Adı terör, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı ile anılan Doğu Anadolu’daki bir ilçemizde, ne uyuşturucudan anlayan bir memur, ne eğitimli bir köpek var
Türkiye’nin doğusundayız. Kurthan Fişek Hoca’mın deyimiyle Dicle - Fırat hattının ötesindeyiz. Yaşadığımız olay, burada sık sık gündeme getirdiklerimiz gibi eskilere dayanmıyor. Geçtiğimiz yıl Doğu Anadolu’daki yolculuklarımızdan birinde, adı bizde saklı ilçemizde mola veriyoruz. Adı bizde saklı diyoruz, çünkü sözünü esirgemeyen genç kaymakamı zor durumda bırakmak istemiyoruz. İlçenin adı, terör ve silah kaçakçılığıyla birlikte anılıyor. İlçenin kaymakamıyla girdiğimiz sohbetin konusu terör ve uyuşturucu.
Uyuşturucu kaçakçılığına karşı sürekli yol aramaları yapıldığını hatırlatan kaymakam, “Bu aramalarda uyuşturucu yakalanmıyor diye uyuşturucu trafiğinin azaldığını kimse iddia edemez" diyor. İstanbul’da ya da Avrupa’da yakalanan uyuşturucunun İran’dan geldiğini ve kendi bölgelerinden geçtiğini söylüyor genç kaymakam ve ekliyor:
“Bu teknik imkanlarla, daha doğrusu hiç olmayan imkanlarla burada uyuşturucuyla mücadele edebilmek çok zor. İlçemizde uyuşturucuyu diğer maddelerden ayırabilecek memur bile yok."
“Eğitimli köpek falan yok mu" diye soracak oluyoruz, “Ne köpeği, eğitimli memur bile yok" diyen kaymakamın sinirleri bozuluyor ve gülmeye başlıyor. Odada bulunan herkes gülüyoruz. Olay tam bir kara mizah örneği. Kaymakam anlatmayı sürdürüyor: “Narkotik şubeler il bazındadır. İlde bu işten anlayan var ama buralara gelip gitmek kolay değil. Devamlı yol kesme olayları yaşanıyor. Geçen yıl ikisi korucu, ikisi asker dört şehit verdik. Bu olaylar olurken uzman ekiplerin buraya gelmeleri o kadar basit değil yani." Uyuşturucu kervanlarının cirit attığı yol üzerinde, elinde bir tek uzman polisi bile bulunmayan kaymakam çok dertliydi. Ancak onu asıl çileden çıkartan, ilçenin çamurlu sokaklarında cirit atan son model Mercedes’lerdi. Sokaklardaki 06 ve 34 plakalı lüks otomobiller bizim de dikkatimizi çektiği için üstüne gidiyoruz. “Bu araçlar neden bulundukları ilin plakasını kullanmıyorlar acaba?"
Kısaca, “
Hava" diyor kaymakam ancak daha sonra açıklıyor. Hakkari, Van, Ağrı gibi illerin plakalarını taşıyan lüks otomobiller çok sık arandıkları için özellikle başka
plaka kullanıyorlarmış. Ayrıca “İstanbul’da, Ankara’da işyerlerimiz var oralardan kazandığımız paralarla bu otomobilleri aldık" diyebilmek için 06 ve 34 plaka kullanılıyormuş. “Burada görünen bir üretim, bir kazanç yok. O otomobilin kaynağını nasıl açıklıyor" diye soracak oluyoruz, kaymakam yine sözü kapıyor:
“Açıklama ihtiyacı hissetmiyor. Hem kim soruyor ki nasıl aldığını, kime niye açıklasın bunu?" İlçenin en uzun caddesi 200 metre. On sekiz yaşında bir delikanlı atlıyor Mercedes’e, akşama kadar bir aşağıya bir yukarıya bıkmadan tur atıyor. Polisler bir şey sormaya kalksalar, yukarıdan hemen “Ben ona kefilim" diye telefon geliyor." Evet, resmi yoldan kimseye bir şey sorulamıyor. Ancak kimi zaman sohbet arasında sorduğunu söylüyor kaymakam. İşte yanıt: “Kaymakam Bey şu gördüğün dağlar, ovalar benim. Şu kadar ot biçiyorum, bu kadara satıyorum."
Adamın dalga geçer gibi verdiği yanıta kaymakam patlıyor: “Yahu zannedersiniz ki bu dağların her karışı
altın, adam altın biçiyor. Yok öyle bir şey kardeşim, işi yok, gücü yok, altında Mercedes, üstünde Vakko. Çıldırmak işten değil."
İşte günümüzden bir öykü. Bu ilçenin neresi ve bu kaymakamın kim olduğu hiç önemli değil. Önemli olan yer ve kişilerden çok, anlatılanların doğruluğu.
Burası Türkiye.
Koyunlar paketten çıkmadı...
Abdullah Öcalan’ın paketlenip Kenya’dan Türkiye’ye getirildiği günlerdi. Bir yandan pişmanlık yasası, diğer yandan ekonomik paket hazırlanıyordu. Hazır Öcalan da yakalanmışken, bölgeyi ekonomik ve sosyal açıdan kalkındırıp terörü de önleyecektik. Bunlar kulağa hoş gelen, ancak boş çabalardı. Çünkü yöre halkının ne istediğini, ne beklediğini pek soran yoktu. Öcalan’ın yakalanmasından kısa süre önce Şemdinli’deydik. Harvardlı Umut Asteğmen’in şehit edildiği günlerin de sonrasıydı. Yöredeki iller ve ilçeler mühendis bulamıyor, mühendisler dağlarda devriye geziyorlardı. Kahvelerde, evlerde, genç ihtiyar herkesle konuştuk.
Anladık ki yıllarca teröre tutsak yaşayan yöre halkı, ekonomik ve sosyal kalkınmaya Ankara’dan çok farklı bakıyordu. Şemdinlili Ankara’dan ne fabrika, ne de para bekliyordu. Onlar 15 yıl önce dağlarında dolaşan 300 bin koyunu geri istiyordu. Evet, terörden önce Şemdinli’de 300 bin baş koyun bulunurken, artık bu sayı sadece sekiz bine düşmüştü. Paket açıldı, ancak Şemdinli’nin koyunları bu paketin içinden çıkmadı.
Şemdinli insanının derdi parayla çözülebilecek gibi değil. Onlar 300 bin koyunu, yaylaların koyun sürülerine açılmasını, eski ekonomik güçlerini istiyorlar. Kısaca onlar Şemdinli’yi geri istiyorlar.