25.06.2008 - 02:49 | Son Güncellenme:
BARIŞ YILDIRIM / Fotoğraflar: HÜSEYİN ÖZDEMİR
Türkçede Can Yayınları’nca yayımlanan “Aşk Romanları Okuyan İhtiyar” ve “Boğa Güreşçisinin Adı” gibi romanlarıyla tanınan 1949 doğumlu Şilili yazar Luis Sepulveda İstanbul’daydı. Cervantes Enstitüsü’nde verdiği “Öteki Yakadan Haberler” başlıklı konferansı öncesi sohbet ettiğimiz yazarın yaşam öyküsü, belki tüm dünyadaki en renkli yaşam öykülerinden biri. Şili öğrenci hareketi liderlerinden olan ve Allende hükümetinde Kültür Bakanlığı’nda çalışan yazar, 1973’teki Pinochet darbesinden sonra uzun yıllar hapis yatmış ve ardından sürgüne gönderilmiş.
Çeşitli Latin Amerika ülkelerinde tiyatro direktörlüğü yapan Sepulveda, Amazon Ormanları’nda yaşayan Şuar yerlileriyle 7 ay geçirmiş, kitap ve makaleleriyle seslerini dünyaya duyurmuş. 1979’da Nikaragua’daki Sandinista gerillalarına katılan, ardından Almanya’ya gelip gazetecilik yanında Greenpeace aktivistliği yapan, bir dönem Angola ve Mozambik’te muhabir olarak çalışan yazarın, bu yoğun hayata sığdırdığı kısa ama etkili romanlarından “Aşk Romanları Okuyan İhtiyar” tüm dünyada 18 milyon sattı. Halen İspanya’da yaşayan Sepulveda, artık bütün zamanını yazmaya ayırıyor.
“Duygusal Bir Katilin Güncesi” adlı romanınızda okuru Kapalıçarşı ve Ortaköy’de gezdiriyorsunuz. İstanbul’u nasıl böyle iyi tanıyorsunuz?
İlk kez 1980’de uzun yol şoförü olarak Almanya’dan İstanbul’a gelmiştim; bütün diğer şoförler de benim gibi Latin Amerikalı politik mültecilerdi. Sonraları üç kez daha ziyaret ettim şehri. Ancak ben İstanbul’u turist gibi değil, kendi tarzımla, yavaş yavaş gezdim. Yerleri kendim keşfetmeyi severim, bana gösterilmesinden hoşlanmam. İstanbul’da beni en çok etkileyen sokakta bu kadar çok genç olması; Avrupa’dan farklı.
Edebiyatım broşür olmadı
Türkiye’deki 1980 darbesine denk bir darbe yaşadı Şili 1973’te; ülkenizin ve sizin edebiyatınızı nasıl etkiledi?
Bazı yazarlar, darbenin edebiyatlarını çok yoğun olarak etkilediğini, yazınlarının Pinochet’ye karşı sürekli bir ajitasyona dönüştüğünü söyler. Bense edebiyat ve mücadeleyi birbirinden ayırdım: Darbe sonrasında bir vatandaş, aktivist ve gazeteci olarak bütün gücümü diktatörlüğe karşı çıkmak için harcarken, edebiyatımın broşüre dönüşmesine izin vermedim. Çok şükür, gerek Şili gerek Latin Amerika’nın çok köklü bir edebiyatı var; diktatörlük yıllarında bütün edebiyat demokrasi yanlısı net bir tavır içindeydi ve edebiyat toplumun hafızasını muhafaza etme rolünü başarıyla üstlendi. Ancak darbenin etkilerinden bugün dahi kurtulabilmiş değil toplum; hala çok sayıda kayıp insan var; resmi tarih yaşanmış korkunç şeyleri inkar ediyor.
Bir söyleşinizde, “Yazar kendini, sesi olmayanların sesi kılmalıdır” diyorsunuz. Günümüz dünyasında kimlerin sesi yok sizce?
Yazar bir taraftan içinde yaşadığı döneminin sesidir, bir taraftan da sesi olmayan, hissettiğini ifade edemeyen insanların sesi. Sesi olmayan insanların sayısı günümüzde gittikçe büyüyor. İnsanlık tarihi, büyük göçler tarihidir de. Avrupa güneyden gelen yoğun göç dalgasına karşı kapılarını kapıyor ve ‘göç meselesi’nden bahsediyor; oysa göç ‘mesele’ değil bir ‘gerçek’tir. Meseleleri ortadan kaldırabilirsiniz, ama gerçekleri ancak iyileştirebilirsiniz. İşte bu göçmen milyonlar, sesi olmayan yeni kitledir. Örneğin günümüzde, gıda yetiştirecek verimli toprağı olmayan Afrika ülkeleri, topraklarını biyoyakıt üretimine ayırmak zorunda bırakılıyor! Bu daha da açlık, yoksulluk ve göç yaratmayacak mı? Birilerinin bu insanların sesi olması gerekiyor; yazarların bu insanlara karşı sosyal sorumluluğu var.
Latin Amerika’daki yeni toplumsal hareketlere bakışınız nasıl?
Son yıllarda ABD öylesine gömüldü ki Irak’a, Latin Amerika’nın varlığını unuttu. Sonuçta birçok ülke az ya da çok ilerici hükümetlere kavuştu. Bolivya’da Evo Morales ve Venezuela’da Hugo Chavez gibi. Bu, karmaşık dünya ekonomisinin getirdiği zorlukların bir yansıması. Böylelikle, dünyanın ekonomik sorunlarının küresel değil yerel olacağını görüyoruz. Her ülke kendi çözümünü bulmak zorunda; ki bu çözümler iktidarı ve parayı elinde tutanların hoşlanacağı çözümler olmayacak bence!
Günde 8-9 saat yazarım
Önümüzdeki dönem için hazırladığınız kitaplar var mı?
Eylül ayında, İspanyolca, Fransızca, Portekizce, Hollandaca, İngilizce ve Yunancada eşzamanlı olarak “Alaaddin’in Lambası” adlı bir öykü kitabım çıkacak. Gelecek yıl da, fotoğrafçı bir arkadaşımla birlikte hazırladığım, kalınca bir gezi kitabım yayımlanacak.
Birden fazla kitap üzerinde aynı anda mı çalışıyorsunuz?
Evet, aklıma gelen bir fikrin uçup gitmesine izin vermem. Her fikir zamanla, ya bir makalede ya da bir romanda kullanılır. Çok katı bir metodum yok; ama her gün mutlaka 8 - 9 saat yazarım. Disiplinli olmazsanız yazar olamazsınız. İlham, geldiğinde sizi çalışırken bulmalı; zira, yazarlığın yüzde 1’i ilham, yüzde 99’u çalışmaktır.