Bedük'ün evinin önündeyim. Taksiden inip dış kapıya doğru yöneldiğim sırada Bedük'ün eşi beni karşılıyor ve birlikte evin alt katındaki stüdyoya giriyoruz. Bedük'ü bilgisayarının yanında, 15 Ocak'ta yayımlanacak olan yeni stüdyo albümü "Overload"ı dinlerken buluyorum. Beni, stüdyosunun bir köşesinde bulunan koltuğa buyur ettikten sonra albümün kapak tasarımının ve iç fotoğraflarının bulunduğu büyük bir kartoneti elime tutuşturuyor ünlü müzisyen ve o an hızlı bir dönüşümle röportajın tam içinde buluyorum kendimi.
Albümün kapağı oldukça ilgi çekici.
O gördüğün bizzat benim. Gözlüğü de görebiliyorsundur zaten. Hatta, eğer kabul edersen başlığın bile hazır: "Bedük; yeni albümü için iliklerine kadar soyundu." (Gülüyor)
Röportaja henüz başladık; ama başlığı belirledik gibi.
Karar senin, benim yaptığım sadece bir öneri. (Gülüyor) Biliyorsun, bu tarz başlıklar dikkat çekicidir.
Kesinlikle. Albümün kapağını açıkladığın iyi oldu. Merak uyandırdığını söylememe gerek yok galiba (Gülüyorum). Şimdi ise albümün ismine odaklanmak istiyorum. Neden Overload?
Çünkü bu albümün ismi; içeriğini tam olarak karşılayan bir kelime olmalıydı. Bu çalışmanın, yükünü almış ve patlamaya hazır bir albüm olduğunu ilk bakışta belli etmesini istedim. Haliyle Overload; anlatmak istediğimin tam karşılığıydı.
Albümün basın bildirisinde, Overload ile birlikte müzikal anlamda bir değişikliğe dikkat çekiliyor ve tarzında da bir farklılaşmaya gideceğinin sözü ediliyor. 1970'lerin sound'unu merkezine aldığını ve her daim giydiğin takım elbiseyle de o dönemlere vurgu yaptığını; önceki albümlerinden biliyoruz. Yeni albümle birlikte, Bedük'ün taşıdığı imajla ilgili derinlemesine bir değişime tanık olacak mıyız?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Bedük, aynı Bedük. Even Better'ı, Dance Revolation'ı ve Go'yu dinleyen birisi; Overload'a da "Bu albüm Bedük'ün albümü" diyecektir. Sonuç olarak sound; yine benim sound'um. O bildiride bahsedilen değişiklikle; müzikal yapıdaki temel bir dönüşümü vurgulamaktan çok, detaylarda kendini var eden ve yer yer ön plana çıkan enstrüman kullanımına dikkat çekiliyor. Örneğin; parçaların her birinde Prograssive anlayışı bulmak mümkün. Takım elbise konusuna gelince. Evet, o noktada bir değişikliğe gitmek istedim. Gece hayatında takım elbise kültürünü elbette ben başlatmadım; ama Even Better dönemiyle birlikte (2007'den başlayan sürece dikkat çekiyor) gece hayatında, sahnelerde takım elbise sıkça yer almaya başladı. Hatta benim giydiğim ayakkabılar herkeste görünür oldu. Ayağa düştü bu tarz demiyorum elbette. Ben zaten sıkılmıştım ve Overload'da bu konuda bir değişime gitmek istedim.
Peki, şarkıların oluşum sürecinde, dinleyici kitlesinin bekletileri ya da bakış açısı ne kadar belirleyici?
Eğer kitle için müzik yaparsan, kaybedersin. Yaptığın müziği kitlenin benimseyebilmesi çok önemli. Ben kendi müziğimi yapıyorum. Bunun haricinde başka bir çaba içerisinde değilim. O nedenle şarkılarımı oluştururken, dış etkenleri pek düşünmüyorum.
Bu noktada sahiden de nev-i şahsına münasır bir durumun var. Jennifer Lopez konserinden önce sahne alıyorsun; bunun yanında underground barlarda da, electronik ve hatta Rock'n Roll merkezli festivallerde de çıkıyorsun.
Bir ekleme de ben yapayım. ODTÜ Devrim Stadyumu'nda da sahne aldım. Ülkenin tüm bölgelerine gittim. Dediğin gibi farklı açılarda duran yerlerde konserler veriyorum. Aslında bu duruma hiç kimse alışkın değildi. Şöyle bir algı vardı: İki uçta duran iki temel müzikal kültür var ve bu iki uç asla birleşmez, birleşemez. Ama biri geldi bu iki ucu birleştirdi. Bununla birlikte alt kültür ve üst kültür gibi birbirine asla yanaşamayan iki olgu arasındaki mesafeyi de daralttığımı düşünüyorum. Sinemayı ele alalım. Bir taraf sanat filmi; diğer taraf popüler film endüstrisi. Ben tam ortadayım ve bu iki ucu bir araya topluyorum. Sinema bir örnek tabiki. Ben işin müzik kısmındayım. (Gülüyor)
Dinleyenini bir kalıba sokmak istemediğin gibi kendin de bir kalıpta durmak istemiyorsun galiba.
Kesinlikle. Tamam ben elektronik ağırlıklı bir müzik ile uğraşıyorum. Ama sonuç olarak ben bir müzisyenim. Gitarımı elime alıp notalarda dolaşıyorum, şarkı sözü yazıyorum. Merkezi yapımı korumakla birlikte farklı sound'lara bulaşıyorum.
Albümlerini birbirine ezdirmediğini biliyorum; ama yine de soracağım bu soruyu. Overload'u önceki albümlerinden ayrı bir yere koyuyor musun?
Buna benzer sorulara verilen cevaplar beni çok eğlendiriyor. Yeni albümü için "En iyi albümüm oldu" diyor mesela. Yahu herhalde öyle olacak. Elinden gelenin en iyisini yaptığın için, o an yayımlanan albümün, en iyisi olur elbette. Eğer tam tersiyse; elinden daha iyisini yapmak geldiği halde yapmadığını belli edersin zaten. O albüm de bir yere gelemez, unutulur gider. Soruna dönersek, ben albümlerimi kıyaslamayı sevmiyorum. Overload, yukarda da bahsettiğim gibi kimi sound eklemelerine sahip ve bu konuda farklı.
Bu albümün üretim aşaması nasıl geçti?
Her şarkının birden çok versiyonunu çıkarttım. Üzerinden defalarca geçtim. Açıkcası epey bir süredir uğraşıyorum Overload ile. 3 yıldır da stüdyo albüm çıkarmıyorum. Haliyle yoğun bir süreç oldu. Yine de kontrolümde gelişti herşey. Hatta bu albümün plak olarak basılmasını çok istiyorum. Kimi albümler için "tam plaklık" derler ya, işte bu albüm de benim gözümde öyle.
Albümde 12 şarkı var. Bunların 10 tanesi tümüyle sana ait. Geriye kalan iki parça ise cover. Cover'lara bakıldığında, Indie'den yol aldığın görülüyor. Bir önceki stüdyo albümün Go'da; Franz Ferdinand'dan "This Fire"ı yorumlamıştın. Bu albümde de ünlü Indie toplulukları The Subways ve Eagles of Death Metal'den birer şarkı var. Kendini Indie akımına yakın görüyor musun?
Indie'yi salt bir Rock akımı olarak görmemek lazım. Bence underground olan herşey biraz da Indie'dir, daha doğrusu Independent'dır. Evet, ben Indie'yi seviyorum. Kendi kendimin yapımcısıyım. Şarkılarımı kendim yazıyorum ve kendim besteliyorum. Stüdyo bana ait. Albümlerimin kapak tasarımlarıyla bile bizzat ilgileniyorum. Hatta kimi Indie gruplarından bile daha fazla Indie'yim. Çünkü onlara karışan eden onlarca insan varken; ben kendimden sorumluyum. (Gülüyor)
The Subways ve Eagles of Death Metal ile şarkı talebi için iletişime geçtiğinde süreç nasıl ilerledi? Cevap için çok bekledin mi?
Hayır, her iki grup da çok hızlı geri dönüş yaptı. Daha önce bir örnek vardı çünkü. "Bu adama, Franz Ferdinand şarkısını emanet ettiyse, çok da düşünmenin bir anlamı yok" demiş de olabilirler. (Gülüyor)
İlk klip için hangi şarkı belirlendi?
İlk önce Lose It All'da karar kılmıştım; ama sonrasında biraz beklemeye aldım klip sürecini. Albüm yayımlandıktan sonra bir şarkıda karar kılıp hızlı bir şekilde yayına sunacağız ilk klibi.
15 Ocak'ta yayımlanıyor albüm. Öncesinde bir Lansman Konseri olacak mı?
1 gün önce, 14 Ocak'ta bir otelin odasında parti vereceğim. Partinin içeriği sürprizlerle dolu. O gece gerçekten çok eğleneceğiz ve Overload'u kutlayacağız.
Albüm tanıtımıyla ilgili bir konser takvimi belirlendi mi?
Açıkcası buna vaktim olmadı. Elbette konserlerimiz olacak, ama şu an için bir takvim belirlemedik. Şu günlerde enerjimin tümünü albümün hazırlık ve yayım aşamasına veriyorum. Bu sürecin hemen ardından, bir konser takvimi hazırlayıp şehir şehir dolaşacağız.
...
Ben sorularımı, Bedük de cevaplarını bitirdikten sonra Overload'ı dinlemeye koyulduk. Parçalar aktıkça; Bedük'ün röportaj esnasında dediklerini daha iyi anladım. Şarkılardaki Dubstep tavırlar, Prograssive geçişler, avangart dokunuşlar ve bunların tümünü bir çerçeveye sokan elektronik vurular o kadar net ki; ritimlerdeki alt-üst kavramı, birbiriyle dostça ilerliyor. Hatta kimi zaman azınlık tınıların, çoğunluğa hükmettiğini dahi düşünmedim değil. Öte yandan şarkıların her biri içsel bütünlüğünü tamamlamanın da ötesine geçerek; albümü bir bütün haline dönüştürmüş. Hal böyle olunca da keyifle dinlenen, ayrıntılarla yormayan; ama yüzeyselliğe de mahkum etmeyen bir albüm çıkmış ortaya.
Overload'da Yer Alan Parçalar:
1- Beatfreak: Tam bir giriş parçası. Sizi nelerin beklediğini haber veren bir ulak gibi de görebilirsiniz bu şarkıyı.
2- Lose It All: Elekronik harmanlamanın netliği yüzünüze çarpabilir. Ayrıca parçanın sağına-soluna savrulan; ama düzenli bir yapıda sinsice kendini belli eden Indie Rock tınılarına da dikkat edilmeli!
3- Starlight: Üst üste bindirilen ritimlerden çekinmeyin. Hatta onların üzerine gidin ve aralarına özenle bırakılan detayları özümseyin.
4- I Only Want You: Hakkı verilen bir Eagles of Death Metal cover'ı.
5- Funk It: Tam anlamıyla elektroniğin tozunu atan bir parça. Girdiği tüm dar koridorları geniş bir salona bağlaması biliyor.
6- Rock'n Roll Queen: Bir The Subways cover'ı. Merkezi sound elbette değişmiş. Rock'n Roll vurgusunun elektronik aksanlı bu halini oldukça beğendim.
7- Glorious: Şarkıda geçen şu söz herşeyi açıklıyor: "I never wanna slow down". Gitarın; elektronik süzgeçten geçen vokale başarıyla monte edilişi; dinleyenini geçici olarak alıkoyabilir!
8- It's A Riot: John Lennon'a bir gönderme var: "They twist and shout, but not like Lennon".
9- Away: Piyano girişiyle endamını ilk saniyelerde belli eden, ortalarına gelindiğinde ise Kanye West'e agresif bir selam çakan, sapına kadar kendinde bir parça. "I'II never let you go away. Away! No!"
10- Put It On Me: Sadece 2 dakikalık bir parça olsa da akılda kalıcı ezgilere sahip. 80'lere saygıyla başlayıp, 2013'e bağıntılı olarak sona eriyor.
11- Get Down: Son dönem The Jacksons kokusunu hissedebilirsiniz. Rhythm and Blues'dan izlere rastlamak için ise kendinizi parçaya bırakmanız yeterli.
12- Why So Serious: Albümün kapanışını üstlenmiş. Disiplini elden bırakmayan yapısıyla dinleyenine "Ben buradayım" diyor.
Twitter /@BekirzgrAybar