Polis müdahalesiyle çocuk, genç, yaşlı tüm eylemcilerin Gezi Parkı sınırlarından kapı dışarı edilmesinin ardından bir televizyon kanalı “Gezi Parkı yeniden halka açıldı. Şu an hiç kimsenin parka girmesine izin verilmiyor” derken, ana akım bir gazete ise olayı şöyle manşete taşıyordu: “Günaydın Gezi.”

Oralarda durum bu iken Gezi Parkı nezdinde bir bakış açısına gerek duyulursa; yönün nerelere baktığı az-çok belli. Mayıs ayının son haftasından bu yana yaşananlar her şeyden önce kültürel bir ayaklanmaydı. Bu mücadele; -kimileri ısrarlı olarak duymamakta diretse de- henüz ilk günlerde başardı direncinin haklılığını. Bir önceki yazımda da bahsini etmiştim: Eğer bu sürece tümüyle izin verilseydi ve diğer şehirlerde acılar yaşanmasaydı; Gezi’de olası bir müdahale beklentisinin yarattığı gerginlik yerine bir festival ruhunun yeşereceğine şüphe yoktu.

Haberin Devamı

Yine de Gezi Parkı’nın sınırları içerisinde bir şeylerin tohumları atıldı. İnsanlar; birbirine yakın görüşteki insanlar, birbirine tümüyle ters kutuplardan bakan insanlar ve en önemlisi herhangi bir siyasi akımın rüzgârını hissetmekten özellikle uzak duran insanlar; 3 haftaya sırt dayamış bir zaman diliminde o kendinden emin hayat görüşlerini ve o doğrusal ideallerini; parktaki ağaçların köklerine gömdüler.

Bu saatten sonra orayı hala beton desenleriyle görmek isteyen kaldı mı, bilmiyorum. Zaten bunun en ufak bir anlamı yok artık. Çünkü Gezi’deki miras o kadar büyük ki; orayı 1900’lerin ilk çeyreğindeki çehresine dönüştürseniz de toprağın altına gömülen mirası çekip alamazsınız.

Gezi eylemini daha da değerli kılan bir başka olgu ise; mücadelenin çıkış noktasını donatan jenerasyonun çizgileriydi şüphesiz. Bundan 20 - 25 yıl önce dünyaya merhaba demiş ve haliyle apolitik yaftasını mütemadiyen yakasına çengellemiş bir kuşak; azımsanmayacak ölçüde işin içindeydi. Duvarlarda görülen sloganların yeni yetmeliği Y Kuşağı’nın ipuçlarını bir bir fısıldarken, birkaç provokatif eylemler haricindeki geniş kitlenin; kendisine yönelen şiddet artsa dahi pasif direniş taktiğinden vazgeçmeyerek “yoluna bakan”lardan oluşması; görüntüdeki toplamın yine bu malum 90’lar olduğunu ortaya seriyordu.

Haberin Devamı

Anlaşıldı ki; vicdan ve duyarlılık arasında nefes alan o yüce yaratık; tıpkı bundan önceki romantik kuşaklarda olduğu gibi günümüzde de hayatına devam ediyordu.

20’lerindeki vücutlar üzerinden siluetini belli eden bu hareket; görece ufak bir adımla o kadar çok tezi aniden ayaksız bıraktı ki; bilgisayar çağının merkezinde büyümenin ve asosyal kalıntıları içgüdüselleştirmenin; sanılanın aksine toplum bilincini köreltmediğini de kanıtladı.

Bir önceki kuşağın üyelerinden Julian Assange, otobiyografisinde (Türkçe: Julian Assange: Onaylanmamış Otobiyografi, Alfa Yayınları) bilgisayar ile büyüyen kuşağı şöyle anlatıyor: “Düşüncelerinizin gerçekten ne olduğunu bilmek; zihninizin büyük bir kısmını bilgisayarınızın uzamına yerleştirmekle ilgilidir. Olayı fazla abartmaksızın, bunun dünyada yeni bir varoluş biçimi olduğunu söylemek istiyorum. İnsanlar; bundan hep rahatsız oldu, egonun eski ihtiyaçlarını yerine getirmemizi arzu ettiler, şimdi bile bunu istiyorlar. Fakat bizler, bilgisayar çağında teslimiyetin nasıl işlediğini genç yaşımızda öğrendik. Sanırım pek çok insana uzaylı gibi görüneceğim hep; çünkü ben bilgisayarlara gömülmüş bir neslin parçasıyım.”

Haberin Devamı

Elbette Y Kuşağı için tek ölçüt; kendisinden bir önceki jenerasyon değil. Söylemlerde farklılıklar olsa da; bundan yaklaşık 50 yıl önce, yaşam alanlarına bir yumruk gibi inen muhafazakâr baskıya ve kendisine gitgide yeni cepheler açan savaşlara karşı ayaklanan gençliğin izi hala duruyor; Gezi’nin üzerinde.

Sadece sloganlar biraz daha kapalı:

"Kahrolsun Bağzı Şeyler"

Twitter / @BekirzgrAybar

bekirozguraybar@hotmail.com