Yaşam ‘Huysuz ihtiyar’ yine karşımızda...

‘Huysuz ihtiyar’ yine karşımızda...

30.01.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

‘Tatie Danielle’ adlı filmin hırçın ihtiyarı olarak ün yapan ve son olarak ‘Pandora’nın Kutusu’nda rol alan 90 yaşındaki Fransız oyuncu Tsilla Chelton, Türkiye’de ilk kez Milliyet’e, Asu Maro’ya konuştu

‘Huysuz ihtiyar’ yine karşımızda...

Hatırlar mısınız bir meşhur “Tatie Danielle” vardı. Nefretle sevdiklerimizden... Hırçın, bencil, zaman zaman kötücül ama gene de şirin bir ihtiyardı filmin kahramanı. Hâlâ Alkazar Sineması’nın duvarlarından bize muzır muzır gülümser.
O unutulmaz filmin şahane oyuncusu Tsilla Chilton, şimdi Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi “Pandora’nın Kutusu”nda çıkıyor karşımıza. İlerleyen yaşına rağmen kendi başına dağlardaki evinde yaşayan, güçlü kuvvetli bir Karadeniz kadınını, Nusret’i canlandırıyor. Bir gün alıp başını giden, bulunduğunda Alzheimer olduğu anlaşılan, ama olanca kudretiyle hastalığa bile meydan okuyan bir kadın...
Fransız oyuncu Tsilla Chelton, 90 yaşında Brüksel’den kalkmış hiç bilmediği bir ülkeye gelip, üstelik bir de dağlara tırmanmış bu film için. Ülkesine döndüğünde geçirdiği rahatsızlıktan ötürü uçağa binmesi yasak, bu nedenle kalkıp gelemedi kendisine San Sebastian Film Festivali’nden en iyi kadın oyuncu ödülü getiren “Pandora’nın Kutusu”nun İstanbul’daki gösterimine. Ama kalbi buradaydı ve hâlâ çok gençti. Paris’teki çekimlerinin arasında, 90 yaşının olanca coşkusuyla yanıtladı sorularımızı...

‘Gücünü ilk anda hissettim’


Nusret karakteri size nasıl geldi?
Hiç beklenmedik bir biçimde. Yeşim, Fransız yapımcısı Setareh Farsi ile birlikte Brüksel’e geldi, bana senaryoyu anlattı. Oyuncu içgüdüsü olsa gerek, onun dünyasının gücünü ilk anda hissettim. Ve sanırım Türkiye gibi uzak ve benim için bilinmez bir ülkeye gidecek olmak da beni bu maceraya çeken sebeplerden biri oldu.

Uçağa binemiyorsunuz. Böyle bir yolculuğu nasıl göze aldınız?
Bu filme kadar uçağa binmekte sorunum yoktu. Çekimlerden döndüğümde ciddi bir akciğer problemi yaşadım. Maalesef bu nedenle de filmin prömiyeri için İstanbul’a gelemedim; buna sahiden çok üzüldüm. Bir yol bulmak için bütün şartları zorladım ama doktorlar katı ve Orient-Express kışın çalışmıyor. Ben de 90 yaşındayım sonuçta!

Nusret’i hasta ve biraz çocuklaşmış haliyle tanıyoruz filmde. Sizce nasıl bir kadındı sağlıklıyken?
Aslında hastalanmadan önceki karakterini de anlıyoruz. Kafasındaki sis perdesi aralandığı anda çocuklarına bir şey söylüyor ve her seferinde tam on ikiden vuruyor. Çok öngörülü bir kadın. Oğluna mesela, babasının onun sandığı gibi kaybolmadığını, onları terk ettiğini söylüyor. O basit cümleden kocasının yokluğundan asla yakınmadan, çocuklarını tek başına büyüttüğünü anlıyoruz. Gerçek bir dağ insanı, güçlü, dayanıklı.

Filmde Türkçe konuşuyorsunuz, repliklerinizi öğrenmeniz zor oldu mu?
Çekimlerden önce Brüksel’de Fransızca ve Türkçe bilen bir koçla çalışmaya başladım. O koç bana sette de eşlik etti. Cümlelerimi sözcük sözcük öğrendim ve söylediğim her sözün anlamını da biliyordum. Şanslıyım, dile kabiliyetim var, çabuk öğreniyorum. Ne var ki tembelim, aynı hızla unutuyorum, yoksa şu an bir sürü dil konuşuyor olurdum.


‘Bir maceraya atıldım’


Sizin hayatınızda “Pandora’nın Kutusu”nun yeri nedir?
Benim için benzersiz bir deneyim. Öncelikle söylemeliyim ki, gerçekten bir maceraya atıldım. Her şey çok hızlı oldu. Çekim koşullarının hafif olmadığını biliyordum ve artık pek genç sayılmazdım. Yola çıkacağım gün bile arkadaşlarımdan gitmememi söyleyen telefonlar aldım; risk aldığımı söylüyorlardı. Ama bir an bile pişman olmadım. Sete adım attığım andan itibaren film ekibinin iyi niyetli çabası, beni inanılmaz etkiledi. Herkes müthiş bir istek ve fedakârlıkla çalışıyordu. Bence bu Yeşim’in zengin ve özel dünyasının gücü.

Yeşim Ustaoğlu’nu çalıştığınız diğer yönetmenlerle kıyaslayacak olsanız, neler söylersiniz?
İlk karşılaştığımız anda kendimi ona yakın hissettim. Üstelik aynı dili konuşmamamıza rağmen her zaman anladık birbirimizi. Başta bir tercümanımız vardı ama kısa sürede kendimize sadece ikimizin anladığı Fransızca - Türkçe karışımı bir dil bulduk. Yeşim olağanüstü bir yönetmen. Onda en çok hayran olduğum şey, ülkesine ve insanlarına olan sevgisi. Onun sineması benim için büyük bir usta tarafından yapılmış bir tablo gibi ve Tanrı izin verirse, onunla yeniden çalışmayı çok isterim.

Türk sinemasını tanıyor musunuz?
Maalesef hayır, ama itiraf etmeliyim ki bu deneyim bende büyük bir keşfetme arzusu uyandırdı. Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya, ben de sinemada çalışan biri olarak salonlarda geçirecek çok az vakit bulabiliyorum. Sanırım perdede kendimi koltuktakinden daha iyi hissediyorum.

Filmde torununuzu oynayan Onur Ünsal’la nasıl bir ilişkiniz vardı?
Filmin bütün oyuncuları harikaydı. Onur da adeta gerçek hayatta da benim torunum oldu, ben de onun için bir ‘anane’ oldum. Çok parlak bir çocuk. Onu İstanbul’da “Hırçın Kız” oyununda izledim ve gerçekten çok etkilendim. Bence çok önemli bir kariyer var önünde, adını sık sık duyacağız.


‘Herkesin büyükannesi’

Haberin Devamı

“Tatie Danielle”in afişi hâlâ İstanbul’da bir sinema salonunda asılı durur. Sizin için ne ifade eder o film?
Ben çok mutlu olmuştum Tatie Danielle’i oynamaktan. Kendime hiç benzemeyen birini oynamayı hep sevmişimdir. Beni sinemada ünlü yapan filmdir o. Başta sokaklarda çok küfür yedim, beni durdurup ‘bu kadar kötü olmaya utanmıyor musun?’ diye soruyorlardı. İnsanlar bazen rol ile gerçeği ayırmakta zorlanıyor.
Ayrıca bence Tatie Danielle o kadar kötü biri değildi. Canı sıkılan, çocuk gibi davranan yaşlı bir kadındı ve sevildiğine inanınca cömert birine dönüşüyordu. Sanırım seyirci de zamanla bunu anladı ve Tatie Danielle bir kült filme, karakteri de herkesin büyükannesine dönüştü. Şimdi anne babalar çocuklarına beni gösterip “Bak, Tatie Danielle!” diyorlar: “Git ona bir öpücük ver..”

Yazarlar