Editörün SeçtikleriSabahattin Ali'nin öldürülmesi emrini kim verdi?

Sabahattin Ali'nin öldürülmesi emrini kim verdi?

25.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sabahattin Ali'nin öldürülmesi emrini kim verdi?

Sabahattin Alinin öldürülmesi emrini kim verdi


“Cinayeti işleyen polis değil, MİT’tir. İnfaz emrini veren de gazeteci, yazar, CHP’de üst düzeylerde bir kişidir. O politikacı da sonra feci şekilde öldürüldü"


Yıl 1947. Üniversite öğrenciliği sırasında gazetecilik de yapmaya başlayan delikanlı, Türkiye Komünist Partisi üyesi Rasih Nuri’ye rastlayınca sevinir ama arkadaşı, “Bu akşam bize gelirsen sana bir sürprizim olacak" deyince doğrusu çok meraklanır.
Resim, müzik ama esas aşkı edebiyat olan genç gazeteci, kendinin de anlam veremediği bir heyecanla akşamı dar edip, hava kararır kararmaz hemen Nişantaşı’daki Kamelya Apartmanı’nın beşinci katına bir solukta tırmanır. Kapıyı açan Arap bacı Nailo içeride “Bibiönin olduğunu söyleyince iyice meraklanır. Salona adımını attığı Ziya Şav, Faruk Sayar’ın dışında, tanışmadığı “Bibi", yani ünlü yazar Sabahattin Ali’yle karşılaşınca heyecanı son raddeye gelir. Yazar onu kucaklar, öpüşürler.
Dost meclisinde konuşmalar sürerken gazeteci dayanamaz.
- Hukukta, polis kolejinden gelme öğrencilerden biri bana, “Sizin solcuların neler yaptığını polisler iyi biliyor. Hele şu Sabahattin Ali var ya, o Rus ajanıymış. Tünelde bir eve gizlenip, yan bahçedeki Sovyet Elçiliği’ne geçip, onlara bilgi verdikten sonra talimat da alıyormuş" dedi.
Sabahattin Ali kahkahayı basar.
- Doğru, Tünel’de çok yakın bir arkadaşım var. Kendisi Türkiye’nin en önemli hukukçularından biridir. Her çevreden dostları olduğu gibi polisten de tanıdıkları vardır. MİT hakkımda bir şey tezgahlıyorsa, o duyar. Bu kişi de Nazım Hikmet’in yakın dostu Mehmet Ali Cimcoz’dur. Gazeteci o tarihten itibaren sık Rasih Nuri’nin evine gidip, Sabahattin Ali’yle görüşür. Ama bu beraberlik büyük yazarın öldürülmesine kadar, ancak üç ay sürebilir!

İnfaz emrini kim verdi?
Sabahattin Ali, “gazeteci" ile tanışmadan önceki dönemlerde çeşitli yazılarından ötürü hapse girer. Bir şiirinde Atatürk’ü hicvettiğinin öne sürülmesi üzerine Konya ve Sinop cezaevlerinde yatar. Aziz Nesin’le Markopaşa, Merhumpaşa, Alibaba gazetelerini çıkarır ama hapisten başını kurtaramaz. Yoğun sıkıntı içinde geçen günlerde arkadaşı Mehmet Ali Cimcoz bir yakını adına kamyon aldırıp, onu bu dertlerden kurtarır ama bir süre sonra Sabahattin Ali ortadan kaybolur. Oysa büyük yazar hapishaneden tanıdığı karanlık adam Ali Ertekin’le sınırı geçmek üzereyken MİT tarafından yakalanıp işkenceyle öldürülmüş, cesedi de Kırklareli’nde bir tarlaya atılmıştır.
Ertekin, Sabahattin Ali’yi kendisinin öldürdüğünü söylemesine rağmen, İstanbul Emniyeti Birinci Şube Müdürü Parmaksız Hamdi yıllar sonra Cimcoz’a şöyle der:
“Cinayeti işleyen polis değil, MİT’tir. İnfaz emrini veren de gazeteci, yazar, CHP’de üst düzeylerde bir kişidir. Zaten bu emri veren politikacı da daha sonra feci şekilde öldürüldü, adını veremem."
Takvim yapraklarını geriye çevirip, arşive dalıyorum. Acaba infaz emrini veren politikacı 12 Mart’tan sonra başbakanlık yapan Nihat Erim olabilir mi?
Olayın tüm detaylarını yıllardır içinde bir sır olarak saklayan araştırmacı gazeteci hiç kimseye bir şey anlatmaz. Sırrın yazıya dökülüşü ise tam 52 yıl sonraya rastlar.

Önce Akşam gazetesi
Galatasaray Lisesi’nden mezun olan “Hıfzı Topuz" İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi’nde okurken 1947’de gazetecilikle tanışır. Önce Kâzım Şinasi Dersan ile Necmettin Sadak’ın sahibi olduğu Akşam gazetesinde Beyoğlu muhabirliği yapar. Yazı İşleri Müdürü Enis Tahsin Til’den disiplinli çalışmayı ve “magazine kaçmadan" haber yazmayı öğrenir. Ardından aynı gazetenin istihbarat şefi, sonra yazı işleri müdürü olur. Geniş kültürü, Fransızca’ya hakimiyeti, saygın bir aileden gelmenin avantajıyla çok kısa sürede yükselir. Dönemin önemli şahsiyetleriyle büyük ses getiren röportajlar yapar. Sol görüşlü olması onu işçi haklarını korumaya da yönelttir. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nı kurar. Akşam’da tatsızlıklar başladığı zaman UNESCO’nun sınavını kazanıp, bu kuruluşta çok önemli görevler alır. 24 yıl çalıştığı UNESCO’da sömürgecilik yüzünden yüzyıllardır ezilen Afrika halklarının aydınlanmasına da ışık tutar. Türkiye’ye kesin dönüş yaptığı zaman gönlü gazetecilikte olmasına rağmen geniş çevresi, engin kültürü yüzünden engellerler hep onu.
Oysa o kararını çoktan vermiştir bile. Önce Meyyale, ardından Taif ve Son Osmanlılar isimli tarihsel romanlar yazarak Türkiye’de kitap satış rekoru kırar.
Basın tarihinin labirentlerinde ustaca dans eden Hıfzı Topuz bir derya. Ben ise bu deryanın küçücük bir parçasını ileteceğim. Oysa ne kadar çok isterdim dinlediklerimin tümünü sizlere aktarmayı. Ama konuştuklarımın tamamını, yazacağım kitabıma ayırdığım için yine de teselli buluyorum.

Trikupis’le röportaj
Akşam’ın röportaj yazarı Hıfzı Topuz 1952 yılının mart ayında İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay’la birlikte Atina’ya gider. Gökay’ın görevi de Türk - Yunan ilişkilerinin düzeltilmesi için ortam hazırlamaktır. Atina Büyükelçimiz Ruşen Eşref Ünaydın’ın düzenlediği kokteyle parti liderleri, bakanlar, gazeteciler katılır. Topuz bir ara yaşlı bir kişiyle tanışıp, isminin de General Trikupis olduğunu öğrenince çığlık atar.
- Yoksa siz İstiklal Savaşı’nda esir düşen Yunan Orduları Başkomutanı General Trikupis misiniz?
Yaşlı adam evet cevabını verdikten sonra Topuz ertesi sabah erkenden emekli başkomutanın evine gider.
- Generalim, Ankara’nın kapılarına kadar geldikten sonra savaşı nasıl kaybettiniz? Atatürk’e kılıcınızı siz mi verdiniz?
General derin bir iç geçirdikten sonra anlatmaya başlar.
- Bizim menfaatimiz Balkanlar’da, Makedonya’da, Adalar’da olabilir ama Anadolu’dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler. Artık itiraf etmekten çekinmiyorum, bizim Anadolu savaşında bir menfaatimiz yoktu. Yabancı devletlere alet olduk. Anadolu, muazzam hata idi.
O günlerin acısını tekrar yaşayan Trikupis sözlerini sürdürürken gazeteci de yakaladığı haberin heyecanıyla adeta sarhoş olmaya başlar.
- Savaşın kötüye gittiğini gören yaverim bir ara yanıma gelip, “Kılıçlarımızı yok edelim" dedi. Ben de kılıcımı yaverime verdim, o kırdı. Kurtuluş ümidi kalmayınca teslim oldum. Türk karargahına götürüldüğüm zaman Garp Cephesi Komutanı İsmet İnönü beni karşıladı. İnönü’yle birlikte Başkomutanlığa gittiğimiz zaman Mustafa Kemal, “Generalim üzülme. Napolyon da savaş kaybedip, tutsak olmuştu. Lütfen kendinizi burada tutsak saymayın. Konuğumuzsunuz. Yakında her şey düzelecek" dedi. Atatürk’ün bu ince ve nazik davranışından sonra çok rahatladım.
Yunanistan Başbakanı Venizelos’la ayrı ayrı cephelerde Türk - Yunan dostluğunun temellerini atan Trikupis, uzun söyleşinin sonunda Topuz’a, İstiklal Savaşı’ndaki yenilgisini anlatan Rumca bir kitabını imzalayıp verir. Bu müthiş röportaj 1952’nin nisan ayında Akşam’da yayınlandıktan sonra Topuz’un gazetecilikteki itibarı iyiden iyiye artar. Dokuz yıl sonra Demokrat Parti’nin yayın organı Zafer gazetesi, İnönü’nün General Trikupis’i ne esir ettiğini, ne de yüzünü gördüğünü yazar. CHP’yi tutan Dünya gazetesi ise Hıfzı Topuz’un yıllar önce yaptığı ropörtaja dayanarak şu başlığı atar:
“Trikupis iktidarı tekzip ediyor: Beni teslim alan İnönü’dür."

Yeni patron, Malik Yolaç
1918’den 1957’ye kadar Akşam gazetesinin her işiyle uğraşan Kâzım Şinasi’nin sinirleri yay gibi gerilir. Akşam’ı kalkındırmak için yeni atılımlara girişecek para gücü kalmaz. 1955 Eylül’ünde yazı işleri müdürü olan Hıfzı Topuz, her gün yeni tasarılarla Kazım Bey’in karşısına dikilince de sinirleri iyice bozulur. Bir gün artık bıçak kemiğe dayanır ve bağırmaya başlar.
- Benim artık verecek param yok. Bir ortak bul, sermaye getir. Paraları o versin, sen de gazetede istediğini yap.
Topuz önceleri bu lafı pek önemsemez ama Kazım Bey’in niyetinin ciddi olduğunu hissettiği zaman Galatasaray’dan arkadaşı Malik Yolaç’a telefon açar.
- Malik, benim Akşam’ın başına geçmeme sevindiğini söylemiştin. Hatta kendi başına bir gazete çıkarmayı düşünürsen ben de katılırım demiştin. İşte sana fırsat, Kazım Şinasi gazetesine ortak arıyor.
O sıralar hem armatörlük, hem de helvacılık yapan Malik Yolaç “arkadaşının" teklifine çok sevinir. Şinasi ile pazarlıklar başlar. Al takke ver külah derken, küçük ortak Necmettin Sadak’ın çocuklarını da razı edince gazetenin tümüne sahip olur.
Basından hiç anlamadığını, gazeteyi yine Topuz’un yöneteceğini söyleyen Malik Yolaç, ilk talimatı verir.
- Başka işlerim olduğu için gazeteye bile uğramayacağım. Öteden beri bir gazetem olmasını isterdim, şimdi o zevki tadacağım. Arkadaşlar çok düşük maaş alıyorlar. Sen yeni bordro hazırla. Kadro kur, hamle yapalım.
Hıfzı Topuz yıllardır hayalini kurduğu hamle işine girişmeye başlar. Önce Vala Nurettin ve Çetin Altan yeniden Akşam’a dönerler. Yeni Sabah’tan Müşerref Hekimoğlu, Vatan’dan Ferruh Doğan, Milliyet’ten Turhan Aytul ve İzzet Sedes bu dinamik kadroya katılır. İyi bir ekiple yola devam edilirken Malik Yolaç yavaş yavaş her işe burnunu sokmaya başlar. Topuz yeni bir gazetecinin alınmasını önerdiği zaman patron biraz düşüneceğini söyleyip, yakınlarına, özellikle de DP’li Celal Yardımcı’ya danışır. Bu süre içinde Topuz’un önerdiği Fikret Adil ve Hikmet Çağlayan’ı da “emniyette sicilleri var" gerekçesiyle reddeder. Bütün vaktini gazetede geçirmeye başlayan Yolaç, hiç anlamamasına rağmen başlıklara, haberlerin yazılışlarına, fotoğrafların boyutuna, fıkralarda kullanılan üsluba, mizanpaja bile karışır. Şevket Rado’nun makalesi yıllardır gazetenin ikinci sayfasında yer alırken, Yolaç bunun iç sayfalara geçirilmesine karar verince yazar da istifa eder.

UNESCO’da 24 yıl
Artık Topuz’un canı fena halde sıkılmaya başlar. Hele ağabeyi ölünce iyice sarsılır. Bu havadan bir süre kurtulmak ister. Strasbourg’da yeni açılan Uluslararası Gazetecilik Merkezi’nde de çağrı alınca soluğu yurt dışında alır. Yıllık izinle Strasbourg’a giden Topuz iki ay sonra Türkiye’ye döndüğü zaman yazı işleri müdürlüğüne (kendi yerine) Osman Karaca getirilmiş, odası da ona verilmiştir. Yolaç bir de maaş indirimi isteyince, Topuz’un cini başına toplanır. Basar istifayı, çıkar gider bunca yıldır emek verdiği gazetesinden.
Bir yıl işsiz kalır ama bu arada Gazeteciler Sendikası’nın başkanlığını yürütür. Bir yandan da Strasbourg’ta doktora derslerine hazırlanır. O sırada Paris’te UNESCO merkezinde iletişim uzmanı arandığını duyunca adaylığını koyar ve kazanır. 2 Ocak 1959’da da Paris’te, 24 yıl sürecek yeni görevine başlar. Hıfzı Topuz UNESCO’da olduğu süre içinde iletişim araçlarının geliştirilmesi, yeni gazete ve radyo kurulması için uzun yıllar Afrika’da kalır. Topuz, Bağlantısız Ülkeler Haber Ajansları Birliği’nin kurulmasına öncülük yapar. Ardından Afrika Haber Ajansları Birliği, Asya Haber Ajansları Birliği, Arap Haber Ajansları Birliği kurulur. Bunların proje mimarı da hep Hıfzı Topuz’dur.
Hayatı boyunca basın meslek ilkelerini çiğnemeyen, işçi haklarının korunması için fişlenmekten kaçınmayan, beş parasız kalacağını bilmesine rağmen gazeteciliğinden taviz vermemek için gözünü kırpmadan istifa eden araştırmacı yazar - gazeteci ustamız tükenmez bir enerjiyle şimdi de “Hatice Sultan" adlı tarihsel kitabını bitirmeye çalışıyor.

Vücut Kitle İndeksi Hesaplama

Sağlığınızı kontrol altında tutmak için Vücut Kitle İndeksi (VKİ) hesaplama aracını deneyin!

VKİ HESAPLA
KEŞFETYENİ
Karsu anne oldu! Eşinin bebeğiyle ilk karesini paylaştı
Karsu anne oldu! Eşinin bebeğiyle ilk karesini paylaştı

Cadde | 23.04.2025 - 12:48

Ünlü şarkıcı Karsu Dönmez, dört gözle beklediği ilk bebeğine kavuştu. Şarkıcı, eşi Mike Schrama ile oğlunun birlikte yer aldığı ilk fotoğrafını sosyal medyadan takipçileriyle paylaştı.

Yazarlar