Öte yandan tasavvufun zikirden anladığı şeyin, Allah’ın adını, güzel isimlerini belli aralıklarla belli sayılarda tekrarlamaktan ibaret olmadığını kaydeden Prof. Dr. Reşat Öngören, “Uzay, yıldızlar ve galaksilerden, denizlerin dibindeki hayat çeşitliliğine kadar Allah’ın yaratıklarının güzelliği karşısında büyülenmek de O’nu içten, derinden zikretmek demektir. İnsan bu idrak seviyesinde yaşarken, birtakım sıkıntılar karşısında Tanrı’ya olan güveni, bağlılığı ve sabrı daha da pekişmektedir. Bu ise insanın çile çekerken bile mücadele azmini arttırmakta ve birtakım yanlışların peşine gitmekten onu alıkoyabilmektedir” diye konuştu.
Dinin temel referanslarına; Kur’an ayetleri ve hadisi şeriflere göre Allah’ın her yerde her şeyi kuşattığı, insanın yanında, ona şah damarından daha yakın olduğunun açıkça belirtildiğini dile getiren Prof. Dr. Reşat Öngören, şöyle devam etti: “Ancak ‘deizm’i önlemek adına bu kadarını söyleyip bırakmak, bir başka inanç krizine, yani Allah’ı evrenle iç içe, evrende mekan tutan, hatta evrenin ta kendisi olan bir güç olarak (panteizm) algılamaya sebep olabilir. O yüzden dinin temel referanslarına bir bütün olarak bakmak ve Allah’ın aynı zamanda mekan ve zaman kaydı altında bulunmadığı gerçeğini de dile getirmek gerekir. Aslında bu insan mantığına göre bir paradokstur. Fakat Kurân-ı Kerim’de Allah kendisini paradoksal biçimde ‘Hem ilk hem son hem görünen hem görünmeyen’ olarak tanımlamıştır. O yüzden ayet ve hadisleri bir bütün olarak ele almalı ve ‘Allah hem evrende içkin hem de evrenden aşkın’ demek en doğrusudur.”