SOSYAL MEDYA CANAVARI

Facebook çılgınlığını kızıştıran ve şiddetlendiren en bariz etiketlerden biri insanların dış çevreden izole olarak, kendilerini hayal dünyasına hapsediyor oluşlarıdır ve daha amiyane bir tabirle ruhsal kopuşun replikasını oluşturan ‘sanallık hali’ bilinçaltının entrikalarını kaynattıkça kaynatır. Yağda kızaran yemek nasıl ki sağlıklı değilse, sanal âlemle kurulan aşk ilişkisi de aynı şekilde sağlıklı değildir. Beynin nöronlarına zarar verebilir.

Bir yazar hayal edin. Hayatı çok sıradan ve rutin olsun. Sizce böyle bir yazarın değişikliğe ihtiyacı yok mudur? Aslında hepimizin değişikliğe ihtiyacı vardır. Hatta bu değişikliğin ilacı çoğu zaman aşktır, ama aşk öyle bir duygudur ki, adamı rezil de eder, vezir de… Aşkı sosyal medyaya bağlayan “A Case Of You”, günümüzün facebook çılgınlığını, sanal profiller aracılığıyla yavanlaştıran, körelten, silikleştiren ve biraz da vahimleştiren ‘cyber-romantic’ türü ile eşleştirebileceğimiz bir aşk filmi… ‘Biri bizi gözetliyor’ mantığıyla ağlarını ören film, facebook vesilesiyle istediğimiz kişiler hakkında bilgi edinebiliyor oluşumuzun yanı sıra, onların mahremiyetlerine kolaylıkla sızabileceğimiz gerçeği ile bizi baş bırakıyor. Her şey ortada, kim ne öğrenmek isterse buyursun!

Haberin Devamı

Filmin açılış sahnelerinde dans eden ve uçuşan kelimeler ile beraber dibimize kadar sokulan kamera hareketleri/açıları, yazarın duygularını anlamamıza olanak sağlıyor ve o an yazarın aklından geçenleri okuyoruz. Sonrasında neler olacağını kestirmek zor değil. Nasıl ki Facebook’ta kendimize ait bir profil oluşturuyorsak, yazar için de aynı profili oluşturabiliriz. Farz-ı misal; ‘yazar bozuntusu’ olarak nitelendirilen Sam, unutkan, dalgın, saf, küstah, esprili ve biraz da küçümseyici… Bazen çok soğuk espriler yapıyor ve karşısındaki insan aynı şekilde kendisine yanıt veriyor. Kısasa kısas olayı gibi… Yalnız metin içine gömülen espriler bir hayli kaliteli, hatta o espriler Sam’in naifliğini ve keskin zekâsını ortaya koyuyor. Sam bazen yazdığı kitaplar hakkında kendisine yöneltilen sorulara cevap veremiyor. Sam yazı yazarken ne yöne gittiğini bilmeyen bir kayık gibi… Bir şeyler üretip yazıyor, ama neyi niçin yaptığını kestiremiyor. Yazdığı romanın adı da bir hayli ilginç: “Teen Vampire” Bu bize hiç yabancı gelmedi doğrusu, popüler bir dizi ismi olan Teen Wolf’un, Wolf’u atılarak yerine ‘Vampire’ eklenmiş olma ihtimali bir hayli yüksek… Bu yazdığı roman Sam’in kariyerinde olumlu bir etkiye sahip değil maalesef ki… Sam’in hayatında artık radikal bir değişiklik şart!

Haberin Devamı

Değiş Sam, değiş Sam diye ritim tutan öteki Sam, bir gün hayallerindeki kızla tanışır ve o noktadan sonra işler sarpa sarar. Sam’in romanını ilgi çekici hale getirebilmesindeki en büyük etken aşk olacaktır. Yine mi aşk demeyin, aşk şeytana pabucunu ters giydirir. Âşık olduğu kadının facebook profilini inceleyerek beğendiği şeyleri öğrenen Sam, onu memnun etmek için kendini baştan aşağı değiştirmeye çalışır. Tüm maymunluklarını sergiler. Ama aptal âşık Sam’in unuttuğu çok önemli bir şey vardır: kendi gibi davranmayıp, mış gibi hareket etmek… Kendi bedeni içinde çok farklı bir Sam karakteri ile tanışan Sam, artık bambaşka bir adam olmuştur.

Haberin Devamı

Bunu nerden mi anlattık? Çünkü Sam gibi erkekler aşkın boyundurluğu altına girerek var olan özü yitiriyorlar ve kadınları memnun etmek için, onların yaptıklarının aynısını yapmaya çalışıyorlar. Ne büyük bir çelişkidir bu! Roman yazma konusunda kafası tıkanan Sam, aşk sayesinde ortaya müthiş bir ürün koyuyor. Âşık olduğu Birdie isimli kız nelere kadirmiş meğer… Hazır laf Birdie’den açılmışken, Birdie hakkındaki önemli bir görüşümüzü paylaşalım. Sam’in âşık olduğu kızın isminin Birdie oluşu, öncelikle biz de çok derin bir etki yarattı. İsmiyle müsemma olan Birdie adeta özgür bir kuş misali oradan oraya konuyor. Onu tutabilene aşk olsun. Bu isim karaktere cuk oturmuş. Birdie bir o kadar özgürse, Sam de bir o kadar kasıntı!

Film; günümüz aşklarının artık sosyal medyaya kaydığını ileri sürerek, dünyanın öbür ucundaki insanlara ulaşmada önemli bir araç olan Facebook’un, bir yerden sonra insanın çok büyük duygusal dönüşümlere (emo-trance) maruz kalacağına parmak basıyor. Bu duygusal dönüşümler hem olumlu, hem de olumsuz. Filmde aşk ve facebook iç içe olduğu için, aklımızda şöyle bir şey soru beliriyor: “Aşka ulaşmak ne zaman bu kadar kolay oldu? “ Teknoloji hayatımıza girdiğinden beri, bazı şeylere ulaşmak kolay oldu, ancak bu kolaylık çoğu zaman sistemin esiri olmamıza sebep oluyor. Film bunları güzel bir şekilde ambalajlıyor, ama bazı şeyler, çok hızlı geliştiği için, hikâye anlamsızlaşmaya başlıyor. Hikâyeyi anlamlı kılmak için tercih edilen ‘pop kültür’ müzikleri, filmi eğlenceli hale getirip, seyircilerin yerinde kıpırdanmasına uygun bir ortam oluşturuyor sanki… Müziklerin coşturucu etkisi, karakterlerin karmaşasını çözemiyor ne yazık ki, müzik dış ses olarak kullanılıyor. Dememiz o ki, dış ses olarak kullanılan müzik hem seyircilerin ilgisini canlı tutmak hem de seyircileri filme bağlamak için yapılmış bir hikâye içi teknik. Bunun yanı sıra tekerleme misali dilimize pelesenk olan espriler de aynı müzik gibi, efektifliğini arttırarak seyircileri filmle özdeş kılıyor.

Evan Rachel Wood, Justin Long, Sienna Miller, Vince Vaughn ve Peter Dinklage’den oluşan oyuncu kadrosunda, yan rolüyle kendini gösteren Peter Dinklage, diyaloglarıyla ve ilginç görüntüsüyle hafızalarımıza kazınmayı başarıyor. Mesela sarkastik boyutta takılmayı seven Dinklage’in dik dik baktığı sahneyi unutmak namümkün… Hele elinde bıçakla ekmeğe peynir sürdüğü sahne yok mu, insanı bitirir. Sam’e hayat veren Justin Long’a da hakkını teslim etmek gerek.

Peki, tüm bu yazdıklarımızı ortak bir paydada birleştirdiğimizde nasıl bir sonuç çıkıyor ortaya? Bir erkek ya da kadın için asla değişmeyin, kendiniz olun ve başka bir kimliğe bürünmeyin. “Ya olduğunuz gibi görünün, ya da göründüğünüz gibi olun”, yoksa sahip olduğunuz her şey elinizden bir anda kayıp gidebilir. Ha birde şu var: Facebook’ta yazılanlara fazla takılmayın, eğer takılırsanız yanlışlarla beraber açık bir denizde yüzmek zorunda kalırsınız alimallah…