Azer BORTAÇİNA / TUTKULU KALEMŞORLAR
Oktay Verel üst düzey görev aldığı gazetelerin tirajlarını arttırmakla kalmadı; Rauf Tamer, Yavuz Donat’ın yıldızlarını parlattı. Patronların ‘kov’ dediği gazetecilere köşeler açtı
Yıl 1946. CHP’nin yayın organı Ulus’un yöneticileri sanat dergilerine başarılı yazılar yazan delikanlıdan çeşitli konularda röportaj yapmasını isterler. Hayatında hiç röportaj yapmayan genç adam bu işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken bir de konu verirler.
- Git, köy enstitüleriyle ilgili yazı hazırla.
Okuma ve sanat açlığını, aydınlanmayı halkevlerinde bulan delikanlı heyecanını bir tarafa atıp, köy enstitüleriyle ilgili araştırmalar yapmaya başlar. Kitaplar okur, işin uzmanlarıyla konuşur. Bilgiyle donandıktan sonra Ankara’daki Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gider. Kitaplar, anlatılanlar bir yana gördükleri karşısında öylesine etkilenir ki, donup kalır. Yalınayak, başı kabak köyden getirilen kız ve erkek çocuklar bu okulda eğitilir. Onlara tarih, felsefe, sosyoloji okutulur. Yetmezmiş gibi hukuk eğitimi de verilir. Yol, bina, sıra yaparlar. İmece usulüyle köylerini de imar ederler. Okuldan mezun olan kendi köyüne öğretmen olur. Köylü “Benim köylüm hoca oldu" diye getirip çocuğunu ona emanet eder. Böylelikle köy kalkınıp aydınlanırken, çağdaşlaşmaya doğru ilk adımlar atılır.
Genç adam Atatürk’ün ilkelerini sonuna kadar yaşatan müessesede üç gün kalır. Bir akşam öğrenciler onu, kendilerinin rol aldığı Shakespeare’in “Hamlet" adlı oyuna davet ederler. Köylü öğrencilerin rol aldığı piyes öylesine başarılıdır ki, genç adamın elleri alkışlamaktan kıpkırmızı kesilir. Piyes bitince Ophelia’yı oynayan genç kız delikanlının yanına gelir ve çok düzgün bir Türkçe’yle konuşmaya başlar:
- Oyunda en önemli söz sizce nedir?
Delikanlı kızın yüzüne tebessümle bakar ve klasik cevabı verir:
- Olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu.
Kız gülerek başını sallar.
- Ama ondan daha güzel bir söz var.
Delikanlı biraz bozulur ama yine de ne olduğunu sorar:
- Nazarcı’nın sözü: “Prensim işler her zaman iyi gitmez; ama işler her zaman kötü de gitmez."
Oyuncu kız bu sözü söyleyip, gülerek uzaklaşırken delikanlı da şaşkınlıkla arkasından bakakalır.
İşin garibi bu röportaj yayınlandıktan birgün sonra işler gazeteci için kötüye gitmeye başlar! Onu, sebebini bugün bile hâlâ bilmediği nedenlerle üç gün hapse atarlar. Halbuki o, devletin, yani Atatürk’ün kurduğu müesseseyi methetmiş ve gördüğünü yazmıştır!..
40 romanlı gazeteciUstamız Oktay Verel, ilkokul üçüncü sınıfta iken Atatürk’ün ölümü üzerine düzenlenen törende yazdığı bir konuşma metni ile yazı hayatına ilk adımını atar. Yaz tatilinde ülke insanlarını tanımak amacıyla fabrikalarda ve tarlalarda çalışır. Sabun, iplik, dokuma, toprak işçiliği yapar. Babıali’de, İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken gazetelere gidip, yönetici ve yazarlarla diyalog kurar. 1946’da, Ulus gazetesinde yazdığı “Köy Enstitüleri" röportajı büyük ses getirir. 52 yıllık kesintisiz basın yaşamında Ulus, Vakit, Yeni Sabah, Tan, Vatan, Hergün, İstanbul Ekspres, Tanin, Akşam, Yeni İstanbul, Hürriyet, Tercüman, Yeni Gazete ve Dünya gazetelerinde; fıkra yazarlığı, başyazarlık, yazı işleri ve genel yayın müdürlüğü görevlerinde bulunur. Daha çok mizah türündeki siyasal ağırlıklı hikaye ve kırka yakın roman, sayısını kendisinin bile bilemediği sayıda başyazı, köşe yazısı ve röportajlar yazar.
Halen İstanbul İletişim Fakültesi, Kültür Üniversitesi ve Akademi İstanbul’da gazetecilik dersleri veren ustamızla akşam çayında başlayan röportajım gece yarısına kadar, durmaksızın sürdü. Anlattığı akıl almaz olaylar karşısında hayretten hayrete düşerken tuttuğum notlarla iki kalın defter doldu! Sohbetin bir bölümünü sır dolu dağarcığıma yükledim! İzin verdiklerinin bir kısmını sizlere ayırdım. Sayfalara giremeyen kısımları da daha sonra yazacağım kitabıma bıraktım.
Kılıktan kılığaSon Telgraf gazetesinin sahibi Ethem İzzet Benice hamle yapmaya karar verir. Üstelik son seçimlerde CHP milletvekilliğini de kaybettiği için yüreği öfke doludur. İstihbarat şefine yeni bir kadroyla atılım yapmak istediğini söyleyince Kemal Sülker hemen Oktay Verel, Memet Fuat ve Tuna Baltacıoğlu’nu arar. “Kitaplar" dergisinin kapatılmasından sonra işsiz kalan üç kafadar heyecanla Son Telgraf gazetesine giderler ama yapılan bu teklifi sadece Oktay Verel kabul eder. Artık aylığı 15 lira; yol ve
yemek parası da ceptendir. Hergün en az üç haber verirken bir de “Şehirden Notlar" başlığı altında usta yazar Ahmet Rasim’vari yazılar yazmaya başlar.
Kadroya büyük gazeteci Murat Sertoğlu ve Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu da katılır. CHP’nin mallarına el konup, Ulus kapanınca Son Telgraf da tek muhalif gazete olur. Başbakan Menderes ve kabinesi dansöz kıyafetleriyle karikatürize edilince önce resmi ilanlar kesilir, sonra Benice tehdit edilir. Yani basın, düşünce özgürlüğü, insan hakları diye iktidara gelenler, kanun diye diye kanun tepelerler. İş başa düşünce yenilik peşinde koşan Verel’in aklına parlak bir fikir gelir.
- Her meslekte bir hafta çalışsam çok canlı bir röportaj olmaz mı?
Gazeteci o andan itibaren barmen, meyhaneci, arabacı, şoför, işportacı, ayakkabı boyacısı, ayakkabı tamircisi, gazete satıcısı, kahveci, lokantacı, fotoğrafçı, sucu, terzi, eskici, otobüs çığırtkanı, resepsiyon memuru, mürettip, gemi kaptanı olur. Uşaklık yapar ama bir müddet sonra evin “güzel" hanımı şarkı söyleyip, piyano çalmaya başlayınca Verel’in ev işçiliğinin çalışma süresi uzar! Yeşilçam’da figüranlık da yapar. İşin garibi bir filmde de oynar. Türkiye’de ilk kez her meslekte bir hafta çalışmak suretiyle “Sürt Allah Kerim" başlıklı röportajı böyle doğar. Röportaj tam dört ay gazetede yayınlanınca tiraj alır başını gider.
Muhabirlikten yöneticiliğeBir akşam Yazı İşleri Müdürü Muzaffer Soysal ve ekibi lokantaya giderken Verel’i de çağırırlar. İçkiden hoşlanmayan Verel teklifi kabul etmeyince Soysal ültimatomu verir.
- Biz gelene kadar bir yere gitme.
Saatler gece yarısını geçince Verel de “Bekledim de gelmedin" şarkısını mırıldanmaya başlar. Bu arada sermürettip ikide bir odaya gelip söylenir.
- Bu gazete çıkmayacak mı?
Gece yarısı olunca dayanamaz ve Verel’in önüne bir kağıt koyar.
- Bu haberleri başlıkla, sayfa planını da çiz.
Oysa gazetecinin dünyası varsa yoksa haber, röportaj ve yazmaktır. Gazeteciliğin mutfağını hiç sevmeyen, mizanpaj nedir, başlık nasıl atılır hepsinden bihaber olan Verel terlemeye başlar. Ne yaptığını bilemeden başlıklar atar, üstelik sayfayı bile çizer. Ertesi gün gazeteye geldiği zaman herkesin suratı bir karıştır. Üstat Murat Sertoğlu bıyık altından gülüp, patronun onu beklediğini söyler.
Genç adam Ethem Bey’in odasına girdiği zaman masada kendi çıkardığı gazeteyi görünce kovulacağını anlar. Kocaman cüssesiyle masaya kurulup, başyazısını yazan Benice, Verel’i görünce başını kaldırıp bakar.
- Otur bakayım şuraya. Ne içersin?
Verel, “Herhalde kibarca kovulmanın başlangıcı böyle olacak" diye düşünürken birden sert sesle “kahve" diye bağırır.
Başyazar istifini bozmaz. Başyazısını ona uzatır ve okumasını söyler. Ethem Bey’in iktidara çatan yazısını okuyan Verel, kovulmadan önce patronu tuşa getirmek için bilgiç edayla fikrini söyler:
- Son paragrafta tarih ve mantık hatası var.
Ethem Bey gülümser ve kırmızı kalemle o bölümü çıkarttıktan sonra Müessese Müdürü Hüsnü Akkoyunlu’ya
telefon açar.
- Oktay’ın çıkardığı gazeteyi gördün mü?
Verel karşı tarafın ne söylediğini duymaz ama patron konuşmasını sürdürür.
- Evet, evet. Ben de çok beğendim. Çok modern bir çizgisi var. Onu yazı işleri müdürü yapıyorum. Maaşı da 30 lira olacak.
Oktay Verel 1951 yılından sonra hiç aklında olmayan, hiç benimsemediği yöneticilik kadrosunun denizine böyle düşer.
Tan’daki sürpriz yazar Sırtından yöneticilik gömleğini atamayan Oktay Verel, 1953’de Halil Lütfü Dördüncü’nün çıkardığı Tan gazetesinin hem yazı işleri müdürü, hem de yazarıdır. Ünlü şair A. Kadir düzeltmen, Murat Sertoğlu yazar, o tarihlerde hafif sol tandaslı olan Tarık Buğra da sporun başındadır. Kendine özgü bir havası olan gazete demokrasi ve özgürlüğü hazmetmeyenlerin saldırısına da uğrar. Birgün A. Kadir, üzüntüyle Verel’in odasına girer.
- Oktay, dışarıda bir arkadaşımız var. Hapisten yeni çıktı. Öğretmenlik dahil, Babıali’de de kimse ona iş vermek istemiyor.
Biraz sonra ışıl ışıl, açık renk gözlü, içtenlikli bir insan odaya girer. Verel o kişiyi görünce bu işi halledeceğini söyledikten sonra hızla Lütfü Bey’in yanına gider. Patron, yazı işleri müdürünün lafının sonunu dinlemeden kükremeye başlar.
- Onu işe alırsan seni kovarım!
Verel bu emri dinlemez. Bu kişi düzeltme servisinde çalışırken sekiz sayfalık özel eke de nam - ı müstear yazılar yazmaya başlar. Patron yazıları çok beğenir. Cimriliğiyle ün yapmasına rağmen bu kişiye para vermek ve onunla tanışmak ister.
Verel hiç hakkı olmadığı halde ezilen, yüreği hep bu ulus için çarpan, şiirleriyle, öyküleriyle ve “Hababam Sınıfı" adlı ölümsüz eseriyle ünlü olan şair dostunu odaya çağırır.
- İşte Rıfat Ilgaz. Şimdi ikimizi birden kovabilirsiniz.
Yıl 1968 - 69. Oktay Verel, Malik Yolaç’ın sahibi olduğu Akşam gazetesinin Genel Yayın Danışmanı’dır. Kadroyu geliştirmeye çalışan Verel yeni bir “Akşam" kurmayı amaçlarken, bu arada “Maksat Catan Kurtulsun" romanı da 45 gün gazetede yayınlanır. Büyük beğeni toplayan roman, tirajı artırır ama yeterli değildir. Bir gün Ankara’dan gelen biri odasına girer. Verel’e işsiz olduğunu, gazetede görev verilip, verilmeyeceğini sorar. Verel o kişiyle hiçbir organik bağı olmadığı halde gayret sarfedeceğini söyledikten sonra Yolaç’ın odasına gider. Patronun tepkisi çok serttir.
- Bu adamı bu gazeteye sokma.
Verel ertesi günü o arkadaştan ilk yazısını ister ve birinci sayfadan anonsla yayınlar. Malik Bey anonsu görünce kükrer:
- Bu ne demek oluyor?
Verel sakin sakin konuşur:
- Akşam bir yazar daha kazandı.
Malik Bey öfkeyle odadan fırlar. Nehirler ters akar ama Altan Öymen de köşesini bulur! Ne tuhaf o günden sonra Altan Öymen, Verel’i ne arar, ne sorar. Aradan zaman geçer. Sebebini bilmediği bir nedenle Malik Yolaç, Verel’in evine bir mektup gönderir. Gazetecinin 50 yıllık meslek hayatında aldığı ilk ve son mektuptur bu: “İstifa et."
Verel istifa ederek onurunu kurtarır. Öymen de bir müddet yazılarını sürdürdükten sonra Cumhuriyet’e geçer.
CHP’li muhabir: Kemal IlıcakVerel, Tanin’den ayrıldıktan sonra işsiz kaldığını hissettiği birgün Babıali yokuşunda Murat Sertoğlu’nu görür. Üstad da onu aradığı için hazine bulmuşcasına koluna yapışır.
- Hadi bakalım doğru Tercüman’a. Kemal Ilıcak seni bekliyor.
Verel birden afallar.
- Kim bu Kemal Ilıcak?
Sertoğlu bir kahkaha atar.
- Yahu bizim Kemal. Son Telgraf’taki CHP’li esnaf muhabiri!
Verel önce gitmeyi düşünmez ama bir eski arkadaşı, üstelik de fikir işçiliğinden gazete patronluğuna gelmiş. Ona destek olmak için teklifi kabul eder. Artık o Tercüman’ın genel yayın müdürüdür. Gazete tam ikibuçuk odada çıkar, tiraj ise dört bindir. Murat Sertoğlu ile bir araştırma yaptırırlar. Verel, Türkiye’de 13 milyon Alevi’nin yaşadığını saptayınca Tercüman’ın sloganı kulaklarında çınlar.
- Tercüman ezilenin yanında, ezenin karşısında olmalı.
Murat Hoca hemen Kerbela’ya gider. İlk anonslar başlayınca özellikle Anadolu’dan gelen talepler onları şaşırtır. Kerbela tefrikasıyla Tercüman’ın tirajı 10 gün içinde 40 bine çıkar. Bir sayfa da Alevi mektup ve şiirlerine ayrılır. Arkadan “12 imam" tefrikası başlayınca tiraj 130 bine dayanır.
Rauf Tamer nasıl doğdu?Tercüman’dan sonra Murat Sertoğlu ile birlikte 2 bin 500 tirajlı Yeni İstanbul’a geçen Verel bu gazetenin tirajını da dört ay içinde 187 bine fırlatır. Ama işin evveliyatı var!..
Genel Yayın Yönetmeni hamleye başlamadan önce genç bir adamın masonlukla ilgili kitaba bakıp, bir şeyler yazdığını görünce ne yaptığını sorar.
Genç adam utanır.
- Bunları değiştirerek yazıyorum.
Verel sinirlenir.
- Kardeşim sen bundan vazgeç. Kitapta yazılanların hepsi yalan.
Verel, gazetenin patronu Kemal Uzan’la konuştuktan sonra mason dizisinin sayfasını dürer. İsteksizce bu işi yapan gazeteci dizinin sona ermesine sevinir ama şimdi kendi ne yapacak?
Verel ona da çare bulur. Gazeteciye bir sütun açar. Bu sütunda günün ilgi çekici olayları üzerine biraz siyaset, biraz kültür, biraz güncel meselelerle yoğurup, bölüm bölüm yazmasını ister.
Hamleden sonra Babıali’de yeni doğan yıldızın adı da “Rauf Tamerödir.
Yavuz Donat da yelken açtıVerel Tercüman’a ikinci kez gittiği zaman artık yazı makinesi, yani gazetenin lokomotifi Murat Sertoğlu yoktur. İkinci sayfa Rauf Tamer’in ama üçüncü sayfa boş. “Bu kim olabilir" diye düşünürken Ankara Kulisi, hele Meclis notlarını yazan kişi dikkatini çekince hemen onu aratır. Ona üçüncü sayfadaki köşeyi ayırdığını, parti farkı gözetmeksizin oraya yazı yazmasını ister. Telefondaki ses titremeye başlar.
- Abi ben o kadar uzun şeyler yazamam. Benim işim küçük notlar. Ne olur beni affet.
Gazeteci yönetici şaşırır. Oysa kalemi öylesine kıvraktır ki. Ankara’daki gazeteci ısrara rağmen yine “yapamam" diye diretince Verel öfkelenir.
- O zaman istifa et.
İki saat sonra genel yayın müdürünün telefonu çalar.
- İstanbul’a gelebilir miyim?
Gelir de. Prova yazılar yazar ve Türk basınında yelken açan yeni bir isim, “Yavuz Donat" ortaya çıkar.
Atatürkçü çizgisinden hiçbir zaman ödün vermeyen, bu yüzden “Tercümanöda bazı meslektaşlarınca dışlanan, yöneticilik yaptığı sürede gazetenin içinde yetenekli olan kişileri parlatmaktan kaçınmayan, kovulma tehdidine rağmen patronlarla dişe diş mücadele eden sevgili ustam; tanımadığınız halde aramızda sessizce oluşan ‘güven’ nedeniyle bana yüreğinizi açtınız. İçimizdeki yıldızları sizin gibi kompleks duymadan, basına kazandıran genel yayın yönetmeni var mı acaba? Geç de olsa sizi tanımaktan ötürü onur duyuyorum. Ama öğrencilerinizi de çok kıskanıyorum!..