Sen olmadan ben olamam

5 Kasım 2017

Sanat tarihi seminerinde birbirimizin hayatına dokunmadığımız sürece “ben!” seslerinin yükseleceğini ve fakat her şeyin daha da kuru ve yavan olacağını fark ettim.

Modern miyim? Evet. Genç miyim? Heheeyyyyt, tabii ki! Evet, bu koşullar altında İstanbul Modern’in Genç Modern isimli topluluğunun bir üyesi olduğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Modern ve Çağdaş Sanat Tarihi Semineri sınıfımızın çoğunluğu kadın. Üç tane erkek var, onlara da gözümüz gibi bakıyoruz. Ders veren akademisyenler iki haftada bir değişiyor ve seminerimiz toplamda on hafta sürüyor. Sıkı bir şekilde yoklama tutuluyor ve maşallah ben daha hiçbir dersi sektirmedim. Açık konuşmam gerekirse içimde hep bir “Parasını ödedim, mutlaka gitmem” lazım dürtüsü var.

“Kırda Öğle Yemeği”yle başladık

Empresyonistlerle, yani izlenimci ressamlarla tanıştık ilk olarak. 19. yüzyıl Fransa’sına ışınlandık. Edouard Manet’nin 1863’te yaptığı “Kırda Öğle Yemeği” tablosunu okumakla işe başladık. Evet, tablolar da okunurmuş meğerse. Bir ressamın hangi akımı takip ettiğine, dönemin sosyal ve siyasi olaylarına göre okuyormuşsun resmi. Mesela ben müze gezmeyi çok severim. Fakat resme bakarken kafama göre takılıp resmin bende yarattığı

Yazının Devamı

Mantarların büyülü dünyasına ilk adım

22 Ekim 2017

Bundan birkaç hafta önce ezberimi bozacak aktivitelere katılmaya kararlı olduğumu yazmıştım sizlere. Katıldım da. Neye mi? Mantar kursuna. Neden mi mantar? “Çünkü mantar benim için bir yaşam biçimidir” diyeceğim yalan olacak, bu zamana kadar ağzıma mantar sürmüşlüğüm yok. Yakın arkadaşım Işıl “poked me” ve kendimi Belgrad Ormanı’nda mantar arama-kurtarma kursunda buldum. Evet, ezber bozan aktivitelere katılmanın ilk şartı ezber bozan bir arkadaşınız olmasıdır. Onları koruyun, kollayın, sevin. Trüf mantarı gibi nadirdir onlar.

O bir mikolog

Sağanak yağışlı bir pazar sabahının köründe mantarcılarla buluştuk. Mantar aşkıyla yanıp tutuşan otuz kişilik ekibi görünce bir hayli şaşırdım, böylesine bir ilgi beklemiyordum açıkçası. Işıl ve ben, tabii ki, geç kaldığımızdan diğer katılımcılar önden gitti, biz de mantar kursunu veren Jilber Barutçiyan ile birlikte girdik ormana.

Jilber, bir mantar bilimci, yani mikolog. Mantarların dünyasını, genetik özelliklerini ve tüm kullanım alanlarını inceliyor. Başında karakteristik şapkasıyla tam bir özgür ruh! Zaten Galatasaray Lisesi’nde okurken devamlı dağda bayırda olduğundan lakabı “izci”ymiş. Üniversitedeki arkeoloji eğitimini takiben İsviçre’ye

Yazının Devamı

Kulelerin aşkı büyük olur

15 Ekim 2017

Boğaz’ın orta yerinde mağrur güzelliğiyle bir başına duran Kız Kulesi içinde yaşanan yüzlerce aşka rağmen kendi aradığı aşkı bir türlü bulamaz. Biliyorsunuz, bir şeyden gerçekten vazgeçip onun peşinde koşmayı bıraktığımız anda o şey zırt diye karşımıza çıkar. Yani hep böyle olmuştur, tecrübeyle sabittir. Kız Kulesi de en sonunda pes eder ve “Amaaan istemiyorum aşk meşk, ben kendime yetiyorum, akışta kalacağım” diyerek konuyu kapatır. İşte tam bu sırada İstanbul’a ayak basan Cenovalılar Galata’nın ortasına 66 metre uzunluğunda yakışıklı bir delikanlı diker, ismini de Galata Kulesi koyarlar.

İçine kapanan Kız Kulesi denizdeki balıkları dalgın dalgın seyrederken Galata Kulesi çapkınca izlemeye başlar Kız Kulesi’ni. Bir an göz göze gelirler. Ne mi olur? Âşık olurlar. Çünkü aşk bir anda olur.

Tabii o zamanlar cep telefonu yok; Instagram, Facebook hiç yok... Bizim kuleler kara kara nasıl iletişime geçebileceklerini düşünmeye başlarlar. Hele ki Galata Kulesi delirecek aşkından... Sayfa sayfa mektup yazıyor Kız Kulesi’ne. Edebiyat alanında Nobel alması an meselesi. Ama nasıl ulaştırsın yazdıklarını sevdiği kuleye?

Bir gün Galata Kulesi’ne çıkan Hazerfen Ahmet Çelebi kuleye demiş ki “Sevenin

Yazının Devamı

Don kafa don

1 Ekim 2017

En güzel hayalini seç dolaptan üstüne giy/ Ne güzel yakıştı bak üstüne/ Bir ses duyunca, zamanın sesini duyunca/ Üstüne gelince yıllar birer birer/ Yine de güzelsin, güzel çizgilerle/ Yine de yürürüz...” Asfalt Dünya isimli bir müzik grubu duymuş muydunuz? Ben duymamıştım, öğrendim ve bir daha asla unutmam.

Geçenlerde acayip eğlenceli bir grup genç arkadaşın akşam sofrası muhabbetinde geçti bu grubun ismi. Gece geç saatlere kadar sinemada, televizyonda, oyuncularda, müzikte çılgıncasına popüler olmayan ne varsa, kim varsa o konuşuldu masada. Eski yazılarımdan birinde demiştim, artık yol üzerindeki büyük mekanlarda yemek yemek istemiyoruz, ara sokaklardaki küçük, karakteristik kafelere dalıyoruz diye. Aslında bu bakış açısı giderek her alana sıçramaya başladı. Popüler olan şeyler gözümüze gözümüze sokuldukça bilinmeyeni keşfetme arzusu oluşmaya başladı bünyede.

Kafiye olsun diye değil

Nevi şahsına münhasır, müziğini içinden geldiği gibi yapan müzik gruplarıyla ilgili bilgi dopingi ise ekstra ilgimi çekti. Çünkü karar verdim, bu yıl sosyal hayatımdaki ezberimi tamamen bozacağım. İlerleyen haftalarda katıldığım aktiviteleri okudukça “Hayırlara vesile...” demeyin diye ön bilgi veriyorum.

Yazının Devamı

MAVİ TİK MAĞDURLARI

24 Eylül 2017

WhatsApp sayesinde dostu düşmandan ayırdık ama ileri görüşlü bir grup insan demişti bu uygulamanın ileride çok yuva yıkacağını. Yıktı da...

Sekiz yaşındaki kuzenimin ev ödevlerini WhatsApp’a gelen QR kod aracılığıyla yaptığını öğrendiğimden beri bu uygulamanın önünde saygıyla eğiliyorum. Var mı çevrenizde WhatsApp kullanmayan bir ilk insan? Varsa şüpheyle yaklaşın zira sekiz yaşındaki çocuk bile kullanıyor.

Bu WhatsApp ilk çıktığında bilmiyorduk tabii başımıza gelecekleri. “Son görülme” özelliğiyle ilk etapta dostu düşmandan ayırdık ama ileri görüşlü bir grup insan demişti bunun ileride çok yuva yıkacağını. Yıktı da. Truva atı gibi sinsice girdi hayatımıza. Geceleri uyanıp uyanıp “Karşı taraf en son ne zaman görülmüş?” diye az kontrol etmedik, az sinir krizi geçirmedik, az “nys sn mşglsn glb bn ytyrm ii gclr” diye trip atmadık. WhatsApp’ın başındaki zat “Bakalım nereye kadar delirecek bunlar?” diye uzaktan kıs kıs gülerken herhalde bir gün baydı ve son görülmeyi kapatma opsiyonunu koydu.

Okudun mu?

Sonra başımıza mavi tik çıktı. Yani bu hayatta işti, aşktı, geçim derdiydi sanki bunlar yetmiyormuş gibi mavi tike sarmaya başladı k. İki numaralı sevgilisini telefona TURKCELL diye

Yazının Devamı

Sağlıklı günler, trendy ürünler

17 Eylül 2017

Bundan iki ay önce pek sevdiğim tenis sporunu icra ederken sol dizimin üzerine düştüm. Önceleri görmezden gelip oynamaya devam ettim ancak dizimdeki ağrı artınca doktorda aldım soluğu. “Bir ödem oluşmuş ve fizyoterapiyle geçermiş” bilgisini alır almaz başladım fizyoterapiye.

Terapistim sempatik ve konuşkan biri. Ben de annemin karnından konuşarak doğduğum için iyi anlaştık. Son dönemde en çok ne tarz sakatlanmaların geldiğini sorduğumda tereddüt etmeden “Spor salonu sakatlanmaları” dedi. Özellikle “Cross Fit”zedeler çoğunluktaymış. Tabii, bacağına ve koluna dörder kilo ağırlık takıp kamyon lastiği yuvarlarsan sakatlanman normal. Kısa sürede karnımızda hare hare baklavalar oluşmasını istiyoruz da vücudumuzu iyi tanımak ve bu işin gerçek profesyonelleriyle çalışmak gerek.

Doğru bildiklerim

Basit görünen çoğu hareketi bunca zamandır yanlış yaptığımı öğrendim. Mesela ağırlık kaldırmak yerine “terabant” dedikleri o rengarenk pilates bantlarıyla çalışmak daha makbulmüş. Mekik çekerken dik açıyla kalkmak yerine en fazla kırk beş derecelik açı yapmam gerekiyormuş. Yüz üstü yatar pozisyonda dirseklerim ve ayaklarımın üzerine yükseldiğim “plank hareketi” benim gibi omurgasında problemi olan

Yazının Devamı

İçimizi kuruttun hashtag

10 Eylül 2017

Sosyal medya vasıtasıyla hayatımıza giren hashtag’ler almış başını gidiyor. Her şey hashtag’lediğimiz kelimenin daha çok insan tarafından görünmesini istememizle ve takipçi kazanma amacıyla başladı fakat olay kontrolden çıktı.

Geçen gün bir Instagram gönderisinin altında okuduğum hashtag’i aynen aktarıyorum: #ay#senin#beni#sevip#sevmemen#de

#umurumdaydı#sanki#salak#ben

#eğlenmeye#devamdespacito#. Sondaki diyez işaretini yanlışlıkla koymadım, gönderi sahibi bizzat böyle yazmıştı. Kim bilir, belki şunu demek istemişti, “Hashtag, boşluğu sen doldur salak.” Bilemiyorum. Fakat biri bu gidişe dur desin lütfen. Çünkü bir cümlede bağlaçlar ve tek başına sesli harfler dahil her bir şeyi hashtag’leyerek bir yere varamayız.

De hadi ne diyeceksen

Bence bunun çıkış noktası WhatsApp’tı. Bir ara WhatsApp yazışmalarını tane tane yazan arkadaşlar vardı. Baktığınız zaman toplamda alt alta sekiz satır görürdük fakat totalde yazmak istediği sadece şuydu, “Benim lacivert hırkam sende mi kalmış Nurcan?” Evet, soru işareti de ayrı yazılmış şekilde sekiz satır. Hadi Nurcan’la konuşurken tamam, problem yok da sevdiceğinle yazışırken “Bir sonraki satırda ne diyecek acaba?” diye az kıvranmadık.

Diyeceğimizi bir

Yazının Devamı

Tek solukta izlenir

3 Eylül 2017

“Ozark”: Dizinin esas olayı kara para aklama lakin biz kibarca “finans” diyelim. Tam bir “Breaking Bad” kafası. Hatta sinematografik olarak daha iyi bence. Jason Bateman ve Laura Linney’in oynadığı dizinin sürükleyici bir temposu var.

“The Sinner”: Dizinin hem başrolünü hem de yapımcılığını Justine Timberlake’in biricik eşi Jessica Biel üstlenmiş. Ve öylesine ters köşe bir karakter canlandırmış ki açıkçası şaşırdım. Her şey son derece sıradan görünen bir kadının durup dururken plajda bir adamı bıçaklamasıyla başlıyor, önce “Amaaan, yine sıradan bir gerilim” diyorsunuz fakat sonrasında olaylar olaylar...

“Gypsy”: Oldum olası bayılırım Naomi Watts’a. Bu kadının psikolojik gerilim filmlerine aşırı şekilde yakışan bir hali ve tavrı var. 2013 yapımı “Adore” (Yasak Aşk) isimli filminde oynadığı karakterin havasını sezdim “Gypsy”de. Eşi ve tatlı kızıyla son derece klasik bir portre çizen Watts’ın içinde kopan fırtınaları izliyoruz. Dizide, “Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değildir” cümlesinin altı itinayla çizilmiş. Nicole Kidman’lı “Big Little Lies” dizisinin daha ağır ve psikolojik versiyonu.

“Friends From College”: Bir grup Harvard mezunu elemanın yetişkin yaşlarında devam eden

Yazının Devamı