Alen Konakoğlu ile Suadiye'deki stüdyosunda konuşuyoruz. Stüdyonun cephe duvarlarına yerleştirilen özel bir aydınlatma sistemi sayesinde, odayı kaplayan ışıklar mütemadiyen renk değiştiriyor ve değişen her renk nöbetinde; karşımda oturan ünlü müzisyenle ilgili bir ayrıntı geliyor aklıma. Bateristlik üzerine yeni bir akım yaratacak kadar ilerleyip sahnede olmaya dair zirve duyguları yaşamak ve bunun yanına müzik adamlığını, müzikal perspektifin detaycılığını ve beste - söz oluşumundaki hamlığı olabildiğince doygun bir halet-i ruhiyeye yönlendirebilen prodüktör kimliğini benimseyebilmek.
Baterist kimliği ile prodüktör kimliğini birbirinden ayırmıyor Konakoğlu; hatta biri kimliğin ön yüzüyse, diğeri de arka yüzü O'na göre. Gökçe'nin 2011'de büyük bir çıkış yapan "Tuttu Fırlattı" tekliğinin ve bu tekliğin de içinde bulunduğu 2012 çıkışlı "Kaktüs Çiçeği" albümünün aranjör ve prodüktörlüğünü üstlendiğinden ne kadar bahsediyorsa; Teoman'ın 1998 çıkışlı O albümünde davulun başındaki isim olduğundan ve Nil Karaibrahimgil'in kimi konserlerinde baterinin başına oturduğundan da o kadar söz ediyor.
Not defterime günler öncesinden röportajla ilgili konu başlıklarını düşmüştüm; ama soruları, mülakat başlayana kadar detaylandırmadım. Bu da farklı konuların açılmasına ve yelpazesi geniş bir söyleşiye yol açtı.
Genel anlamıyla müziğin tüm evrelerinde seni görmek mümkün. Albümlerin prodüktörlüğünü üstleniyorsun, bir stüdyoya sahipsin, albüm kayıtlarında da bizzat bulunuyorsun. Peki tüm bunlardan evvel; "Ben bir bateristim" diyor musun?
Ben bir müzisyenim. Ana enstrüman olarak davul çalıyorum. Müzikal alanın diğer tarafını oluşturduğu varsayılan kayıt, mix, aranje, prodüktörlük gibi bölümlerde de bulunuyorum. Eskiden bir grubun aktif olarak içerisinde yer alıyordum (Duman'dan bahsediyor) ve haliyle baterist kimliğim ön plandaydı. Artık o kadar aktif değilim davulda; ama bu aktif olmama durumu sadece sahne için geçerli. Yoksa kendi stüdyomda sürekli baterinin başındayım ve davul kaydı alıyorum.
Bateri üzerinden gitmek istiyorum biraz. Baterinin, özellikle de Rock'n Roll merkezli sound'larda belirleyiciliği sence ne kadar güçlü?
Şöyle düşün; sabit atan bir kalp teklerse, insan panik olur değil mi? İşte davulcu öyle birşeydir. Davulun; bir grup için belirleyiciliği elbette çok güçlüdür. Eğer bir Rock grubu; davulcusuna sırtını yaslayabiliyorsa; ilerler ve istediğini alır.
Ülkedeki Rock anlayışında davulun varlığı sanki bir gereklilik gibi değil de sonradan montelenebilecek bir destek enstrümanı gibi görülüyor. Örneğin; daimi üyeleri arasında bir baterist bulundurmayan gruplara rastlamak mümkün. Sence baterist; herhangi bir topluluğun esaslı üyesi olmalı mı, yoksa "Biz parçalarımızı hazırladık arkadaş. Sen de gel belirtildiği gibi davulunu çal" anlayışı doğru mu?
Rock'n Roll'un formülü şudur: Bas gitar, davul, vokal. "Biz herşeyi ayarladık, gel davulunu çal" anlayışı olmuyor, olmaz da. Bir grupta çalan baterist; o grubun üyesidir. Hatta şunu da söyleyeyim; bir gruptan herhangi bir üye ayrıldığı zaman grubun adı aynı kalmamalı, değişmeli.
'Grubun kimliği değiştiği gibi ismi de değişmeli' diyorsun anladığım kadarıyla.
Elbette; çünkü grup aynı kalamaz o durumda. Tıpkı Led Zeppelin'in; baterist üyesi John Bonham'ın ölümüyle beraber aynı kalamayacağını anlayıp bir daha çalmaması gibi. Bizdeki anlayış şöyle maalesef: 'Solist oldukça grup tam gaz devam'. Böyle olmamalı bana kalırsa.
Peki davul meselesinden biraz geriye çekilip genel bir açıdan bakıldığında; Türkiye'deki mevcut Rock'n Roll akımının ayaklarının yere bastığı söylenebilir mi?
Talep o yönde olduğu için sözünü ettiğin akım yönünü değiştirdi. Gruplar da anladılar ki; bu yön değişikliğiyle birlikte maddi başarı sağlanabiliyor. Bunun haricinde, yönünden asla sapmayan ve Rock müziği temelleriyle yansıtan gruplar da yok değil. Ama sayıları çok az. Geriye kalanlar ise; popüler olmak adına, para kazanmak adına köklü değişimler yaşıyorlar.
Peki bu algı; Rock'n Roll'un ölüm fermanı değil mi?
Hayır, öyle olduğunu düşünmüyorum. Ama içine biraz elektro gitar serpiştirilen her şeyin Rock sayıldığı da ortada. Bu 10 yıl önce de böyleydi. Bundan sonra da böyle gidecek gibi. Burada önemli olan gitarı ne kadar kullandığın da değil aslında. Rock'n Roll'un felsefesini yaşıyor musun, mühim olan şey bu. Yoksa sen istediğin kadar ana akıma bağlı enstrüman kullan. Ne yaptığını, neyi ele aldığını bilmedikten sonra, ne önemi var ki.
Tüm bunları bir arada düşünürsek; alternatif sounda sahip tüm akımların, zamanla kendilerini genel yapıya teslim etmek zorunda kalacağını söyleyebilir miyiz?
Bu konuda geleceğe dair öngörülerde bulunmak oldukça zor. Alternatif dediğimiz müziğin bile tarifi artık net değil. Genel yapı dediğimiz şey popülerlikse; günde 10 defa televizyonda görülen şey popülerdir. Diğer yandan popüler olabilmek için alternatiften genele doğru hareket etmek durumundasın. Sahneydeyken karşındaki 10 bin kişiye hükmedebilmelisin mesela. Sen sahnede gerektiğinden farklı görünürsen o 10 bin kişiye hükmedemezsin. Eğer kendine gerçekten alternatif bir kimlik belirlediysen; istediğin gibi görünebilirsin. Çıkarsın çalarsın, benim soundum bu dersin, yerine çekilirsin. Ama popülerliğe adım attığın zaman; hareketlerin, duruşun, görünüşün ve müziğin bir bütün olarak kabul edilir ve sen de bu bütünlük içerisinde hareket etmek zorundasındır.
Bu çemberin dışında durup, tamamen çizdiğin sınırlar içerisinde yol almak imkansız mı?
Türkiye'de aç kalırsın. Gündüz başka bir işe gidersin, akşam da ufak tefek barlarda çalarsın. Bundan da ileriye gitmez Türkiye'deki bağımsız müziğin durumu. Benim tanıdığım ve tam anlamıyla alternatif müzik yapan insanların ikinci bir işi var.
Bu popülerlik ya da bağımsızlık arasındaki bağı biraz kendi yörüngelerinde tutabilmek adına biçimsel yapısında irili ufaklı farklılaşma yaşayan birçok müzisyen var. Sen bir prodüktör olarak bu popüler olmak adına verilen taviz meselesine nasıl bakıyorsun ?
Müziğinden en ufak bir taviz vermeyen gruplarla çalışmayı ben de çok isterim elbette. Ama öyle müzik yapan pek grup kalmadı açıkçası. Geçenlerde 7. Ev isimli bir grubun kaydını yaptım mesela. Sözünü ettiğim bu topluluğun müziği oldukça samimi. Müzikte samimiyet çok önemlidir. Bir de iyi anlamını kastederek söylüyorum bunu: Basitlik. Ne kadar basit, o kadar güzel. Bu işin püf noktası bu. The Beatles'ı ele alalım. Çok mu zor birşey yaptılar, hayır. Şarkılarında inanılmaz akordlar mı dönüyordu, hayır. Sade sözler ve samimi melodiler. Kısacası; basitlikten, sadelikten ne kadar uzaklaşırsan esas noktanı kaybedersin. Sonuç olarak müzik bir kaydetme sanatı değildir; aksine bir sahne sanatıdır. Darbukayı, kemanı, onu bunu kaydediyor stüdyoda; ama sahneye çıktığında hiçbiri yok. Eğer bir enstrümanı sahnene taşıyamıyorsan, onu kaydetmenin hiçbir anlamı yok.
Prodüktörlük aşamasında dikkat ettiğin ve üzerinde önemle durduğun konular neler?
Kimsenin çizgisini bozmamaya çalışıyorum. Kimseyi olmadığı biri gibi göstermeye çalışmıyorum. Kendilerinde iyi durmayacak bir eklentiyi onlara eklemek için ekstra çabalamıyorum. Kısacası elbiseyi bedenlerine göre dikiyorum diyebilirim.
Peki 2013'e dair projeler netleşti mi?
Evet, netleşen albümler var. Aydilge'nin yeni albümü Şubat ayında yayınlanacak. Adı henüz konulmayan bu albümde, daha önceki Aydilge albümlerinde olduğu gibi prodüktörlüğü ben üstlendim. İkinci olarak yukarıda da bahsini ettiğim Yedinci Ev'in debut albümü bu yıl içinde yayımlanacak. Ayrıca Ulaş Oral'ın ikinci albümü, 5-6 ay içerisinde gelecek. Bir de Ruj'u ekleyelim tabi. Bu yıl içerisinde, benim prodüktörlüğümde, yeni bir teklik yayımlanacak onlar adına.
Prodüktörlüğünü üstlendiğin müzisyenlere dikkat kesilince, tek bir tarzdan yol almadıkları göze çarpıyor. Müzikal duruşunun Rock'n Roll'a bağlılığı hala devam ediyorken, ana ekseni itibariyle Rock'n Roll'dan uzak albümlerin yapımcılığını üstlenmek sana sıkıntı veriyor mu?
Rock'n Roll'un bir felsefi kimliğinin olduğunu söylemiştim. Genellikle bu kimliği taşıyan müzisyen veya gruplarla çalışıyorum; ama öte yandan bu kimliği müzikal hayatı boyunca hiç taşımayacak olan biriyle de çalıştığım oluyor. Sonuç olarak, bir yerden sonra yaptığım işe profesyonel bakmak zorundayım. Ama yine söylüyorum. Kendi müziğimin dışında değilim hiçbir zaman. Samimiyeti kovalıyorum. Eğer böyle olmasaydı ve tam anlamıyla 'Bu bir iş' mantığıyla hareket etseydim; çalışmalarımda samimiyeti asla yakalayamazdım. Ben burada müzik yapıyorum. O müziğin içine rakı da koyabilirim, şarap da, şalgam da. (Gülüyor) Önemli olan o müziğe, hedeflenen o samimi müziğe bağlı kalmak. Arabesk, Pop, Rock, Fantazi... bunlar olabilir. Ama altta akıp giden müziğin, sound'un ne durumda olduğu da önemli.
Anladığım kadarıyla işlediğin çalışmalara, elinden geldiğince müzikal anlayışını yansıtıyorsun.
İş gibi bakmıyorum. Her zaman buradaki işlere müzik diye bakıyorum. Beste ve söz anlamında olmasa da albümün müşteriye gidene kadar süren aşama benim eserim oluyor. Bu bir işten çok bir yaratıcılık. Amatör ruhla profesyonel açıdan yol almaya çalışıyorum her zaman.
Son sorum. Yeniden müziğin çıkış noktasında, herhangi bir Rock grubunun daimi üyesi olmak gibi bir planın var mı?
Böyle bir planım yok. Böyle bir hedefim de yok. Öyle bir hayalin kaldı mı diye soracak olursan; öyle bir hayalim de kalmadı. Biraz yaşlandık galiba. (Gülüyor) Açıkçası bana göre bu ülkenin en iyi grubunda çaldım (Duman'dan bahsediyor) ve bunun üzerine yeni bir arayışa gireceğimi sanmıyorum.
Twitter / @BekirzgrAybar