Sezginin kapıları arındığında, her şey gerçekte olduğu gibi görünür."
William Blake'e ait bu cümlenin merkezinde ortaya çıkan The Doors; 42 yıl önce henüz 27 yaşında kaybettiği liderinin ardından, önceki gün de ikinci adamını, 74'ünde toprağa verdi.
Grubun; bulunduğu dönem içerisinde müzikal açıdan farklı bir düzeneği işlemesinde ve sound olarak öne çıkmasında ağırlığı bulunan Ray Manzarek artık yok.
Elbette, bu üzücü gelişmeyle birlikte The Doors'un ağır yaralı düştüğünü söylemeyeceğim. Zira Morrison sonrası varlığını sürdürme çabasının boşa çıkması; topluluğun hangi noktada hareketsiz kaldığını açıklıyor. Yine de Manzarek'in gidişinin kimi şeyleri daha da koyulaştırdığı bir gerçek; çünkü O, The Doors'un en yaşlı üyesi olmasına rağmen, her dönem eldeki mirasın paralelinde gerçekleşen bazı çalışmaların öncüsüydü. Özellikle 2000'lerin ardından, vokalin The Cult'ın gırtlağı olan Ian Austbury'ye emanet edilerek çıkılan konserlerde liderliği üstlenen Manzarek'ten başkası değildi.
Yine de The Doors'un liderinin kim olduğu belli. Hem şiirsel anlatısının gücü, hem de yaşadığı dünyanın sınırlarını bir çırpıda yırtmayı kolaylıkla başarabilen şarkı sözlerinin keskinliği; Jim Morrison'ı grubun merkezinde konumlandırmaya yetiyor. Kaldı ki; diğer üyeler de bunun farkındaydı. Hem gitarist Robby Krieger, hem de davuldaki John Densmore; vokalin köşe boşluklarını kapatma görevlerinin kendilerinde olduğunun bilinciyle işlerini yapıyorlardı.
Ray Manzarek'e gelince...
O; Jim'in zirvede olması gerektiğini, Jim'den de önce anlamıştı. 1965 yılında, henüz ortada The Doors diye bir topluluk yokken Morrison'ın bazı şarkı sözlerini duyar duymaz O'na: "Bunlar harika şeyler. Gerçekten." diyen de Manzarek'tir.
1960'ların ikinci yarısında 20'li yaşlarda gezinmek; aynı zamanda yepyeni bir jenerasyonun üyeliğini yapmak anlamına geliyordu. Bunu, şimdilerden o zamanlara bakarak daha rahat söyleyebiliyoruz. Ortada; üzerinden yaratılan manipülasyonlarla korku toplumu inşaasına girişilen bir Soğuk Savaş ve somut olarak yaşanan bir Vietnam Savaşı vardı. Soğuk Savaş'ın hesabının ne olduğu uzun süre dillendirilememiş olsa da Vietnam'daki trajedinin savunulacak bir yanının olmadığı insanlar tarafından yavaş yavaş idrak edilmeye başlanmıştı. Yeni yeni büyüyen bu savaş karşıtlığı, aynı zamanda barış ve özgürlük söylemlerini beraberinde getirmiş ve Birleşik Devletler'deki toplumun bilincine yerleşmişti. Sonuç olarak The Doors üyelerinin de içinde bulunduğu kuşağı oluşturanların hemen hemen tamamına yakını; annesi, babası, dedesi ya da abisi nezdinde İkinci Dünya Savaşı'nın psikolojik sillesini yiyen gençlerdi ve bu gençler; kendilerine ince bir yol açan Beat Kuşağı'nı takip ederek, neyin ne olduğunu dış yönlendirmelere kanmadan anlamanın peşindeydiler.
İşte tüm bu dış etkenlerin aklına indirdiği yumruğu çok iyi kullandı; Morrison. Henüz küçük bir çocukken tanık olduğu trafik kazasından aklında kalan o meşhur anının izinden gitti çoğunlukla; ama hayatı salt Kızılderili bir insanın ruhuyla ya da yalnızca bir Kertenkele Kral olarak değil; bir anlatıcı ritmiyle de görmeye çalıştı. Bu da The Doors'un kulvarını marjinalleştirmeye yetti.
Yine de eğer bir müzik grubundan bahsediyorsak; şiirsel ritmin gücü kadar, müzikal tavrın netliği de önemlidir.
The Doors adına, tam da bu noktada Manzarek devreye giriyor. Light My Fire, Riders on the Storm, Break on Through to the Other Side, People Are Strange ve daha birçok şarkıda keyboard'unu akıcılığın omurgası yaparken, diğer yandan da synth bass'ın kontrolünü sağlaması; O'nun, The Doors için neyi ifade ettiğini az çok açıklıyor.
Yer yer back lead vokallerle Jim'in sesinin geri planını kavrayan Manzarek; The Doors için salt bir keyboardist değildi belki; ama salt The Doors'tan ibaret bir yaşamı vardı. Yaptığı en iyi emprovize müzik formları The Doors'a aitti. Best-seller olan kitabı dahi The Doors'u anlatıyordu.
Ray Manzarek'in74 yıllık ömrü; 7 yılın içerisinde kendisine yer buldu. Onun hikayesi The Doors ile başlamadı belki; ama The Doors ile bitti.
Twitter / @BekirzgrAybar