Zekiye Çoban

Zekiye Çoban

zekiye@dekorteks.com

Tüm Yazıları

Her şey aslında ilk adımla başlıyor.  Karar vermek ve kararının peşinden gitmek Elbette birçok zorlukla karşılaşılıyor ama asıl sonucu bu zorluklar değil zorluklara karşı duruşunuz belirliyor. Bir şeye başlarken her şeyin istediğiniz gibi olmayacağını bilerek başlamak en iyisi.

İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Fakültesi’nden, 1999 yılında mezun olduktan sonra “İngiltere’ye gidip dil öğrenmeliyim, nasıl gideceğimi bilmiyorum ama ben İngiltere’ye gideceğim” dedim. Bütçem İngiltere’ye gitmeye yeterli değildi).

Haberin Devamı

Bir şeyin olacağına inanırsanız ve bunun için çabalarsanız mucizevi şekilde oluyor. Ben buna inandım ve üniversitenin son senesinde çalıştım para biriktirdim. Bir yandan birikim yapmaya çalışırken hiç beklemediğim bir anda babam uçak biletimi alabileceğini söyledi ve bana 2000 Avro para verdi (Bu gerçekten bir mucize idi, bileti babamın çalıştığı şirket alacaktı ve babamın maaşından kesilecekti.

"Tek başıma İngiltere'ye gittim"

İngiltere’de aupairlik yaptım ve aynı zamanda dil okullarına giderek İngilizce’yi geliştirdim.1,5 sene İngiltere’de kaldım. Üniversite dahil ailesinden ayrılmayan ben, uçağa bile ilk defa binecek olan ben, Macaristan aktarmalı İngiltere uçağında birden tek başıma İngiltere’ye gidiyordum, Uçakta kendime şaşırdım ve kendimi takdir ettim, Düşünsenize İstanbul dışına yalnız çıkmayan ben birden bire bambaşka bir ülkeye, hiç bilmediğim bir kültüre ve de tek başıma gidiyordum. Macaristan’dan aktarma yapacaktım, inanılmaz duygular içindeydim, korkuyordum, endişeliydim ama cesurdum nedendir bilmiyordum ama her şeyin yolunda gideceğini seziyordum. Şimdi dönüp bakıyorum da bazen o zamanlar daha mı cesurdum acaba diye soruyorum kendime.

İngiltere serüvenim benim için kişisel gelişim süreci gibiydi, Sizi kollayacak hiç kimseniz yoktu. Bu duygu bazen insanı korkutsa da bir o kadar da güçlendiriyordu. İngiltere’deydim,  sanki rüyalar alemindeydim, bunu nasıl yapmıştım, nasıl olmuştu, kendi kültürüme çok yabancı, çok farklı bir yerdeydim, arabam vardı, ters trafikte araba kullanıyordum. Trafiğin içinde bisiklet kullanıyordum. Işıklarda durduğumda arkamdaki kocaman belediye otobüsünü gördüğümde yüreğimin pırpır edişini hatırlıyorum, çok iyi bir bisiklet kullanıcısı değildim ama her şey bir şekilde oluyordu. Ehliyetim yeniydi ve artık direksiyonu solda olan araba kullanıyordum, hiç görmediğim Avrupa’yı görüyordum, farklı farklı ülkeleri görüyordum, kendi ülkemden gidilmesi o zamanlar çok pahalı ve zor olan ülkeleri geziyordum. Fransa, Almaya, İspanya, İskoçya, İrlanda.1 yılda İngiltere artık benim için bitmişti, yapmak istediğim her şeyi yapmıştım ve artık kendimi sorguluyordum, “Neden buradayım, çocuk bakmak ya da hamburgerci ya da cafelerde çalışmak için mi” diye.

Haberin Devamı

"Ben buraya aitim"

Artık geri dönme moduna girmiştim ama İngiltere sokaklarında üniversiteden arkadaşlarımı görüyordum, kendi kendime acaba o mu diye hayretle soruyordum “bu kadar tesadüf olur mu” diye. Evet, yine bir gün markette 2 arkadaşımı gördüm evlenmişlerdi. Sordum evet o iki kişi benim üniversiteden arkadaşlarımdı. Türkiye’de 2001 krizi olmuştu, sürekli Türkiye’den gelen ama Türkiye’ye geri dönmeyeceğiz diyen bir sürü yeni arkadaşla tanışıyordum. Güzel ülkemden beyin göçü başlamıştı, üzülüyordum ama ben de etkilendim bir süreliğine ben de dönmeyeyim dedim. Hiçbir zaman orada sürekli kalmayı düşünmemiştim. Ama çok kalmadım çünkü yapabileceğim her şeyi yapmıştım artık bundan fazlası benim için vakit kaybıydı; dönüş biletimi aldım. Uçak inişe geçmeye başlayınca İstanbul’u yukarıdan görünce içimdeki kanat çırpışı hala hatırlıyorum, memleket aşkı böyle bir şey olmalı, çok özlemiştim ve “ben buraya aitim” dedim kendi kendime, bir sürü şey öğrenerek ve gelişerek dönmüştüm ülkeme.

Haberin Devamı

Ülkeme döndüğümde bankaların sınavlarına girmeye başladım, ülkede kriz kendini o kadar hissettiriyor ki bankada gişe memuru olabilmek için en az 3 sınava giriyorduk elenerek seçiliyorduk. Birinci mülakatı geçiyor ikinci mülakatı da geçiyorduk ama sonlarda yine eleniyorduk. Tüm bu sınavlarda yine üniversiteden arkadaşlarımı görüyordum 1,5 sene olmuş hala işsizlerdi, ben ise bu 1,5 seneye bir sürü şey sığdırmıştım, ama benimde bir an önce iş bulmam gerekiyordu. Kendimi geç kalmış hissediyor, bir yandan da işsiz arkadaşlarımı görünce geç kalmadın diyerek kendimi teselli ediyordum.

Ve evet bir ilan gördüm bir tekstil firmasına müşteri temsilcisi arıyorlardı, İngilizce bilmesini istiyorlardı. Hiç iş tecrübem yoktu, her şeyi kendim öğrenmek zorundaydım, kimse bana bir şey öğretmiyordu, müdürüm bile öğretiyormuş gibi yapıyordu, ama kimse yardımcı olmuyordu. Ben eski modelleri çıkartıp tek tek inceliyordum. Burası robası, burası garnisi, burada punteriz var vs. diye iyice tek başıma anlayıp sindirmeye çalışıyordum. Bu durum beni üzüyordu ama asla vazgeçmiyordum. Ürün satabilmek için müşteri ziyaretlerim oluyordu ama öyle müşteriler oluyordu ki sürekli bu ürünün alımını yaptıkları için benden çok biliyorlardı, bu inanılmaz kötü bir duyguydu benim için, müşteri karşısında 1/0 yenik başlıyordum. Ama bu durumlar beni üzmekle birlikte hırslandırıyordu.

“8 ay sonra maaşım iki katına çıktı”

İşe 400 TL maaş ile başlamıştım, arkadaşım (aynı üniversiteden mezun olduğum) bir Alman bankasında 3500 civarı maaş alıyordu, ama ben bunları önemsemiyordum, sonuçta hiçbir şey bilmiyorum ve okuldayım bir eğitim alıyorum ve bunun karşılığında da para kazanıyorum diye düşünüyordum kendimi. Ve haklı çıktım, çok kısa sürede işi öğrendim. Çok iyi müşteriyi de şirket portföyüne kattım. Artık her şeyi öğrenmeye başlamıştım ve işimi iyi takip ediyordum, siparişlerimi nakışçıya kadar gidip takip ediyordum. 8 ay sonra maaşım 800 tl oldu yani 2 katına çıktı. Daha sonra belki 1,5- 2 sene sonrasında maaşım 3500- 4000 civarına gelecek ve bu durum herkesi rahatsız etmeye başlayacaktı.

“Maaşım artınca kıskanıldı”

Artık prim sistemine geçmiştik yani işe her zaman iş yerine gelmek zorunda değildim sattığım işten prim alacaktım, ama ben yine de her gün iş yerine geliyordum. Evet, istediğim parayı kazanmaya başlamıştım ama başarı kıskanılır ya, her yerde görünmez rampalar vardı kimse hayır demiyordu ama istediğimi de ya çok geç yapıyorlar ya yapmıyorlardı!

Bu işyerinde benim daha sonrasında çalışacağım ve beni ileri taşıyacak firmayla tanıştım. İsviçre firmasıydı. Ankara’da bir firmaya işlerini yaptırmaya çalışıyordu, firma başlarda kendi bize yaptırmaya başladı, sonrasında biz direk bu İsviçreli firma ile çalışmaya başladık. Evet, benim çok vaktimi alıyordu, çok emek veriyorduk, adetleri az olduğu için patronum pek sıcak bakmıyordu, pek uğraşmak istemiyordu, ben yine de bayağı bir işini yapmaya devam ettim. Ama biliyorsunuz bu işler ekip işi, ekip rampa yapınca adetlerde tatmin etmeyince yapmadık işin devamını. O zamanlar aklımda kendi işimi kuracağım yok aslında var kafamın bir köşesinde ama hani hayal gibi sanki imkânsız bir hayal gibi (kendime 5 yıl vermiştim 5 yıl sonra kuracaktım kendi işimi yine nasıl yapacağımı bilmiyorum tabii ki).

Bizim İsviçreli firma ile bağımız bir şekilde koptu ve ben şirkette 3,5 yılımı tamamladım, artık ayrılma vakti geldi, herkese göre çok kazanıyordum ve bu herkesi patron dâhil rahatsız oluyordu. Gerçi patronum bana hep inanıyordu, Cumartesi günleri gelir bana iş anlatırdı hiç unutmam “kim yapar, bana hiç vazgeçmiyorsun Zekiye” derdi. Ben kendimi pek göstermem hani bazı kişiler vardır çok sosyallerdir, her yerdelerdir, yaptıklarını bir şekilde ön plana çıkarırlar. Ama ben öyle değilim kendimi çok belli etmem. Ama onların göremeyip benim görebildiğim bir şey vardı daha fazlasını 2-3 katını kazanabilme potansiyelin bende olması.

“Zorluklar her ne olursa olsun lütfen bize faydası ne diye bakalım”

Ayrılmam biraz ani olmuştu daha kafamdaki plana göre 1,5 yıl daha çalışacaktım. İşten ayrıldıktan sonra bir müşterim (benden başka kimsenin işini takip etmesini istemezdi, hala müşterim 17 senedir) Bana “benim işleri sen yap” dedi. 1 ay kadar işleri evden yönettim, malzemelerimi aldım kalıpları modelist arkadaşıma çıkartırdım, bir yerlerde kestirdim, diktirdim ve kalite kontrolünü yaptım. Sonrasında ticarette oldukça iyi yerde olan abimden destek istedim, onun firması dekoreldi, biz de dekorteks olduk, bir grup firması gibi görünmek istedim. Çünkü tekstil firmalarına karşı insanların hiç de güvenleri kalmamıştı. Mesela banka bana tekstilci olduğum için araba kredisi vermiyordu. Benim de malları taşıyabilmek için büyük bir araca ihtiyacım vardı, abim kefil oldu ve aldık 1150 TL kredi geri ödemesi vardı, nasıl ödeyeceğim diye endişelenirken kolaylıkla ödedim. Sonrasında yemek şirketinden yemek istiyoruz kimse yine tekstilci olduğumu için yemek getirmiyor, başlarda kendimiz yaptık ama bu bizim için iş kaybıydı, sonra yine abimin desteği ile çözdük. Abimden bana bir oda vermesini istedim. Ve eşimin babası ve modelist arkadaşımla işimize başladık, sonrasında o katı istedim sonrasında 2 kat oldu sonrasında 4 kat oldu en sonunda bunlarda yetmedi, daha büyük bir yere taşındık. Bunları neden yazıyorum, zorluklar her ne olursa olsun lütfen bize faydası ne diye bakalım, bundan nasıl ders alacağız diye bakalım ve o dersimizi alalım.

Kendi işimin ilk günleriydi. Artık bir iş yerim ve çalışanlarım var benim daha fazla müşteriye ihtiyacım vardı. Bir gün bilgisayarımın başında “ne yapabilirim nasıl müşteri bulabilirim” diye düşünürken aklıma İsviçreli müşterim geldi, ona mail attım Ama böyle umutsuz bir mail, yeni açılan bir işletmeyim daha ekibim bile oturmamış benimle çalışmaz diye düşündüm ama yine de mail attım. Tahmin edin ne oldu? “Biz de seni arıyorduk” diye bir mail geldi. Daha önce çalıştığı iş yeri kapanmış ve elinde bir sürü sipariş var, hemen İstanbul’a geldi, siparişlerini yapmaya başladım, benim için hızlandırılmış kurs başlamıştı. Bir yandan müşterinin elinde geciktiği siparişleri var zamanım dar, bir yandan kalite standartları çok yüksek, güçlü ekibe ihtiyacım var, ekibim eksik! Ürünlerin teknik özelliği yüksek, su geçirmez ürünler gibi hemen kendime herkes dikiş makinesi ve su geçirmezlik işlemlerini yapan kaynak makinesi aldım. Makine teknik bir makine kullanıcı yok, fuarda öğrendim, aslında çok karmaşık olan bu makinenin basit bir kulanım sistemi var. Hemen alma kararı aldım. Hiç dikiş makinesi kullanmasını bilmezken başlarda bu makineyi ben kullandım, sonrasında öğrettim çalışanlarıma.

“Yılmadık iyileştik daha çok çalıştık”

Artık bizim için hızlandırılmış kurs başlamıştı, müşteri bizim öğretmenimiz gibiydi, bütün eksiklerimizi bize söylüyor ve biz adım adım her gün gelişiyoruz. Düşünsenize hem para kazanıyorsunuz hem de her gün gelişiyorsunuz. Sürekli kendimizi geliştirmemiz, bizim rakiplerimizin önüne geçmemizi sağladı, model çeşitliliğimiz arttı, Avrupa standartlarını ve beklentilerini çok kısa sürede öğrendik. Artık sektörde çok iyiydik, fonksiyonel kaliteli ürünler üretebiliyorduk. Avrupa’nın iş elbisesi konusunda beklentisini ve kalite standartlarını biliyorduk, sonrasında bu müşteri bize Almanya’dan büyük bir müşteri daha kazanmamızı sağladı. Şu an%80 işimizi ihracat olarak yapıyoruz. Tabi ki bu süreç çok kolay olmadı, her yaptığımız iş beğenilmedi, ama biz ne yaptık yılmadık iyileştik daha çok çalıştık hatalarımızda ders aldık ve çok iyi bir seviyeye geldik, hala da hatalarımızdan dersler alıyoruz. İsviçreli müşterimizden 2 ders çıkardım. Birincisi kapı ne olursa olsun muhakkak çalın, olmaz deyip kendinizi sınırlandırmayın, kim bilir ne fırsatlar kaçırıyoruz! Siz kapıyı muhakkak çalın, olursa ne güzel olmazsa ara ara tekrar tekrar çalın size garanti veriyorum bir gün mutlaka oluyor.

“Asla pes etmeyin”

İkinci ders ise asla pes etmeyin, unutmayın her iş başında çok zordur, biz de çok çok zorlandık, her şey istediğimiz gibi gitmedi ama asla vazgeçmedik derslerimizi alarak devam ettik, inandık kendimize inandık inanırsanız oluyor, hayal et, inan ve çok çalış. Bu üçlü bir denklem gibi her zaman kazançlı çıkarsanız, son olarak da hatalarından ders al ve yeni hatalar yapmak üzere yola koyul.

“Kadın eli değince iş elbisesi moda olur”

İşi ilk kurduğum günlerde en çok zorlandığım konular her şeyden sizin sorumlu olmanız, üretimden, sevkiyattan, siparişten satın almadan, pazarlamadan hatta her şeyden siz sorumlusunuz ve bunları başarabilmek için normal bir insandan en az 3 kat daha fazla çalışmak zorundasınız. Bu çok zordu ama sonunda neleri başardığımı görünce kendimi motive edebiliyordum. Her akşam herkes çıktıktan sonra üretime gider oradaki her şeye bakar ve “bunları sen başardın” derdim kendi kendime bütün yorgunluğumu unuturdum. Ben üretmeyi çok seviyorum. Üstesinden gelmem gereken bir sorunda ihracat yaptığımız için dışarda fason olarak diktirdiğim yerlerin yeteri kadar kaliteli anlayışına sahip olmaması idi. Türkiye’de nasılsa işçi giyecek ondan bir şey olmaz zihniyeti vardı. Bunu da çözümlemek için kendime makinecilerden oluşan bir imalat açtım. Artık işlerimde kaliteli çıkıyordu. Şu an Türkiye’de kurumsal firmalara ve yurt dışındaki birçok firmaya kaliteli hizmet vermeye hazır hale geldik. Yaptığımız iş elbiselerini gören çevrem, “bundan biz de alabilir miyiz, Bağdat Caddesi’nde, Nişantaşı’nda hava atarız” diyorlar, “Kadın eli değince iş elbisesi moda olur” diyorum ben de.

Ama bu arada üretime çok fazla vakit ayırınca pazarlama kısmımız eksik kaldı. 14 yıllık iş hayatım (3,5 yıl tecrübemi de eklersek 17 yıllık ) boyunca şirketimiz adına pazarlama yapmaya yeni vakit bulabildik. Çünkü ben çok iyi olmadan kurumsal firmalara gidip şansımı zorlamak istemediğimden hep hazır olmayı bekledim. Buradan da söyle bir sonuç çıkardım hiçbir şey için geç değil, her işletmenin bir yapısı var. Evet, biz biraz geç kaldık ama zaten işimiz vardı belki çok ihtiyaç duymadık. Ama işiniz ne kadar iyi olursa olsun pazarı çeşitlendirmek lazım, dünyamız gördüğünüz gibi çok hızlı değişiyor dengeler birden bire yer değiştirebiliyor o yüzden firmalar olarak bizler oluşabilecek her türlü koşula göre pazarı çeşitlendirmek zorundayız. Artık bu alanlarda aksiyonlar almaya başladık ama size tavsiyem pazarlamayı en baştan itibaren ihmal etmeyin ben şanslıydım iş bana geldi, her zaman bu kadar şanslı olmayabiliriz.