Editörün Seçtikleri Sevgililer Günü üstüne notlar

Sevgililer Günü üstüne notlar

15.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sevgililer Günü üstüne notlar

Sevgililer Günü üstüne notlar

Aylin LİVANELİ

YAZIMIZ, 14 Şubat Sevgililer Günü'ne denk gelmediği için, bu notları bir gün sonra yayınlayabiliyorum.
Ama eğer sevgi bir günlükse, 15 Şubat'a yani bugüne kadar uzamıyorsa, zaten ona sevgi denemez.
***
Çocukluğum Batı ülkelerinde geçtiği için, St. Valentine Günü'nü o yaşlarda öğrenmiştim. Ama Türkiye'ye gelip gittiğimde, kimsenin bu günü kutlamadığını, bilmediğini görüyordum. Şimdi yaygınlaştı. Gazeteler, Sevgililer Günü için verilen ilanlarla dolu.
Demek ki kendi bayramlarımıza ilgi azalırken, ithal bayramlar yaşamımızda ağırlık kazanıyor.
Örneğin kimsenin aklına Hıdırellez (yani Hızır İlyas) gibi yerli gelenekleri kutlamak gelmiyor.
Bayramlarda insanlar birbirini aramıyor bile.
Bunun yerine okyanus ötesinden ithal edilen bayramlar arttıkça artıyor.
Bu gidişle yakında Amerikalılar'ın "Cadılar Bayramı" da gelir bize, Fransızların "Mardi Gras"sı, İskandinavlar'ın Midsommar'ı da...
Ama eğer "Cadılar Bayramı"na gerek yok, zaten bir cadı kazanı içinde yaşıyoruz", ya da "Fransızlar'ın herkesi yağa buladığı Mardi Gras da gerekmez, çünkü vıcık vıcık yağa batmışız" demezseniz...
***
Gül satışlarını patlatan Sevgililer Günü'ne bir alternatif de, "Türkiye Sevgisizler Günü" ilan etmek olabilir.
Birbirini sevmeyen bunca insanın alacağı hediyeleri düşünsenize.
Doğal olarak bu hediyelerin gül olması beklenemez.
Bunun yerine bol bol kaktüs gönderilebilir. Bir de yerli dikenler: çakır dikeni, deve dikeni gibi...
***
Geçtiğimiz St. Valentine Günleri'nden birinde, Beyaz Saray stajyeri Monica Lewinski'nin Başkan Bill Clinton için gazeteye ilan vermiş olduğu ortaya çıktı.
Sanıyorum bu yıl herkes ilanları büyük bir dikkatle okuyor ve simgelerden, imalardan kimin kim olduğunu çıkarmaya çalışıyordur.
***
Son olarak, Sevgililer Günü için güzel ve değişik bir aşk şiiri.
Yazan Bertolt Brecht olunca, diğer şiirlere benzememesi de kaçınılmaz.

"Sen güçlüydün,
Bense zayıf
Çünkü seviyordum seni!"

CEP telefonlarının uçaklara ne kadar zarar verdiğini hepimiz biliyoruz.
Bir iki hafta önce ben de, bu telefonların otomobillere de zarar verdiğini kanıtlayan bir olay aktarmıştım.
Anlaşılan uçaklar için tek tehlike cep telefonları değil.
Fareler de uçaklar için epey büyük tehlikeler yaratabiliyormuş.
Geçenlerde Zürih'ten Viyana'ya gidecek bir Swissair uçağının içinde bir fare görülmüş. Uzun uğraşlara rağmen 48 saat yakalanamayan bu fare yüzünden uçuş iptal edilmiş, yerine başka bir Airbus konmuş.
Farenin kabloları kemirmiş olabileceğinden korkan teknisyenler, uçağı iyice incelemiş, her ayrıntıyı gözden geçirmiş. Uçak ancak bundan sonra tekrar sefere konulmuş.
Bu arada uçağın değişik yerlerine yerleştirilen fare kapanlarından birine yakalanan minicik farenin, zamanının büyük bölümünü "Business Class"ta geçirdiği anlaşılmış.

U Turn (Kaybedenler):
Oliver Stone, her filmiyle tartışma yaratan bir yönetmen.
Geceyarısı Ekspresi'ne yazdığı senaryo, arkasından kendi yönettiği Vietnam filmleri, derken Amerikan iç politikasına eğilen filmler...
Şimdi de Arizona'da geçen ilginç bir öyküyü beyaz perdeye aktarmış Stone.
Arizona'nın sıcak mı sıcak; dikeni, yılanı, kertenkelesi bol, kayalık coğrafyasına uygun bir öykü bu.
Mafya'dan kaçan Sean Penn'in otomobilinde bir arıza..
Rastladığı ilk kasabaya kırılan direksiyon ve yaşamı değiştirecek bir U dönüşü (U Turn).
Arizona doğası gibi sert insanların yaşadığı kasaba, herkes için bir cehennem: Nefret, ihanet, para hırsı, garip bir cinsellik...
U Turn (Kaybedenler), gerçekten de ilginç bir film.
Oliver Stone ve görüntü yönetmeni, sıcağı etinizde kemiğinizde duyurmayı başarmış.
Filmin jenerik yazıları bile, diken biçiminde yazılmış.
Bir de Ennio Morricone'nin müziği...
Büyük orkestralar için yazdığı film müzikleriyle tanıdığımız bu ünlü besteci, U Turn'e tüyleri diken diken eden bir müzik yazmış.
Yani filmin "diken" leit - motiv'ine o da katılmış.

Titanik:
Bir takım adamlar, beş yıl uğraşıyor, senaryo yazıyor.
Sonra bu senaryoyu kabul ettirmek için çılgın bir mücadele başlıyor.
Başka birileri 200 milyon dolar gibi bir serveti filme yatırıyor.
Çekimlerde insanlar düşüyor, kalkıyor, sulara batıyor, donuyor...
Kaza geçirenler mi istersiniz, hastalananlar mı?
Sonra montaj, müzik, teknik çalışmalar.
Daha sonra gelsin tanıtım çabaları.
Yüzlerce kişinin canını dişine takarak yarattığı bu seyirlik, sizin için görücüye çıkıyor ve siz bir tek biletle, bu zengin gösteriyi satın alıyorsunuz.
Karanlık salondaki koltuğa gömülüp, gözünüzü perdeye diktiğiniz andan itibaren imparator sizsiniz.
Çünkü bütün bu çabalar sizin için yapıldı. Herşey sizin beğeninize göre ayarlandı.
İşte Titanik de bu filmlerden biri.
İzlediğiniz zaman filme harcanan muazzam parayı ve emeği farkediyorsunuz.
Çok anlatıldığı için filmin konusuna ve ayrıntılarına girmeyeceğim, ama eğer nefesinizi tutarak izleyeceğiniz bir film görmek istiyorsanız, bu destansı filme mutlaka zaman ayırın.

Yazarlar