Editörün Seçtikleri Vahşi doğa ve Valla kanyonu

Vahşi doğa ve Valla kanyonu

18.06.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Vahşi doğa ve Valla kanyonu

Vahşi doğa ve Valla kanyonu

Gizli Cennetler

GEÇEN yıl "Tarih, Doğa, İç İçe" dizisinin son yazısını Kastamonu ile noktalamamıza rağmen, etrafı çam ormanları ile kaplı olan bu güzel şehrin görkemli evlerini bir kez daha görebilmek için bir gecemizi, "devletimizin yardım elini uzatmaktan sakındığı" bölgeye ayırıyoruz, vefalı bir dost gibi.
Sabah kimi nakışlı, kimi ahşap işçiliğinin zirveye ulaştığı evler arasında tur atıp, Kastamonu'nun meşhur etli ekmeğini yedikten sonra dinmek bilmeyen yağmur altında Daday'dan Pınarbaşı'na doğru yol alıyoruz. Rakım 1570, Ballıdağ'a tırmanıyoruz. Gökyüzünde kavaklardan dökülen polenler uçuştuğunu sanırken, lapa lapa kar yağışı ile irkiliyoruz. Çam ağaçları bembeyaz, hava buz gibi ve Haziran'ın ilk günleri...
Kardan kurtulup, bu kez sis bulutu ve çam tünelinin içinden geçip, Pınarbaşı'na geliyoruz. Belediye Başkanı Tahir Pınar'ın odasına girdiğimiz zaman odun ateşinin mis gibi koktuğu bir soba ile kucaklaşıyoruz.
Ertesi sabah Belediye Başkanı'nın bize tahsis ettiği iki yanı kapalı araca doğru yöneliyoruz. Kapıda sevimli şöförümüz Gazi Sade. Piknik sepetimizi yerleştirmek için arka kapıyı açıyoruz. O da ne? Eskiden ambulans olarak kullanılan araç boşaltılmış. Konforlu seyahat etmemiz için evden getirilen, etekleri ponponlu kadife saltanat koltuğu araca yerleştirilmiş. Hayatımda ilk kez karşılaştığım anın tatlı keyfini çıkarmak için koltuğa kurulup, yola koyuluyoruz.
Yeşilin türlü çeşitleri ve Çalkaya köyünün uzağından geçip, "meydandüzü" mevkiine geliyoruz. Bir halı deseni gibi çayıra yayılan sarı çuha çiçeklerine basmamak için özen gösterip, ağaçların arasına dalıyoruz. Gece yağan yağmurun ağaçlar üstüne düşürdüğü gözyaşlarını silkeleyip, yer yer de sürünerek eskiden köylünün ununu öğüttüğü Kayacık değirmeninin yanına varıyoruz. Bir sopayı baston yapıp, kayaların üzerinden bir keçi gibi sekerek önce Ambar ve hemen yanındaki Gök göle ulaşıyoruz. Su durgun, su deli gibi kayalardan düşüyor. Kayalar ise yılların hırçınlığına dayanamadığı için oyuldukça oyulmuş. Sanki bir heykeltraşın atölyesinde gibiyiz ve çevremiz abstre heykellerle kaplı...
Yeniden yoldayız ve bir yanımızda Azdavay çayı, uzaklarda Ilıca, Kerte, Çengel köyleri. Ağacın en hası ile yapılmış, beton girmemiş evler, hepsi geniş bahçeler içinde. Ya köylerde cıvıl cıvıl koşuşturan çocuklar ve gençler nerede? Ekmek parası uğruna hepsi göç etmiş, yaşlılara kalmış köyler. Tümü üzgün, hepsi terkedilmiş gibi boynu bükük. Öfke de var konuşmalarında.
Artık Muratpaşa köyündeyiz. Köyün Gere, Mildan mahallelerini geride bırakıp, Valla kanyonunun bulunduğu mevkiiye geliyoruz. Bizi karşıyan Muratpaşa köyünün muhtarı Hikmet Sansar'la birlikte kanyona doğru yol alıyoruz. Muhtarın elinde bir pala, budaya budaya gidiyor, misafirleri dallardan rahatsız olmasın diye. Bakacak kayasının üzerindeyiz artık. Altımızda Pınarbaşı ve Azdavay'dan gelen Devrekkani, bir yanda da Kanlı çay. Kavuştukları noktadan ise sola dönüp derin kayaların arasından kıvrılarak Cide'ye doğru yol alıyor. Hem vahşi, hem de olağanüstü bir güzellik içindeyiz. Kanyon ise dipsiz bir kuyu gibi derin, hırçın hırçın akıyor.
Rüyadan uyanıp köye dönüyoruz, muhtarın evindeyiz artık. Sedirli odada yer sofrası, muhtarın eşi Habibe Hanım'ın yaptığı yufka ekmeklerinin ise dumanı tütüyor. Köy yumurtası, taze soğan, peynir, bal, helva ve ıspanak yemeği soframızı süslemiş. Ocaktaki çay ise mis gibi kokuyor. Köyün aydın imamı Murat Haliloğlu, şöförümüz Gazi, muhtar, ben ve Garbis bir yandan sohbet ederken, yufka ekmeklerine sardığımız yumurta ve soğanı afiyetle yiyiyoruz.


Sabah erken saatlerde Kastamonu Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfı'nın iş atölyesine geliyoruz. Rengarenk ipliklerle dolu olan el tezgahlarının bulunduğu bölümde, gencinden yaşlısına 25 kadın Kastamonu'nun o güzelim kumaşlarını dokuyor. El sanatlarının yaşaması için büyük çaba sarfeden kurumun müdürü Ata Erdoğdu bu işe 1996'da 4 tezgahla başladıklarını, bir yıl sonra bu sayının şehirde 25, köylerde 20 tezgaha ulaştığını söylüyor. Yöresel desen ve renklerin (lacivert, kırmızı, bordo, siyah ve krem) tercih edildiği kumaşlar genellikli pamuk ağırlıktı. Ama keten, yün, kendir, tiftik dokumalarda var; hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden çılgın. İsimleri ise çıtır çıtır; sarı kıvrak, sel almaz, Azdavay cenberi, bağlamalı çarşaf, göynek ya da çözme gibi.
El emeği, göz nuru olan kumaşlar ise ikinci katta satışa sunulmuş. Kimi masa örtüsü, kimi gömlek, kimi yelek haline gelmiş. Top top işlenmemişleri de raflara yerleştirilmiş; bir kadının bedenini süslemek ya da yatak örtüsü olmak için.
Atölyenin diğer odasında ise Kastamonu'nun meşhur taş baskılarına yer verilmiş. Bu işe başladıklarında 135 kişi olduklarını söyleyen Cemil Kızılkaya ise şimdi bu meslekte tek başına kalıvermiş. Kimi işi bırakmış, çoğunluğu da göç etmiş, İstanbul ilinde ekmek parası kazanmak için.
YARIN:3 BİN YILLIK EFSANE AMASRA

Yazarlar