Son bir aydır değişik kentlerin Barolarının daveti üzerine insan hakları ve AİHM kararları üzerine konferanslar veriyorum. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Özdemir Özok ile birlikte, Adana, Gaziantep, Manisa barolarının düzenlediği toplantılarda konuştuk. Manisa toplantısına sınıf arkadaşım eski Anayasa Mahkemesi üyesi Prof. Fazıl Sağlam da katıldı. Bu konferanslar sadece avukatlarla değil, yargıç ve savcılarla da sohbet etme olanağını verdi. Her üç kentte de, Baro Başkanları ve üyeleri tarafından gösterilen ilgi ve içten dostluğa teşekkür etmek isterim.
Bu ziyaretlerde şunları gözlemledim: Toplantılara büyük bir ilgi vardı. Baro üyeleri hafta sonu dinlenmelerini bırakıp toplantılara geldiler. Yargıç ve Savcılar da katıldılar. Sorulan sorular ve toplantı sırasındaki tartışmalardan katılımcıların bildikleriyle yetinmeyip, bu bilgilerini derinleştirmek istedikleri anlaşılıyordu. Ayrıca, gerek avukatların, gerek savcı ve yargıçların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemini zihinlerinde içselleştirdikleri görülüyordu. Belki de toplantıların en etkileyici yanı buydu.
Bütün bunların gösterdiği şey şu: Türk hukuk sistemi, bütün fiziksel, toplumsal, eğitimsel hatta siyasal
Atilla Olgaç 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılmış. 38 yıl sonra, günlerden bir gün, televizyonda arkasına yaslanıp, gözlerini kısarak ve biraz da kasılarak askeri harekât sırasında 10 kişiyi öldürdüğünü, bunlardan birinin de 19 yaşında elleri bağlı bir Rum esir olduğunu söyleyiverdi. Kıbrıs Rum tarafında ve Atina’da kıyamet kopunca da “Senaryo yazıyordum, senaryo ile gerçeği karıştırdım” dedi. Söylediklerinin gerçek olmadığına yemin etti. Doğu Akdeniz Üniversitesi öğretim üyelerinden biri “Ben onu tanıyorum. Harekât sırasında mutfakta patates soyuyordu” dedi.
Türkiye, bu kez doğru bir şey yaptı. Olgaç’la ilgili olarak savcılık, savaş suçu nedeniyle soruşturma açtı. Olgaç’ın söylediklerinin hangisinin doğru olduğu soruşturma ve gerekirse yargılama sonucu anlaşılacak.
Hukuk açısından sorunun iki yönü var:
Olgaç’ın sözlerinin savaş hukuku ve insan hakları hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar.
Savaş hukuku açısından, savaş esirinin öldürülmesi açık bir savaş suçu. Savaş hukukunu düzenleyen 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nden üçüncüsü, Savaş Esirlerine Yapılacak İşlemlere ilişkin. Bu sözleşmenin 3. maddesine göre, savaşan devletler, savaş esirlerine insanca davranmakla yükümlü.
Kimsenin kimseyi dinlemediği bir ülkede herkesin telefonunun dinlenmesi, en azından insanların böyle bir kaygı taşıması garip bir durum. Oysa özel alan insan hakları hukukunun temel taşlarından biri. İnsan hakları hukukunun öznesi olan birey, devletin girmesinin yasak olduğu bir alana sahip. Bu alanın dokunulmazlığı var. Devlet sadece bu alana girmemekle değil, aynı zamanda dokunulmazlığını korumakla yükümlü. Bu, demokratik devleti otoriter devletten ayıran en önemli ölçütlerden biri.
Telefon dinlemelerinde devletin özel alana bir müdahalesi söz konusu. Hiç tanımadığınız yabancı bir insan(lar) sizin cinsel yaşamınızdan, hastalıklarınıza, dostlarınızla olan ilişkilerinizden yediğiniz yemeğe kadar özel yaşamınıza ilişkin her ayrıntıyı biliyor. Ve bundan sizin bilginiz yok.
Böylesine ağır bir müdahalenin haklı olabilmesi için dinlemenin çok önemli nedenlere dayanması ve sağlam güvencelere bağlanması gerek. Hele toplumda telefonların dinlendiği konusunda genel bir korku egemense, bu güvencelerin önemi büsbütün artıyor.
Ya öteki kişinin durumu?
Sorunun bir başka yanı daha var. Dinlenen kişinin konuştuğu öteki kişinin özel yaşamı ne olacak? Bu kişinin dinlenmesi için ne haklı
İnsanların duygularını kontrol etmeleri, böyle bir kontrol mekanizmasının kimliklerinin bir parçası haline gelmesi, uygarlık tarihinin gelişmesine paralel bir gelişme gösterir.
Fiziksel güç kullanmanın devlet tekelinde olmadığı, herkesin güç kullanma yetkisine sahip bulunduğu, dolayısıyla yaşamın sürekli tehdit altında olduğu ilkel toplumlarda duygular üzerinde hiçbir sınırlama olmadığını görüyoruz.
İnsanlar en büyük sevinçlerden, en büyük kızgınlıklara kolaylıkla geçebiliyor, sevmediği, nefret ettiği öteki insanları güç kullanarak ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Toplumsal yaşam
Onlar duygularını değil, duyguları onları kontrol ediyor. En güçlü olan, duygularını istediği gibi ortaya dökme lüksüne sahip.
Ancak, güç kullanmanın devlet tekeline girip, bireylerin güç kullanmalarının yasaklanmasıyla, birey sürekli bir tehdit altında yaşamaktan kurtuluyor.
Goncagül 16’da evlendirildi, 17’sinde anne oldu. Goncagül âşık olduğu adama kaçtığı için ağabeyi tarafından öldürüldü.
Sevdiği çocuğa kaçan, lise 3 öğrencisi Hülya ağabeyi tarafından öldürüldü. Ağabey, cinayetten sonra “...Namusumu temizledim. Pişman değilim” dedi.
Dilek 18 yaşında, Alevi olduğu için ailesinin istemediği biriyle evlenmek üzereyken, 17 yaşındaki erkek kardeşi tarafından öldürüldü. Dilek’in ailesi bu durumu oldukça doğal karşılıyor. “Kurtlar Vadisi’ni çok seyrederdi. Ondandır” diyor.
19 yaşındaki Esra erkek arkadaşıyla telefonda konuştuğu için, 17 yaşındaki erkek kardeşi tarafından öldürüldü. “Aile şerefine leke getirdiği” için. (Radikal, 18.01.2009)
Aile adına cinayet
Bu cinayetlerin hepsi son 1-2 ay içerisinde meydana geldi. Hepsinin ortak yanı, genç kızların sevdikleriyle birlikte oldukları ya da telefonda konuştukları için, erkek kardeşleri tarafından öldürülmeleri.
Çok bilinen “Kör Adamlar ve Fil” adli eski bir Hint masalı vardır. Altı kör, bir file dokunarak nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışır. Her biri fili değişik bir biçimde algılar. “Ergenekon” adı verilen dava da böyle. Herkes kendi ideolojik penceresinden baktığından, aynı şeye bakıp farklı şeyler görüyor. Davanın gerçekten ne olduğu ise yargı kararıyla belirlenecek.
Bu aşamada olsa olsa mevcut usul hatalarından söz edebiliriz. “Dava öylesine önemli ki usule ilişkin eksiklikleri ön plana çıkarırsak, sorunun esasını gölgeleriz” gibi bir yaklaşım, “Önemli işlerde hukuku bir yana bırakalım” demekle aynı şey. Oysa hukuk usul kurallarından doğdu. Devletler önce, tarafların karşılıklı olarak şikâyetlerini dile getirdiği ve devletin atadığı bir görevlinin bunları dinleyip karar verdiği bir forum kurdular.
Hukukun üstünlüğü, adalet gibi kavramlar yüzyıllar boyunca yargı dediğimiz bu forumdaki birikimin sonuçları. Gerçek ve doğruya giden yol buradan geçiyor. Adil yargılama kavramı bir dizi usul kuralından oluşuyor.
“Ergenekon” davasında yargılamanın adil olup olmadığına karar vermek için yargı sürecinin sona ermesini beklemek gerekir. Soruşturma aşamasındaki bazı hatalar yargı
2 Ocak 2009 tarihli Milliyet’te çıkan “Tehlikeli bir tartışma” başlıklı yazımla ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden bir açıklama geldi.
Söz konusu yazı, bir milletvekilinin Sayın Cumhurbaşkanı’nın annesinin Ermeni kökenli olduğu iddiasına, Sayın Cumhurbaşkanı’nın gösterdiği tepkiyle ilgiliydi. Benim görüşüme göre, toplumda ırkçı eğilimlerin arttığı bir dönemde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, milletvekilinin bu sözlerine karşı dava açmak ya da annesinin Ermeni kökenli olmadığını göstermek yerine, “Türkiye Cumhuriyeti’nde bu tür söylemlere yer yoktur. Etnik kökenine bakılmaksızın her Türk vatandaşı cumhurbaşkanı olabilir” şeklinde topluma bir mesaj vermesi daha doğru olurdu. Bunu kaçırılmış bir fırsat olarak gördüm. Dava açmakla, Sayın Cumhurbaşkanı’nın da Ermeni olmayı aşağılayıcı bir etnik özellik olarak kabul ettiğini söyledim.
Açıklamanın içeriği
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden gelen açıklamayı aynen yayımlıyorum:
“Gazetenizin 2 Ocak 2009 tarihli nüshasının 1. ve 15. sayfalarında Rıza Türmen imzasıyla ‘Gül’ün davası neden tehlikeli?’ ve ‘Tehlikeli bir tartışma’ başlıklarıyla yayınlanan yazıda gerçeğe aykırı iddia ve değerlendirmelere yer verilmiştir.
İsrail’in Gazze’ye saldırısı hiçbir nedenle haklı gösterilemez. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yaklaşık 1300 Filistinli öldü, binlerce Filistinli yaralandı.
İsrail Gazze’de sivilleri öldürerek savaş suçu işledi mi? Okulların ve Birleşmiş Milletler binasının bombalanması, İsrail’in yasaklanmış savaş yöntemlerine başvurduğu iddiaları, savaş suçu savına ciddilik kazandırıyor.
Şu bir gerçek ki, harekâtın askeri sonuçlarına ilişkin ne söylenirse söylensin, bu savaşta en büyük kayıp İsrail’in. Türkiye dışında bölgedeki tek demokrasi olan İsrail devleti, her demokrasinin üzerinde durduğu moral zemini yitirdi.
Hamas çelişkisi
İsrail’de seçimle işbaşına gelen bir hükümet olması durumu değiştirmiyor. Tıpkı Hamas’ın seçimle işbaşına gelmesinin terörist bir örgüt olmasını engellemediği gibi.
Türkiye bu savaşta Hamas’ın tarafını tuttu. Hamas, terör yöntemleri kullanarak sivilleri öldüren bir örgüt. Avrupa Birliği, ABD, Kanada, Japonya Hamas’ı terörist bir örgüt olarak kabul ediyorlar. Ürdün’de yasaklanmış.