1938, tarihin yaklaşan en büyük savaşına gebelik sürecinin son demleriydi. Dünyanın önde gelen ülkelerinin siyasetçilerinin ihtirasları yakında başlayacak büyük yıkımın hazırlayıcısı niteliğindeydi. Silahlanma yarışı kadar propagandalar savaşı da özellikle sinemada kendisine bir alan bulmuştu. Almanya’da Leni Riefenstahl’in çektiği filmler, rejimin sesi olduğu kadar toplumun gururunun okşanması açısından da önemliydi.

O yıllarda 1929’daki ekonomik buhranın etkilerini atlatmakta olan Amerika’da ise çizgi roman furyası Amerikan Rüyası’nı da besleyecek işler üretmekteydi. Bunlardan biri olan ve 1934’te Malcolm Wheeler-Nicholson tarafından kurulan DC Comics adlı çizgi roman dergisi, kısa zamanda geniş kitleleri etkilemeyi başarmıştı. Derginin yakaladığı bu başarı, bugün artık her biri ayrı fenomen olan defalarca beyazperdeye uyarlanan yeni karakterlerin doğumuna da vesile oldu.

Haberin Devamı

Bir halk kahramanı doğuyor…

Haziran 1938’e gelindiğinde DC Comics’te yeni bir çizgi roman yayınlanmaya başlandı. Böylece daha önceleri kel bir karakter olarak tasarlansa da en nihayetinde bugünkü manada bildiğimiz Superman fenomeni doğmuş oldu. Doğaüstü güçleri olsa da gerçek kudretin erdem sahibi olmakta saklı olduğunu bilen bu “übermensch” süper kahramanın hikâyesi bugün artık yediden yetmişe herkesin çok iyi bildiği bir şey.

Sahip olduğu güçleri daima insanlığın yararına kullanan Superman, erdemli biri olduğu için kimliğini gizleyip günlük hayatta bir gazeteci olarak yaşasa da devasa bir ekonomiyi de beraberinde ortaya çıkardı. Sinemadan kırtasiye malzemelerine kadar birçok sektörde Superman’in herhangi bir ürününe sahip olmak belli bir yaş grubu için en büyük bir prestij meselesi konumunda.

Bu süper kahramanlar salt bir çizgi roman dergisinin tirajı artsın diye mi ortaya çıkmıştı? Altında yatan nedene dair üretilecek her teori, bir komplo teorisi olarak kalma ihtimaline sahip olsa da işin psikolojik alt metni çok da karanlıkta kalan bir konu değil.

Amerikan Rüyası’nın sembolleri

İnsana ümit vaat etmek, bir mucizeyle yolunda gitmeyen şeylerin bir şekilde düzeleceğine onu inandırmak ya da çilesini çektiği sıkıntıları unutturacak meşgaleler yaratmak bu fenomenlerin ortaya çıkışında önemli bir işleve sahip. Burada devreye başlı başına büyük bir konu olan Amerikan Rüyası kavramı da giriyor ki o apayrı bir yazı konusu.

Haberin Devamı

Tüm bu süper kahraman hikâyelerini ve “Adalet Ligi”ni bir nevi, Yunan mitolojisindeki Olimpos dağında da benzetebiliriz. Tabii daha teknolojik ve daha kusursuza yakın bir şekilde. Batman ile Superman’i karşı karşıya getiren Zack Snyder’in yönettiği Adaletin Şafağı filmindeki kavgaya aslında mitolojik öykülerden de az çok aşinayız.

Velhasıl kelam hem DC Comics hem de Marvel’ın popüler kültüre kazandırdığı süper kahramanlar hayatımızın içinde daha uzun süre yer alacak. Belki aralarına yeni katılanlar da olacak. Ama yine de en iyisi Bruce Wayne olmaya devam edecek. Kusura bakma Clark Kent…