukbank’a el konulmasının nedenlerini kendi sitesinde yayınladı. İlginçti. Çünkü şimdiye dek el konulan bankalar hakkında bu denli açık seçik bilgi verilmemişti. Şeffaflık amacını taşıyan ve kamuoyunu aydınlatan bu davranışın kutlanması gerekiyor. Yıllarca yanlış yönetilen Pamukbank’a keşke daha önce el konulabilseydi.
Hafta içi bürokrasinin aldığı kararlardan biri de Hazine’nin temmuz ayı borçlanma programıydı. Temmuz ayında Hazine’nin, yüzde 75’i piyasaya olmak üzere, 8.8 katrilyon lira iç borç geri ödemesi bulunuyor. Ancak Hazine sadece 5.8 katrilyon lira