23.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:
CİZRE'nin Yeşilyurt köyünde 1989'un ocak ayında bir binbaşı ve üç asker tarafından kendilerine dışkı yedirildiğini iddia eden köylülerden dördü mahkemeye başvurdu. Mahkeme dışkı olayını kabul etmedi, ancak dayak atıldığına karar verince dört köylü Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na dava açtı. Davayı kazanan köylüler Türk devletinden tam dört milyar lira tazminat aldı.
Bu parayla ortak kamyon alan köylüler, ticarete atıldı, ama esas sürtüşme bundan sonra başladı. Tazminatı alan Yeşilyurt köyünün muhtarı Abdurrahman Müştak, Kamil Müştak, Bahattin Müştak ve Abdullah Gündoğan, dava açmadıkları için para alamayan Yeşilyurtlular tarafından tehdit edildikleri için eşlerini ve çocukların köyde bırakıp Cizre'ye göçtü. Para alamayanlar ise gönüllü korucu oldular ve nerede ise kan davasına dönen bu sürtüşme yüzünden köy ikiye ayrıldı. Biz de bu olayı araştırmak ve tarafları dinlemek için Diyarbakır üzerinden Cizre'ye gittik.
Cizre'ye uzaklığı sekiz kilometre olan, Cudi ve Gabar dağlarının eteklerinde, ağaçlarla kaplı Yeşilyurt köyüne geliyoruz. Köyün girişindeki çocuklarla birlikte taşlı, çamurlu yolları geçip geçici muhtar Tahir Madak'ın evine konuk oluyoruz. Yer minderleriyle kaplı odadaki gönüllü korucular Adil Madak ve Halil Bozkurt önce güvensiz bakışlarla bizi süzdükten sonra "kimlik kontrolü"ne tabi tutuyorlar.
Kendilerine dışkı olayını, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na yapılan başvurudan sonra açılan davada birer milyar lira tazminat alan muhtarla birlikte dört köylüyle olan ilişkileri, köyde yaşanan gerginliği soruyoruz. Sözü ilk geçici muhtar Tahir Madak alıyor:
"50 senedir Müştaklar bu köyde ağalık yapıyor. Dışkı olayı olduğu zaman ben köyde değildim, ama muhtar, PKK'yla anlaşma yaptığı için herkese `dışkı yedik' diye imza attırmış. Aslında dışkı olayı uydurmaydı. Eskiden korkudan PKK'nın yanındaydık, ancak eski kaymakam Şenol Bozacıoğlu iki sene önce köye gelip bize devletin köylünün yanında olduğuna dair söz verdikten sonra biz de `Devlete inandık artık ondan ayrılmayacağız' dedik. Devletten yana olunca muhtarla aramız açıldı. Daha sonra birer milyar lira tazminat geldiğini duyduk. O parayla kamyon alıp mazot satıyorlarmış. Bize bir şey vermedikleri için böyle sefalet çekiyoruz."
Dava açılması için avukata vekaletname verdiniz mi? diye sorunca sekiz aydır 13 arkadaşıyla gönüllü koruculuk yapan 28 yaşındaki Adil Madak, öfkeyle söze girip anlatmaya başlıyor:
"Muhtar ve PKK korkusundan `Dışkı yedim' diye imza verdim. Biz imza attıktan sonra avukat Hasip Kaplan, `Ben imzayı aldım. Köyün vekaleti de bende' dedi. Ayrıca biz başka bir yere imza atmadık."
PKK'nın köye baskın düzenlemediğini söyleyen korucu Halil Bozkurt ise "Yine de korkuyoruz. Bu yüzden de gece gündüz nöbet tutuyoruz" diyor.
Kürtçe bilmediğimiz için tercüman aracılığıyla halkla konuşuyoruz. Kimi Müştak, Diri, Gündoğan ve Kayar'lara dış bilerken, kimi de Madak, Müldür, Mübarız ve Gündüzalp'lere ateş püskürüyor.
Köyden ayrıldıktan sonra Cizre'nin çamurlu sokaklarına dalıyoruz. Bahçe kapısını açıp, bir evin zilini çalıyoruz. Karşımızda bembeyaz saçları ve heybetli gövdesiyle eski muhtar Abdurrahman Müştak. Can güvenliği olmadığı için iki karısı ve 14 çocuğunu köyde bırakıp Cizre'ye göçüp akrabalarını yanında yaşamaya başlayan Abdürrahman Müştak'la sohbete koyuluyoruz. İddiaları sıraladığımız zaman derin bir iç çekiyor ve anlatmaya başlıyor:
"Dışkı yedikleri halde şimdi olayı yalanlıyorlar. Aslında bana ve benim aileme düşman oldukları için yalan söylüyorlar. Köyümüzde ne PKK ne de bir olay vardı. Ne zaman biz tazminat aldık, olaylar ondan sonra hızlandı. Amaçları bizi köyden sürmek. Toprağımıza tecavüz edip, otlağımızı bastılar. Babamı hedef alıp kurşunladılar. Yolumu kesip beni dövdüler. Can güvenliğim olmadığı için ailemi köyde bırakıp Cizre'de akrabalarımın yanında sığıntı gibi yaşamaya başladım. Sadece bana değil, dayılarım ve teyzemin oğulları Kayar, Diri ve Gündoğan ailelerini de hedef alıp saldırdıkları için 18 hane köyü terk etmek zorunda kaldı. Şimdi bu üç aile ya akrabalarının yanında ya da kiraladıkları bir göz odada yaşıyorlar.
21 Kasım'da kaymakamlığa verdiğim dilekçede, `Can güvenliğimi sağlayın, ben köye gidiyorum' dedim. İki gün sonra köye gittiğimde evim kurşunlandı. Zorunlu olarak köyden çıktım. Soruyorum; korucu olduktan sonra yani son sekiz aydır kaç operasyona katıldılar, hangi dağa çıktılar? Müştaklar dışında hangi örgüte karşı mücadele verdiler, devlete ne gibi yardımları dokundu? Ben her şeyi unutup onlarla barış yapmak istiyorum. Birlik, düzen ancak böyle sağlanır."
Ne diyelim, belki bu çağrıdan sonra barış ufukta göründü bile.