Editörün Seçtikleri Halkın sözcüsü

Halkın sözcüsü

29.08.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Halkın sözcüsü

Halkın sözcüsü


Tutkulu Kalemşorlar - ÂZER BORTAÇİNA


       Vatandaşın sorunlarını kaleme aldığı piyeslerle dile getiren ve birçok ödüle layık görülen usta gazeteci Bilginer, 1989 yılında Kültür Bakanlığı tarafından ‘En İyi Tiyatro Yazarı’ seçildi

       Cumhuriyet ordularının iki mareşalinden biri olan (diğeri Atatürk) Fevzi Çakmak’ın, prostad ameliyatı olmak için Teşvikiye Sağlık Yurdu’na yattığını haber alan gazeteci Recep Bilginer, hemen hastaneye gider. Bir süre sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaveriyle birlikte Mareşal’i ziyarete gelir. Çakmak’ın kızı Fitnat Hanım, Paşa’yı görünce bir hayli bozulur. Babasına haber vereceğini söyledikten sonra uzun bir süre de ortalıkta gözükmez. Paşa bir koltukta, gazeteci de kapı aralığında Fitnat Hanım’dan gelecek haberi beklemeye başlarken Çakmak’ın kızı savaşı kazanan kumandan edasıyla Cumhurbaşkanı’nın yanına yaklaşıp, gururla konuşmaya başlar:
       - Babam rahatsızlığından ötürü sizi kabul edemeyecek.
       Koskoca Cumhurbaşkanı’na verilecek cevap mı bu? İsmet İnönü çok bozulur, ama yine de kimseye bir şey belli etmeden usulca hastaneden ayrılır. Gazeteci de Fitnat Hanım’ın yanına gidip, Mareşal’in, İnönü’yü neden kabul etmediğini öğrenmeye çalışır. Çakmak’ın kızı burnundan kıl aldırmaz, ama gazeteciye içini dökmeye başlar.
       - Biz ev alırken kredi çektiğimiz için İş Bankası’na borçlandık. Ancak babam İsmet İnönü’nün devri saltanatında emekliye ayırtıldı. Bu borçtan ötürü evimizi de satılığa çıkarttılar. Üstelik tevzii müessesesinden kömür bile verilmediği için kışı soğukta geçirdik. Bu kadar kötülük yapıldıktan sonra babam niye İsmet İnönü’yü kabul etsin?
       Cevap soğuk duş gibi, ama haber de bomba hani. Üstelik 1950 seçimlerine de zaten birkaç ay var. Gazeteci, can havliyle hastaneden çıktıktan sonra Cağaloğlu’nda Molla Fenari sokaktaki Vatan gazetesine gidip, gece saat üçte dönecek kalıp için haberini yazmaya koyulur. Bomba haberi Yazıişleri Müdürü Kemal Onan’a teslim ettiği sırada gazetenin sahibi Ahmet Emin Yalman, Recep Bilginer’i odasına çağırır. Gazeteci odaya girdiği zaman CHP milletvekilleri Adnan Adıvar ve Ali Fuat Cebesoy’u görünce birden içi daralır.
       Ahmet Emin sıkıntılı bir halde, “İşte haberi yazan arkadaşımız" diye Recep Bey’i takdim edince, Adnan Adıvar “kibar kibar" konuşmaya başlar:
       - Çok iyi gazetecilik yapmışsınız ama Mareşal’ın, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü kabul etmemesi kamuoyunda tepkilere yol açar.
       Gazeteci ne yapacağını düşünürken Ahmet Emin Yalman, CHP milletvekillerine son sözünü söyler:
       - Bu muhabirin tasarrufunda olan bir haberdir. Siz beni değil, Recep Bey’i ikna edin.
       Bu kez Ali Fuat Cebesoy devreye girer:
       - Gazeteciliğiniz müthiş, ama bu memleket meselesidir. Rica ediyoruz, lütfen bu haberin yayınlanmasında ısrarcı olmayın.
       Gazeteci bu “ricalar" karşısında ısrarcı olamaz. Mareşal Fevzi Çakmak da bu olaydan dokuz gün sonra (10 Nisan 1950) öldüğü zaman ulusal yas ilan edilmediği, radyoda şarkılar çalındığı gerekçesiyle CHP karşıtı gösteriler olur. Mareşal’in cenazesi tekbirler getirilerek kaldırılırken, bu olay CHP’ye karşı gösterilen ilk açık direniş harekatı ve İnönü’nün önemli bir siyasal yenilgisi olarak yorumlanır.
       Gazeteci Bilginer de “ülke şartları" yüzünden gazeteye giremeyen bu haberini 14 Mayıs 1950’de DP iktidara geldikten sonra “Siyaset" adlı dergide yayınlar.

       16 piyes, 22 eser
       Büyük usta Bilginer’in yazarlıkla ilk tanışıklığı, Konya’da “Babalık" adlı gazetede şiirlerinin yayınlanmasıyla başlar. Babasının erken vefatı, ağabeyinin memur olması nedeniyle 23 yaşında Eskişehir’e geldikleri zaman “Eskişehir" gazetesinde çalışır. Bir yandan da “Bozkır" adlı dergiye edebiyat yazıları ve şiirler yollar. Ancak gönlü İstanbul’da olduğu için Eskişehir gazetesinde çıkan yazılarını takma ad kullanarak, Vatan’ın sahibi Ahmet Emin Yalman’a gönderir. Bir hafta sonra başyazardan cevap gelir:
       - Yazılarınızı çok beğendim. Ancak kadromuz dolu ama merkez Eskişehir olmak üzere bölge muhabirimiz olur musunuz?
       Artık o basının ilk bölge muhabiridir. Başarılı çalışmaları ise onu 1945 yılında merkeze getirir. Tam İstanbul’a alışıp, haber peşinde koştururken Eskişehir’de “Söz Milletin" gazetesinde çıkan bir şiirinden ötürü 1947’de tutuklanır. Oysa başının belaya girip, üç ay hapis yattığı “Milletimin Efendisi İşte Bu" adlı şiiri öylesine gerçektirki:
       Yağ çıkarır, bal çıkarır, yiyemez / Bayramda da yeni birşey giyemez / O, derdini kimselere diyemez / Milletimin efendisi işte bu. / Hükümetle rabıtası, teması / Tahsildarla, jandarmayla, köy ağası / Her üçü de başbelası / Milletimin efendisi işte bu.

       Orhan Veli’den öğüt
       Bilginer İstanbul’da Vatan gazetesinde çalışmaya başladığı zaman deniz - tekel, polis, adliye, vilayet - belediye muhabirliği yapar. Son durakta da siyasi partiler ve liderlerin gezileridir. Dizi yazılar, insancıl röportajlar derken birgün Orhan Veli’yle karşılaşır. Büyük şair, Bilginer’e kibarca şöyle nasihat verir:
       - Recep’ciğim röportajlarını okuyup, çok beğeniyorum. Bir deneyimli şair olarak röportajlarında fazla edebiyat yapma. Sade yaz, süsleme yapma. Olayı olduğu gibi yansıtırsan okuyucu üzerinde çok daha etkili olursun.
       Bilginer, bu öğütten büyük ders çıkarır. Artık yazılarında sadelik içinde, edebiyat yapmadan, “edebiyat" yapar.
       Demokrat Parti’nin iktidara geldiği ilk yıllarda (1951) Vatan’dan ayrılıp, Cavit Yamaç’la birlikte Akın gazetesini, 1953’de de kendi başına “Yeni Çağ" adlı edebiyat dergisini çıkarır. 1961’de ise işadamı Habib Alioğlu’nun sahibi olduğu “Hakikati Tasvir" gazetesinin hem “beyin" ortağı, hem genel yayın yönetmeni, hem de başyazarıdır. Ancak çuval ve jut ithalatçılığı yapan Habib Bey gazeteyi çıkarları uğruna kullanmak istediği zaman Bilginer, öfke küpüne döner. Başta Vala Nurettin, Refik Halit olmak üzere tüm çalışanlar ona destek verince “emeğin zaferiöni kazanır.

       İlk oyun: Gazeteciden Dost
       Gazetenin ilk imtiyaz sahibi kendisi olduğu için Basın Yayın Genel Müdürlüğü gazete sahibi olarak onu tanır. Ancak borç yükü kapıya dayanıp, Tasvir’in kapısına kilit vurulduğu zaman bayilerden hiçbir alacağını tahsil edemez, ama alacaklılar kapıdadır artık. Onurundan taviz vermeyen gazeteci ise yıllar yılı süren borçlarını “piyes yazarak" öder. İlk piyesi de “Gazeteciden Dostödur.
       Geriye dönüş yaptığımız zaman genç muhabir Bilginer, 1950’de iftiraya uğrayan, sürüklenerek mahkemeye getirilen Aslanköylü, yaşlı, genç, çocuk, emzikli 117 kişinin Konya’daki yargılanmalarını ibretle izler. Bu acı, yıllar yılı içine derin yaralar açarken, yaşadıklarını 15 yıl sonra “İsyancılar" adlı oyuna taşır. Piyes yıllar yılı yurdun her tarafında oynayıp, izlenme rekoru kırarken Almanya’da iki kez turneye gider. 1974’de “Sarı Naciye", ardından “Ben Devletim", “Utanç Dünyası", “Yunus Emre", “Mevlana", “Ben Kimim", “Sevdiğim Adam", “Sırat Köprüsü", “Karım ve Kızım", “Kıskanç", “Parkta Bir Sonbahar Günüydü", “Zaferden Sonra" adlı piyesleri, devlet ve şehir tiyatrolarının güçlü oyuncuları tarafından sahneye konur. Geçen yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda “Savaştan Barışa, Aşktan Kavgaya Mustafa Kemal" adlı oyunun biletleri ise karaborsaya düşer.
       Ustamızın Hacı Bektaş’ın hayatını anlattığı ‘Sevgi ve Barış’ adlı oyunu da Bursa Devlet Tiyatroları’nda seyircisiyle kucaklaşmayı bekliyor.
       Kırk yıl Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde genel sekreterlik ve başkan vekilliği yapan Bilginer, yaşamı boyunca dolaplara sığamayacak yoğunlukta ödüller kazanır. 1989’da ise Kültür Bakanlığı’nın en iyi tiyatro yazarı ödülünü alır.
       Ustamızın gerek gazetecilik, gerek yazarlık yaşamı süresince yaşadıkları öylesine yoğun ki, hepsini anlatabilmek mümkün değil. Biraz tadımlık olanlara ne dersiniz?
       Vatan gazetesinin bölge muhabiri Bilginer, 1946 seçimlerinde milletvekili seçilen CHP’li Halil Benli’nin Kurtuluş Savaşı döneminde, Bursa’yı işgal eden Yunan kuvvetlerine el altından silah sattığı iddialarını duyunca kimseye haber vermeden Eskişehir’den Tavşanlı’ya gider. Günlerce iz sürüp, gerekli bilgilere ulaştıktan sonra haberini yazıp, telgraf çekmek için postaneye varır. Ancak telgraf metnini okuyan memurun rengi benzi atar:
       - Milletvekilimiz aleyhindeki bu telgrafı alamam. Alsam bile gazeteye çekmem.
       Gazeteci bomba haberi bulmuş, bir memurun korkaklığı yüzünden mi vazgeçecek? Al takke ver külah nihayet memuru razı eder.
       Gönül huzuru içinde lokantada yemek yerken tanıdığı bir memur yanına sokulur:
       - Başına iş açmışsın, aman dikkat et.
       Gazeteci sinirlenir ama yapacak bir şey de yok. Acele yemeğini yedikten sonra han bozması bir otele gidip, odasına çekilir. Tam uykuya dalacakken kapı gürültüyle açılır. Bellerinde silah olan iri yarı dört adam içeri dalar:
       - Gazeteye bizim milletvekilimiz hakkında nasıl böyle bir haber yazarsın. Hemen telgrafhaneye git, haberini geri al. Yoksa......
       Bilginer sinirlenir, ama dört kişiyle nasıl baş edecek? O an silah taşımadığına çok üzülür. Adamlara boş boş bakar, onlar da kapıyı çarpıp odadan çıkar.
       Haber ertesi gün Vatan gazetesinde aynen yayınlanır. Ne onu vururlar, ne de haber yüzünden başı belaya girer.

       İspiyoncuya gazeteci dersi!
       Vatan’ın kuruluş yıldönümünde tüm çalışanlar ayaklanıp, gazetenin sahibi Ahmet Emin Yalman’dan ikramiye isterler. Bu tantana bir yıla mahsus da değildir. Her yıl 19 Ağustos’ta tekrarlanır durur. Ancak İstihbarat Şefi Melih Yener patrona yaranmak için İdare Müdürü Nuri Türen’den yana bir tavır sergileyip, çalışanların ikramiye istemelerine karşı çıkar. Oysa gazetecilerin ikramiye istekleri öylesine sevimlidir ki!
       Yıl 1951. Vatan gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Mümtaz Faik Fenik, Yazıişleri Müdürü Faruk Fenik, köşe yazarı Sadun Galip Savcı, Yayın Danışmanı Mehmet Ali Yalçın, ressam Agop Arat, muhabirler Recep Bilginer, Zihni Kanmaz, Hayri Alpar, İhsan Ada, Rıfat Ekinci, Altemur Kılıç, Zeyyat Gören, Selami Akpınar, Arşiv Şefi Nezih Yener ve teknik servis topluca Ahmet Emin Yalman’ın kapısının önünde toplanır. Solist Recep Bilginer, Hamiyet Yüceses’in, “Bakmıyor çesm - i siyah feryada" şarkısını değiştirip, “Bakmıyor Nuri Türen feryada. / Yetiş ey Yalman, yetiş imdada." diye söylemeye başlayınca diğer çalışanlar da koroya katıldı.
       Gazetenin sahibi ve başyazarı Yalman, şarkıyı duyunca odasından dışarı çıkıp, koroyu tatlı tatlı gülerek dinler. Ertesi günü tüm çalışanlara da bir maaş ikramiye verilir.
       Gazeteciler ikramiyeyi alırlar, ama ispiyoncu Yener’e duydukları öfke dinmez. Ne yapalım, ne edelim derken, ertesi günü şans ibresi onlardan yana döner. Gazetelerde Devlet Demir Yolları’nın “kalas" alacak ilanını görünce hazine bulmuş gibi sevinip, makası kaptıkları gibi sayfaları doğrayıp, ilanları da Yener’in arkasındaki panoya asarlar.
       Azametli bir tavırla içeri giren Yener panodaki “kalas aranıyor" ilanlarını görünce küplere biner:
       - Bu ne rezalet. Kim yapıştırdı bu ilanları?
       Herkes keyifle bıyık altından gülerken, Arşiv Şefi Nezih Bey de kardeşine kükrer.
       - Hala anlamadın. İlanları senin için astık.
       O tarihten itibaren İstihbarat Şefi’nin lakabı “Kalas Melih’tir!

       Siyah kolluklar tavanda
       Ancak öfke bitmez. İki gün sonra Yener’in siyah kollukları tavana asılıp, Ressam Agop Arat’ı da Tahtakale’ye gönderirler. Agop Bey çarşıdan gomalak alıp, kaynattıktan sonra tutkalı Yener’in çekmecelerinin anahtar deliğinden akıtır. Sobalı tek göz odaya sığışan muhabirler de heyecanla İstihbarat Şefi’nin içeri girişini beklemeye başlarlar.
       Birgün öncesinin kızgınlığını üzerinden atamayan Yener, beş karış suratla masasına gelip, çekmecelerini açamayınca feryat etmeye başlar. Müessese Müdürü Nuri Türen’in odasına girip, kendisine sabotaj yapıldığını ihbar eder. Bu bağırış çağrışmayı duyan gazetenin patronu Yalman hırsla odadan fırlar. Yazıişlerinin tavanında asılı duran siyah kollukları görünce dehşete düşer.
       - Bu ne, faşist bayrağı gibi.
       Yayın Danışmanı Mehmet Ali Yalçın gevrek gevrek gülüp, “Melih’in kollukları" deyince Ahmet Emin kahkaha atarak odadan çıkar.
       İstihbarat şefi Yener de bir müddet sonra İzmir büroya tayinini ister!

       Hacı Bektaş’tan Mevlana’ya
       Bilginer’in Akatlar’daki evinden içeri adımı attığım zaman önce dolaplar dolusu ödül... Bir kat aşağıya inerken Sarı Naciye ve Yunus Emre’nin tiyatro afişleri... Ardından büyük oyuncu Şükriye Atav’ın yine Bilginer’in oyunundan bir sahneyi gösteren siyah - beyaz bir fotoğrafı...
       Çalışma odası ise kitaplar, kitaplar, kitaplar. Değişmeyen en yakın dost ise bir daktilo!
       Hayatı boyunca barış ve hoşgörüyü amaç edinen Hacı Bektaş, Mevlana ve Yunus Emre’nin felsefesinden şaşmayan, çalıştıkça enerji toplayan, hücreleri yenilenen ustamız şimdi de gazetecilik, oyun yazarlığı, politikacılar arasında geçen diyalogları kitap haline getirmeye çalışıyor.
       Altı saat süren röportaj bitiminde ustamın söylediği son söz ise beynime çakılıp, kalıyor:
       - Ayakta kalmak için başarılı olmak lazım. Tökezleyince, çiğneyip geçerler. Oysa daha önce alkışlayanlar kendileri değil midir?


Yazarlar