Editörün Seçtikleri Katliam timi ev ev dolaştı

Katliam timi ev ev dolaştı

02.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Katliam timi ev ev dolaştı

Katliam timi ev ev dolaştı


Doğup büyüdükleri topraklardan kopartılan trajedinin yolcuları anlatıyor: "Malımıza, paramıza el koydular. Akşama kadar gidin yoksa öldürürüz, dediler"


Balkanlar'da savaş rüzgarları 100 binlerce insanı önüne kattı sürüklüyor. Başkent Priştina'dan en ücra köylerine kadar tüm Kosova'da topraklarından sökülüp çıkartılan Müslüman Arnavutların insanlık adına utanç verici görüntüleri sahneleniyor.
Yalnızca son bir hafta içinde doğup büyüdükleri toprakları terk edip Arnavutluk, Makedonya ve Karadağ sınırına dayananların sayısı 260 bini geçti. Yağmura aldırmadan tam 17 saat yürüyenlerden biri de Muradiye Gupşe. Gupşe, Priştina'da kocasıyla birlikte bir fabrikada stilist olarak çalışıyordu. Temiz bir Türkçeyle anlattıklarına kulak veriyoruz:
"Yeni bir otomobil satın almıştık. Çocuklar da artık büyüdü, rahat ederiz diye düşünüyorduk..."
Konuşurken gözleri doluyor, boğazına bir şeyler takılıyor. Sözün bittiği kelimelerin, duyguların yoğunluğuna erişemediği anlarda gözyaşları her şeyi anlatıyor... Gupşe, sonra şöyle devam ediyor:
"Son bir yıldır bizi yıldırmak için sistemli bir baskı vardı. Polis görünce yolumuzu değiştiriyorduk. NATO operasyonundan bir ay kadar önce artık baskı ve şiddet dayanılmaz noktaya ulaşmıştı.
Operasyon başladıktan sonra Sırp polisler ve hükümete bağlı siyah kar maskeli birlikler tek tek kapılarımızı çalmaya başladı. (Kosovalıların korkulu rüyası siyah kar maskesi takan siyah üniformalı özel birlikler, özel timler Kosova'da etnik temizliğin baş aktörlüğüne soyunmuş, terör estiriyorlar.)
Bizi de topladılar, `akşama kadar gideceksiniz. Yoksa, çoluk - çocuk hepinizi öldürürüz, yanınıza hiçbir şey almayacaksınız' dediler. Niye diye sordum, git Clinton'a sor o cevap versin dedikten sonra gülüşüp gittiler. Tüm mahalle, evlerimizi kilitleyip, yola düştük."

"Yine yaparız"

Gupşe, uzun bir yolculuktan sonra ulaştığı Makedonya sınırındaki küçük kır lokantasında "Gelecekte ne olur?" sorumuza hiç tereddütsüz, "Bir gün nasıl olsa döneriz, onlar çalsın, yıksın, yaksın bir zamanlar nasıl yaptıysak yine yaparız" yanıtını verdi.
Gupşe, tüm yaşadıklarına karşın umudunu yitirmiyor. Ancak kendisiyle aynı kaderi paylaşan 100 binler yarınlara endişe içinde bakıyor. Reşat Yunus da General Yankoviç sınır bölgesinde yolu bile olmayan bir dağ köyünün camisinde yaşadıklarını anlatırken, sürgüne gönderilmelerinde NATO'nun sorumluluğunun olmadığına inanıyor.
Makedonya hükümeti sınır kapısını kapatınca, arada sıkışan binlerce Kosovalı dağlara tırmandı. Çoluk - çocuk, yaşlı, hasta binlerce Kosovalı'nın trajedisi, yüksek kesimlerinde kar yağışı görülen dağlarda sürdü. Sonunda ulaştıkları Müslüman köylerin camilerine sığındılar. Yunus, yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Sırp polisi bize `gidin, bir an önce gidin yoksa hepinizi öldüreceğiz' dediler. Ben marangozum, iyi bir işim vardı, o topraklarda doğup büyüdüm. `Aileni al ve defol' denildi. Yollarda çevrilip karımın bilezik, yüzük ve küpeleri alındı. Benim bütün param, arabamın ruhsatı ve evin tapusunu da aldılar. Yürümekten ayaklarımız patladı. Tam sınıra geldik kapılar yüzümüze kapandı. Kimse bizi istemiyor."
Dağları yürüyerek aşan Şefiye Bulak, sınırı geçince yere yatıp ağlamaya başladı. Sakinleştikten sonra anlattıklarını dinliyoruz:
"Kalabalık halinde yürüyorduk. Aramızda çok sayıda çocuk da vardı, kimi yanımızda yürüyor, kimi kucağımızdaydı. Çocuklardan altısı yollarda soğuktan hastalanıp öldü. Anne - babaları onları orada belki bir daha asla bulamayacakları yerlerde gömüp yollarına devam etti. Aklımız hem evlerimizde, hem toprağa verdiğimiz altı yavruda kaldı."

Tren raylarından yürüdüler

Makedonya - Kosova sınırında önceki gün rayların üzerinde uzun bir konvoy vardı. Bu bir tren değil, ancak tek sıra yürüyen tarihin en dramatik demiryolu yolcularıydı. Yollarını bulabilmek için Priştina yakınlarında rayların üzerinde yürümeye başlayıp böylece sınıra ulaşmışlardı.
Seke seke yürüyüp geldiği sınırda Makedon polisince rayların yakınında bir boşlukta bekletilmeye başlanan yüzlerce kişinin arasındaki Fahrettin Recavari, şöyle dedi:
"Ben bir öğretmenim. Kosova'da 20 öğretmen arkadaşımız öğrencilerinin gözleri önünde öldürüldü. Akşam bizim evimize de geldiler, `hep Arnavutum diyordunuz, şimdi Arnavutluk'a gidin' dediler. İnsanın yıllarca çalışıp biriktirdikleri, hayatta kendisine ait bildiği her şeyden koparılıp alınması ve bir boşluğa bırakılmasının nasıl bir şey olduğunu sözcüklerle anlatamam."
Kosova'dan kaçan mültecilerin ortak trajedisi, işte bu sözcüklerde yatıyor. Geçmişlerinden, köklerinden koparılıp bir boşluğa terk ediliyorlar. Onlar 20. yüzyılın bitiminde ırkçı politikacıların son kurbanları.

Göç yolu mezar dolu

Şefiye Bulak gözyaşlarını tutamıyor; "Çocuklarımızı bir daha asla bulamayacağımız topraklara gömdük"


Yazarlar