“Ölümsüz Aşk”, aşkı değişik yollarla anlatan fantastik bir aşk filmi… Hikâye sadece aşk üzerine mi kurulu derseniz, tam olarak evet diyemeyiz, ama sahnelerin çoğunun aşkı temsil ettiğini de belirtmemiz gerek. Ütopik dünyaya bizi ışınlayan film, hayatı uzun yaşadığımızda tadı olmayacağını belirtiyor. Hayatın tadı aşkta saklı!
“Ölümsüz Aşk”filminin “Benjamin Button” filmine benzetildiği bahis konusu olmuştu hatırlarsanız… Gerçekten o filme benziyor mu? Benzemiyor dersek hata olur, ama filmin mevzusu daha derin. Film hakkında çok fazla yazılıp çizildi, ancak o yazılanların tam olarak filmi yansıttığını düşünmüyorum. Sebebi de şu: Film her ne kadar fantastik aşk filmi de olsa, bilimden besleniyor ve kimsenin sonsuza kadar yaşayamayacağını vurguluyor. Her şeyin bir sonu var, dünyanın bile! Bilimin kapı araladığını dile getiriyorlar, biz de soruyoruz bilim ölüme bir çare bulabiliyor mu diye? Hayır! Uzun yaşamanın sırlarını öğretiyor olabilir belki, ama evrenin düzenini hiç bir şekilde değiştiremez. Evreni matematik denklemleri ile çözmenin mümkün olduğunu söyleseler bile, bunun imkânsız olduğuna inanırız. Netice itibariyle imkânsızdır. Bazı şeyleri çözmeye kalkmamak gerek!
Dünya gezegeni bir tür okul gibi, yaşayarak çok şey öğreniyoruz, hatta ruhsal tekâmül seviyemiz de ilerleme kaydediyoruz, fakat bazı kaidelerin dışına çıkamıyoruz. Sonuçta 200 sene yaşamayı hepimiz isteriz. Tabi o da bir çözüm değil. O bile bir zaman sonra insanı sıkıyor. Fantastik olarak filmlerde böyle şeyleri izliyoruz ve doğal olarak hayal kuruyoruz biz de onların yerinde olsaydık diye… Mesela ölümsüz sıfatını yapıştırdığımız vampirler de ölüyor, kalbine meşe kazığı sapladınız mı işlem tamamdır!
ÖLÜM MÜ, ÖLÜMSÜZLÜK MÜ?
Ölümsüzlük ve ölüm arasında bir noktada kendine yer bulan film, felsefik ve bilimsel açılımlarıyla ‘doğar, yaşar ve sonunda da ölürüz’ yasasını anlatmaya çalışıyor. Filmdeki en önemli nokta insanın yaşam süresini uzatıyor oluşu… Konusuna gelince: 1940 yılında geçirdiği bir trafik kazası esnasında yaşanan bir doğa olayı (yıldırım çarpma) 29 yaşındaki Adaline’i genç bedenine hapseder, Adeline bundan böyle hiç yaşlanmayacaktır. Sanki dondurulmuş gibi… Bu size bir çağrışım yaptı mı? Buna benzer bir durumu en son “Forever” ve “Flash” dizisinde izlemiştik. Bunu biraz açalım:
Öncelikle Flash’tan başlayalım. Flash’ta yaşamını monoton bir şekilde devam ettiren genç bir çocuğa aniden yıldırım çarpar ve sonrasından süper kahramana dönüşür. Kolay kolay da yaşama veda etmez. Forever dizisinde de olay şu şekilde gelişir: 1900’lü yıllarda karakterin (Henry) içinde bulunduğu gemi batar ve denizde başına bir iş gelir; artık sonsuza değin yaşayacak ve her öldüğünde yeniden canlanacaktır. Canlanacağı yerin deniz oluşuna da şaşırmamak gerek! Buraya dikkat etmenizi öneriyoruz, çünkü Adeline için de benzer bir durum söz konusu, filmin ilerleyen sahnelerinde bu yazdığımızı daha net bir biçimde anlayacaksınız.
Esasında Henry ile Adeline birbirine çok benziyor, ama Adeline, Henry gibi sürekli ölüp ölüp canlanmıyor, ölüp canlanmak Adeline için sadece bir kez geçerli! Bu iki karakterin uzun yaşantılarının oluşu hem iyi, hem de kötü. Geçmişte yaşanan tüm tarihi olayları ezbere biliyorlar ve bazı değişimleri kabul etmeleri zor oluyor, yani çağa ayak uydurmakta zorlanıyorlar. Bilgi havuzu gibi oluşları da cabası! İşte o zaman hayatın tadı kaçıyor. Her şeye vakıf olmak insanı nereye kadar mutlu edebilir ki? Tabi bir de yaşlanmadıkları için sürekli kaçıştalar… Özellikle Adeline tanınmamak adına fiziğini değiştiriyor, ama şu bir gerçek ki; kaderden kaçamazsınız, o sizi önünde sonunda gelip bulur.
Buradan hareketle; film başladığı noktaya geri dönüyor, hem de şok etkisi yaratırcasına… İnsanlar geçirdikleri şok nedeniyle, hafızalarını kaybederler ve yeni bir şok dalgasına girinceye dek o şokun etkisinden çıkamazlar. Yani etki-tepki olayı gibi… Adeline karakterindeki durum da biraz buna benziyor. Adeline hakkında söyleyebileceğimiz çok şey var aslında ama en önemlisinden bahis açalım ve bunu bir örnekle tamamlayalım. Gökten nasıl ki bir yıldız kayıyorsa ve bu bir evren yasası ise, Adeline de gökteki yıldız gibi bambaşka bir yere doğru ışınlanıyor. Açıkça ifade etmek gerekirse; film gökteki yıldızı/yıldızları Adeline’in başına gelen olay ile örtüştürüyor ve olayların dayandığı nokta yine geçmiş oluyor. Adeline’in geçmişle sürekli iç içe oluşu onu kötü etkiliyor, sebebi de Adeline’in âşık olmaktan ve bağlanmaktan korkuyor oluşu…
Ölümsüz olduğu için sürekli kaçan Adeline, bir yerden sonra kaçamayacağının farkına varıyor ve kendini teslim ediyor. Aşk böyle bir şey! Aşkın ne sınırı, ne de felsefesi olur. Kendinizi Adeline’in yerine koyduğunuzda ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor: Dünyada birçok erkek tanıyan Adeline esasında çok şanslı, ama gömülü sırlar bazen insanları kötü etkiliyor, çünkü karşınızdaki insanın ne düşündüğünü bilemiyorsunuz. Sırlarla yaşamak, ölümden de beter! Hayat akıp gittiğinde yetişemiyorsunuz.
Sonuç olarak; “Ölümsüz Aşk” aşkın ölümsüz olduğunu, ama insanların ölümlü olduğuna değiniyor ve ‘kendinizi olduğunuz gibi kabul edin’ mantığını aşılıyor. Eğer âşık olduysanız zaten âşık olduğunuz kişi sizi öyle kabul edecektir. Ölümsüzüm diye ondan kaçmanıza hiç gerek yok, aşk dikenleri alınmış bir güle benzer…