Editörün SeçtikleriBABASINI hiç görmedi

BABASINI hiç görmedi

17.05.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

BABASINI hiç görmedi

BABASINI hiç görmedi


Ömer Seyfettin’in kızı olduğunu 11 yaşında öğrendi. Mısır’a gelin gitti. 17 kış sonra “yeni fakir" olarak Türkiye’ye döndü. Türkiye’nin ilk kadın rallicilerinden. Halen babasının kitaplarını para verip satın alarak okuyor


Ömer Seyfettin Balkan Savaşı sırasında Yunanlılar’a esir düşmüş, bir süre esaret hayatı yaşamış, özgürlüğüne kavuşunca da İstanbul’a gelmişti. Öteden beri sevemediği askerlik mesleğinden ayrılıp tümüyle kendini edebiyata vermek istiyordu. Yorgun, bezgin ve karamsardı. Huzurlu bir aile ortamının özlemi içindeydi. Bu özlemini gerçekleştirmek amacıyla, İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Kadıköylü Doktor Besim Edhem Bey’in kızı Calibe Hanım’a talip oldu. Calibe Hanım, o günlerin modasına uygun, çağdaş eğitim görmüş, Kadıköy’de bir Fransız okulunda okumuş, Moda-Mühürdar sosyetesinden, ince yapılı, zarif bir genç kızdı.
Ünlü hikayeci, Calibe Hanım’la evlendiğinde yıl 1915’ti ve 31 yaşındaydı.
“Çocuk!.. Çocuk!.."
Evlendiğinin ertesi yılında, 6 Aralık 1916’da bir kızı oldu. Ömer Seyfettin, kızının adını Güner koydu. Güner, yaprakların arasından sızan gün ışığı anlamına geliyordu!
Ne yazık ki bu mutluluğu uzun sürmedi üstadın! İçgüveysi gibi yaşadığı kayınpederinin evinde aradığı huzuru bulamadı. 5 Eylül 1918’de Calibe Hanım’dan boşanan Ömer Seyfettin, ölünceye, yani 6 Mart 1920 tarihine dek acı, ıstırap, yalnızlık içinde ve hastalıklarla boğuşarak yaşadı. Toplu eserlerinin dörtte üçünü bu zor günlerinde kaleme aldı. Üstelik İstanbul işgal altındaydı, yurtseverleri gözaltına alıyorlardı her gün. Bir yandan da bu gözaltına alınan arkadaşlarıyla ilgileniyordu. Öldüğünde 36 yaşındaydı. Ölüm döşeğinde can verirken, “çocuk, çocuk" diye kızı Güner’i sayıklıyordu.

Bana hizmetçi söyledi

Bugün 83 yaşında bulunan Güner Hanım, babasının Ömer Seyfettin olduğunu 11 yaşına kadar bilmiyordu. Babasının ölümünden sonraki olayları, onun ağzından dinliyoruz:
“Üvey baba ile büyüdüm. Ama üveylik nedir, bana bildirmediler, hissettirmediler. Üvey anne vardır da, üvey baba olmazmış, öyle derler. Annemi üç kişi istemiş: Bunlar arasından, annem, babamı seçmiş. Sonra babamdan ayrılınca, eski taliplisi Faik Bey’le ikinci evliliğini yapmış. On üç yaşındaydım öldüğünde. Nur içinde yatsın. 11 yaşıma kadar, üvey babam olduğunu bilmedim. Annem şart koşmuş, başka çocuk yapmam diye.
Babamın ablası vardı; büyükannem ona götürürdü beni. Güzide Hanım. Ama, halam olduğunu söylemezlerdi. Beni görünce ağlar, ağlardı... Bayramlarda giderdik. Merak ederdim ağlamasının nedenini; büyükanneme sorardım. ‘Senin yaşında bir torun kaybetmiş de, onun için’ diye açıklardı. İnanırdım.
Sonra, evden giden bir hizmetçi söyledi bana, Faik Bey’in üvey babam olduğunu. Tabii, annemin üstüne saldırdım. Annem, bunu bildiğimi Faik Bey’e hissettirmememi istedi.
O yıllarda babamın hikayeleri okutulurdu kıraat kitaplarında. Okurdum onları, ama hiç renk vermezdim. Nüfus cüzdanımdaysa, ‘Ömer Seyfettin kızı; Mehmet Faik evladı’ diye yazıyordu."

Ne kadar da benziyor

Güner Hanım’ın da çocukluğu annesi gibi Kadıköy’de geçmiş; yine annesi gibi Fransız okuluna gönderilmişti. Yaramazlıklar yapan, ele avuca sığmaz bir çocuktu küçükken. Evlerinin bulunduğu Bahariye’den Kuşdili Çayırı’na kadar, bisikletiyle, alıp başını giderdi. Sık sık kaçıp gidiyordu böyle.
“Vişne Sokağı’ndan sonra taşınmıştık Bahariye’ye. Yeni evimiz, uzun koridorlu, mahzenli bir yapıydı. Büyükbabam içki içmeyi sevdiği için mahzende içki saklar, annem de başımıza bir şey gelecek diye korkardı. İçki yasağı vardı çünkü o yıllarda."
Bazı günler, küçük Güner, anneannesiyle (anneannesine ‘anne’ diye seslenirdi aslında) tanıdıklara gezmeye giderlerdi. Onu gören tanıdıklar: ‘Ah, ne kadar da babasına benziyor!’ derlerdi.

Tabii, kimin kızısın!

Şaşırırdı bu benzetmeler karşısında. Ne büyükbabasına, ne de baba diye bildiği Faik Bey’e benziyordu çünkü. Bir kuşkudur düşerdi küçük yüreğine. Annesine, anneannesine de hiç benzemiyordu. Ailede tek mavi gözlü olan kendisiydi. Çingeneden almış olamazlardı; mavi gözlü Çingene yoktu. İşin içinden çıkamazdı çocuk aklıyla.
“Annemin babası öldüğünde 12 yaşındaydım. Bir zaman sonra da anneannem öldü. Beyoğlu’na taşındık. Annem Beyoğlu’nda iş kurdu, çalışmaya başladı; beni de yatılı okula yerleştirdi. Bahariye’de oturduğumuz ev yıkıldı. Halkevi yapıldı yerine. Beyoğlu’nda 22 yıl oturduk, Mısırlı Apartmanı’nda. Eldivensiz, şapkasız sokağa çıkılmayan yıllardı. Herkes bilir, tanırdı. Benim 14 - 15 yaşlarındaki çağım. 19 yaşında da evlendim. Annem terzilik yapardı, evet. Ahbaplarına dikerdi daha çok. Amatörce çalışırdı. İhtiyaçtan değil, meşgale olsun diye yapıyordu. Faal kadındı, boş oturmaktan sıkılıyordu. Annem 1965 yılında öldü. 67 yaşındaydı. Babam hakkında hiç konuşmazdı. Boşandıktan sonra o defteri kapatmıştı. Bazen böyle, onu kızdıracak bir şey yaptığımda; ‘Tabii’ derdi, ‘kimin kızısın?’ O kadar...
Dediğim gibi, babamın hikayeleriyle ilk kez okul kitaplarında karşılaştım. Daha sonra kendim alıp okudum. Ömer Seyfettin’in kızı olmam, çevremde her zaman ilgi yaratıyordu. Bir defasında yurtdışından dönüyordum. Pasaportuma bakan görevli, Ömer Seyfettin adını görünce daha bir ilgilendi. ‘Kızı mısın’ diye sordu. ‘Evet’ dedim gururla!"
Evlenmiş ve Mısır’a gitmişti, Ömer Seyfettin kızı Güner Elgen; ardında, Beyoğlu’nun ünlü terzisi olan annesini bırakıp. Takvimler 1935 yılını gösteriyordu.

Yeni fakir

Eşinin ailesi Osmanlı Türklerindendi. İngilizler Mısır’dan çekildikten sonra oranın yurttaşlığına geçmişlerdi. Lozan’da mühendislik öğrenimi görmüştü damat bey. Ailesinin, Şişli’de yazlık evleri vardı. Mısır’ın sıcaklarından kaçıp İstanbul’a geliyorlardı her yaz. Kışınsa yeniden dönerlermiş sıcak ülkelerine. Tıpkı göçmen kuşlar gibi. Baba dostu Refet Paşa’nın yardımıyla damat bey Türk ordusuna subay olarak alınmış sonra.
“Eşimin ailesinin Mısır’da çok malı mülkü vardı. Kral Faruk bunları geri verecekti. Ancak Nasır’ın yaptığı darbe sonunda Kral, ülkesinden kaçtı. Malların iadesi tasarısı da böylece suya düştü! Nasırzede olduk. Hani yeni zengin olur ya; biz de ‘yeni fakir’ olduk!"
Her şeye karşın Mısır’da geçen 17 yılını, daha doğrusu 17 kışını, “mutlu zamanlardı" diye anıyor Güner Elgen. Çocukluğu İstanbul’da, gençliği Mısır’da geçmişti. Mısır’ı da Mısırlılar’ı da çok sevmişti. İşin doğrusu, eşini çok sevmişti. Rahat bir hayat sağlamıştı damat bey ona.

Şike nasıl bozuldu

İstanbul’un en hızlı otomobil kullanan hanımlarının başında yer almıştı Güner Elgen. 1937 yılının İstanbul’unda, sürücülük konusunda iddialıydı. Anadolu’yu, Avrupa ülkelerini, dönemin canavar otomobili Jaguar’la birkaç kez katetmişti! Anadolu’nun o yıllardaki elverişsiz yollarında üstelik. 1957’de, İstanbul’da hanımlararası bir ralli düzenleniyor. Kimin kazanacağı da önceden ayarlanmış! Üç hanım sürücü katılacak; birincilik, ikincilik ve üçüncülük bu üç hanım arasında paylaştırılacaktı. 230 kilometrelik, şehirlerarası bir ralli. Ralliyi düzenleyen de Otomobil Kulübü. Feridun Bey adında biri var kulübün başında. Kocasına danışan Güner Hanım, oluru alınca, gerekli işlemleri yaptırıp ralliye katılmak üzere kulübe başvuruyor. Kulüp yöneticileri dördüncü hanıma itiraz etmiyorlar, çünkü Güner Hanım’ı figüran olarak görüyorlar; yapılan şikeyi perdeleyeceklerini düşünüyorlar. Ralli, birbirini geçme yarışı değil, belli bir etabı belli sürede tamamlama amacına yönelik. Evdeki hesap çarşıya uymuyor, Güner Hanım, kulüp yöneticilerinin şikesini alt üst ediyor. Öteki hanım sürücüler onun yanında başarısız kalıyorlar çünkü; rallinin birincisi değişiyor. Sıra bozuluyor. “Bu birincilikten elde ettiğim tek kazanç, trafikçi dostlarımın olmasıydı" diyor Elgen.

Literatür çakalları

Eşini yitireli yıllar olmuş. Güner Elgen, o gün bugün yalnız yaşıyor. Dünyayla ilişkisini kesmiş değil, hayır. Tersine, yetişebildiğince her şeyi izliyor. Özellikle Fransız edebiyatını ana dili gibi bildiği Fransızca’dan okuyor.
Elgen, babasının kitapları ve yazıları için pek bir şey yapamıyor. Sadece, bundan bir süre önce bir gazetede yayımlanan ve Ömer Seyfettin için “küçük yazar" nitelemesi kullanılan yazıya karşı isyan bayrağını çekmiş. Mevcut duruma kızıyor ve sözlerini şöyle bağlıyor Güner Elgen:
“Şimdi, babamın kitaplarını arkadaşlarım torunlarına, torun çocuklarına istiyorlar benden. Parayla satın alıp veriyorum. Sanıyorlar ki, babamın kitapları tümüyle bana kaldı. Oysa yayınevleri babalarının malıymış gibi, gönüllerince basıp satıyorlar. Karşılığında ne telif, ne de kitap... Zaimler, yayımladıkları zaman yeni basımlardan örnekler getirirlerdi. Ötekiler vermez oldu. Literatür çakalları gibi, yeni Telif Yasası’nın yayımlanacağı günü beklediler pusuda. Telif Yasası çıkar çıkmaz üşüştüler. Ne yapayım? Babamın kitaplarının okunuyor olması da bir kazanç benim için. Okunsun yeter, diye düşünüyorum. Ama beni de parayla satın almak durumunda bırakmasınlar. Çok şey mi istiyorum acaba? Tüm eserlerini alırken avuç dolusu para veriyorum, babamın kitaplarına!"

YARIN: NAHİT HANIM

Vücut Kitle İndeksi Hesaplama

Sağlığınızı kontrol altında tutmak için Vücut Kitle İndeksi (VKİ) hesaplama aracını deneyin!

VKİ HESAPLA
KEŞFETYENİ
Berk Atan kaza geçirmişti! Günler sonra ilk paylaşım
Berk Atan kaza geçirmişti! Günler sonra ilk paylaşım

Cadde | 04.05.2025 - 10:14

Berk Atan'ın da içinde bulunduğu araç geçtiğimiz günlerde kaza yapmıştı. Ünlü oyuncudan günler sonra ilk paylaşım geldi.

Yazarlar