HAVADAN SUDAN / MİKDAT KADIOĞLU
Türkiye, Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği'ne ait ülkelerin üzerinden gelen
hava sistemlerinin de etkisi altındadır. Bilindiği gibi buralarda ve diğer komşularımızda, ömrünü tamamlamış, eski
teknoloji ile donatılmış ve birçok teknik yetersizlikler ile üretimini zorunlu olarak sürdüren nükleer enerji santralları mevcuttur. Bu nedenle, Türkiye radyoaktif kirlilik tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Mustafa Bacak'ın 13 Eylül 2000 tarihinde Milliyet'te yayınlanan "Serhat boylarında radyasyon avı" başlıklı haberine göre Türkiye Atom Enerjisi Kurumu beş yıldır sürdürdüğü "Radyasyon Erken Uyarı Sistemi Ağı" (RESA) projesini tamamlamak üzere. Bu proje dahilinde Türk malı radyasyon ölçerler, İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere, sınır bölgelerimizde 26 noktaya yerleştirildi.
Bu haberin yorumu ve projenin başlığında "erken uyarı"dan bahsedilmektedir. Gerçekten "erken uyarı" için radyasyon ölçümleri tek başına yeterli midir?
äYurtdışındaki ya da yurtiçindeki herhangi bir nükleer veya kimyasal kazanın, meydana geldiği yerden itibaren kirleticileri taşıyacak olan hava parsellerinin, tespit edilecek hız ve yörüngelerine göre, ne zaman hangi yerleşim biriminin etkileneceği meteorolojik (yörünge) analizleri ile tespit edilebilir. Bu nedenle radyasyon tehlikesine karşın en etkili ve erken uyarı, meteorolojik analiz ve tahmier ile yapılır. Diğer bir deyişle, radyasyon ölçüm aletleri, erken uyarıya değil daha çok felaketin (radyoaktif kirlenmişliğin) derecesini ölçmeye yarar.
Örneğin, 26 Nisan 1986'da Çernobil nükleer santral kazasından sonra yabancı basında çıkan "nükleer bulutlar ve radyoaktif yağışlar Türkiye'ye ulaştı" şeklindeki
haberler, Türkiye'deki radyasyon ölçümlerine değil Avrupa'da yapılan özel meteorolojik analizlere dayandırılmıştı. Bu yörünge analizlerine göre radyoaktif kirleticileri taşıyan hava parsellerinin 4 Mayıs günü Batı Karadeniz'e, 5 Mayıs günü Zonguldak ve Bartın üzerinden Anadolu'ya ve 6 Mayıs günü de İç Anadolu'nun kuzeybatısına ulaşacağı birkaç gün öncesinden belirlenebilmişti. Radyasyon ölçüm aletleri ile böyle bir tehlikeyi günler öncesinden belirlemek ve dolayısıyla "erken uyarı"da bulunmak mümkün değildir.
Benzer şekilde, sanayi tesislerinde ve nükleer santrallardaki bir kaza (veya savaş) anında önlem alınabilmesi için, atmosfere karışacak olan kimyasal ya da nükleer kirleticilerin kısa ve uzun mesafedeki taşınımını hesaplamak ve belirlemek için hemen hava parsellerinin yörüngelerini saptamak gerekir. Bunun için ileri ülkelerde, birçok sanayi tesisi ve nükleer santralde, uzman meteorologlar istihdam edilerek dispersiyon vb. modeller ile kirleticilerin olası hareketleri sürekli olarak kontrol edilmektedir.
Sonuç olarak nükleer enerji santrali bulunmasa da Türkiye, yakın ve uzak çevresinde konuşlandırılmış nükleer santrallardaki olası bir kazadan dolayı her zaman radyoaktif kirlenme tehlikesi altındadır. Türkiye'nin çevresinde atmosfere salınan radyoaktif kirleticiler hava parsellerinin hareketleri ile Türkiye'nin içlerine taşınabilirler. Bu nedenle radyasyon tehlikesine karşın "erken uyarı" için, radyasyon ölçüm aletleri mutlaka gerekli, fakat yeterli değildir.
Bunun böyle olduğunu Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun değerli yönetici ve çalışanları da biliyor ama iş meteorolojiye gelince Türkiye'de yaprak kımıldamıyor veya akan sular duruyor. Neden acaba? Yoksa şu mevzuat hazretleri mi yine engel?
kadioglu@itu.edu.tr