*Onbir ayın Sultanı RAMAZAN*Din ve laiklikHazırlayan: İsmail ÖzcanSon birkaç yıldır Türk entelektüelinin gündemini en yoğun şekilde işgal eden kavramlardan biri laikliktir. Türkiye’de yaklaşık yetmiş yıldır devletin temel düzenlemelerinden biri olarak yürürlükte bulunan laiklik, maalesef açık, net, eskilerin deyimiyle "efradını cami, ağyarını mani" bir tanıma ve buna uygun bir uygulamaya kavuşturulamamıştır. Bu gidişle üzerinde yakın zamanda bir uzlaşma sağlanacağa da benzememektedir.
Laikliğin okul kitaplarında ve diğer resmi metinlerde "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletin din kurallarından bağımsızlaşması" tarzındaki yaygın tanımı, onun en kaba çizgileriyle anlatımıdır. Laikliği, nüanslarıyla, sorunsuz bir şekilde uygulandığı ülkelerdeki örnekleriyle tanımlamaya kalkışınca polemikler doğuyor ve bir uzlaşma ile sonuçlanmıyor. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz laikliğin bu yönü; yani devletin uygulaması değil, kişilerin, tek tek vatandaşların kafasındaki laiklik. İnsanların zihninde yer etmiş, samimi bir kabul görmüş laiklik. Başka bir ifadeyle bireyler arası din saygısı, din hoşgörüsü. Bu anlamda laiklik bir yerleşse, vatandaşın beyninde bu gelişme sağlansa, resmi laiklik üzerindeki fluluğun dağılacağına da şüphe yoktur.
Görünen odur ki, yeni milenyumun ilk dilimi olan 21. yüzyıl, her alanda özgürlük ve bağımsızlık dönemi olacaktır. Zihinler de, kamusal hayat da tabulardan, birtakım kalıplardan kurtulacaktır. Gidişat kaçınılmaz şekilde bu yöndedir. Geçmiş yüzyıldan yeni yüzyıla sarkan bütün baskıcı rejimler son bulacaktır. Bütün dünyada özgürlük, laiklik, demokrasi
yükselen değerler olacaktır. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak bireysel bazda da din ve vicdan özgürlüğü gerçekleşecektir. Her vatandaş, her birey diğerine, "Arkadaş ben şuna ve şöyle inanıyorum. Bu inancımı yaşamakta ve ifade etmekte tam bir özgürlük istiyorum. Senin de dilediğine inanmana veya inanmamana ve bunun gereğine göre davranmana saygı duyuyorum" diyebilecek olgunluğa erecektir. Bugün böyle bir noktadan çok gerilerdeyiz. Devlet ne yaparsa yapsın, vatandaşın kafasında bağnazlık varsa vicdan özgürlüğü işlemiyor, çoğu kez yaralanıyor.
Mensubu olduğumuz İslam dini, idealize ettiğimiz gelişme çizgisine engel değil, destektir. "Dinde zorlama yoktur." (Kuran, 2/256); "Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kuran, 109/6)... gibi ölçüleri getiren son dinden başka türlüsü zaten beklenemez.
İlahiyatçı Profesör Hüseyin Atay’ın bir tespiti çok yerindedir. Şöyle diyor Hüseyin Atay: "İslam’ın tanıdığı din ve inanç özgürlüğü herhangi bir laikliğin tanıdığı din ve inanç özgürlüğünden daha fazladır."
Tunuslu Tarih Profesörü Muhammed Talbi’nin görüşleri de,
yüzde yüz katılarak ve zevkle aktarabileceğimiz niteliktedir: "Kuran - ı Kerim, bildiğim kadarıyla; açık seçik ve dolambaçsız biçimde dinsel özgürlüğe, farklılığa ve dinsel çoğulculuğa hak tanıyan tek kutsal metindir. Dinsel hoşgörünün ne kadar sağlam temellere oturtulduğunu kanıtlamak için pek çok ayet sayabilirim. Kuran, çoğulculuğun, hoşgörünün, farklılıkların saygısıyla barış içinde yaşamanın beşiğidir."
Dini BilgilerKudüsKutsal kent... Bu kent sadece Yahudiler için değil, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için de kutsaldır. Yahudiler ona Jerusalem ya da Urişalim, Araplar da El - Kuds derler. Ken’an ülkesine yerleşen Yahudilerin ilk krallarından Hz. Davud onu başkent yapmıştır. Hz. Süleyman’ın mabedi orada kurulmuş, bu yüzden de Yahudilerce mabet (tapınak) anlamında Bethammikdaş (Ar. Beyt - ül Makdis) adıyla nitelenmiştir. Hz. İsa bu kentte çarmıha gerilmiştir ve mezarı oradadır. Müslümanların Peygamberi Hz. Muhammed ilk kıble olarak bu kenti kabul etmişti. Halife Hz. Ömer, kenti alınca orasını Müslümanlar için tapım yeri haline getirmiştir. Peygamber Hz. Muhammed’in üzerine bastığı kutsal taş hacer - i mukaddes oradadır, Müslümanlarca ziyaret edilir. Tek sözle Kudüs her üç dinin de kutsal saydığı birçok kurumları barındıran ve Yahudi, Hıristiyan, Müslüman hacıların ziyaret yeri olan kutsal bir kenttir. Kuran’ın birkaç yerinde de adı geçer. Hz. Muhammed, Kudüs’ü ilk kıble olarak kabul etmekle onun dinsel bir merkez olduğunu kabul etmiştir. Hz. Muhammed’in göğe çıkışında (Mirac) amaç Kudüs’ü görmekti. İsra Suresi’nin 1. ayeti şöyle der: "Ulularım o Allah’ı ki, kendisine belgelerinden bir nicesini göstermek için kulunu geceleyin Mescid - i Haram’dan alıp dolayını kutlulandırdığı Mescid - i Aksa’ya götürdü". Bu ayetteki Mescid - i Aksa’nın sonradan bu adı alan cami değil, Süleyman tapınağı (Mabed - i Süleyman) olduğu ileri sürülür. Kimi yorumcular bu adın gökte bir makamın adı olduğunu da söylerler. (Bk. Kıble, Kabe, Miraç. Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü’nden)
KISSADAN HİSSETitizliğin böylesiİslam dünyasında Kuran’dan sonra en güvenilir kaynak Sahih - i Buhari adındaki hadis kitabıdır.
İsmail el Buhari’nin Hz. Peygamber’in hadislerini toplamaya kendini vakfettiği yeni bir hadis duymak ve almak için dere tepe dolaştığı, günlerce haftalarca yol katettiği sıralardaydı. Kendisine birçok sahabi ile görüştüğü bilinen birinden söz edildi. Çok zaman yaptığı gibi uzun bir yol katederek bahsedilen adamı buldu.
Fakat adamı bulduğu sırada, kazığından boşanmış olan devesini boş torba ile aldatarak yakalamaya çalıştığına şahit oldu. Bu halde hiçbir şey sormadan geri döndü. Niçin boş döndüğünü, birkaç hadis not etmediğini soranlara şöyle cevap verdi:
- Ben devesini aldatarak yakalamaya çalışan adamın rivayet edeceği hadise güvenmem.
GaziHasırcı-zade’den bir gün, yeni Müslüman olmuş yoksul bir gayrimüslim için yardım istemişler. Mehmet Ağa da o zamanın en değerli parası olan iki tane "El - Gazi" altını yardımda bulunmuş. Fakat arkasından bir nükte savurmadan edememiş:
"Müslüman oldu bir kafir, şehid oldu iki Gazi."
YAŞAM