Doğal Ebeveynlik falan filan

- Günaydın annecim!
- Günaydın Buse’m! Benim güzel kelebeğim iyi uyudu mu bu gece?
- Nasıl uyuduğumu bilmiyor musun anne? Zaten aynı yataktaydık.
- Sohbet olsun diye sordum çocuğum, hemen kızma anneye. Yine bütün gece boyunca döndün durdun. Bir sıkıntın mı var kuşum?
- Her sabah aynı konu. Kaç kere rica ettim annem ya. Artık şu yatakları ayırsak?
- Söz konusu bile olamaz Busecim. Güven duygun sarsılır. Bu riski göze alamam.
- Anne valla billa, iki gözüm önüme aksın ki sana dağlar kadar güveniyorum. Bir tek yatakları ayırdık diye güvenim sarsılmaz.
- Olmaz yavrum. Sen daha doğmadan önce, babanla ben doğal ebeveynlik yapacağımıza yemin ettik. Yeminimden dönmem.
- Ama anne, yaş 26 oldu. Arkadaşlar artık alay ediyor benle. Ana kuzusu diyorlar.
- O arkadaşların alay eden dillerini bükerim ben. Hepsi duygusal özürlü, güvensiz hergeleler. Daha birinin bile ciddi bir arkadaşı yok. Annesinden ayrı yatan işte böyle çarpılır.

Haberin Devamı

- Of tamam ya, bu konuyu kapatalım. Kahvaltıda ne var?
- Haşlanmış yumurta, peynir, pekmez… Hepsini ezdim, bulamaç yaptım. İçine de kendi sütümden koydum yavrııım!
- Ughh! Anne ya, sen varya, doğanın bir mucizesisin. Doğumdan 26 yıl sonra hala çocuğunu anne sütüyle besleyen başka biri yoktur herhalde.
- Planlı olursan sen de mucize yaratırsın çocuğum. Biliyorsun anne sütü en besleyici gıda. Geçen sene, senin zorunla, emzirmeyi bıraktıktan sonra, sağmaya devam edip poşetledim hepsini.
- Anne lütfen bu konuyu açmasak. Cidden içim bir tuhaf oluyor. Herkesin 25 yaşına kadar çocuğunu emzirdiğini söylemiştin. Sana inandım. Madara ettin beni.
- Buse, başka ailelerin ne yaptığı bizi ilgilendirmez. 25 sene emzirdim de fena mı ettim? Bak şimdiye kadar hiç hastalanmadın.
- Ruhum hastalandı benim anne! Onu ne yapacaz?
- Efendim?
- Hiç!
- Ne olur sanki emmeye devam etseydin. Beni poşetle falan uğraştırıyorsun şimdi.
- Anne yaaa!

- Tamam, tamam… Bugün ne yapacaksın?
- Eda Nur ile buluşmayı düşünüyorum. Ne oldu?
- Hiiiç. Çarşıya inecekseniz bana biraz kumaş alır mısın onu soracaktım.
- Ne yapacaksın kumaşı?
- Sana bahsettiğim battal boy sling projesi var ya! Onun üzerinde çalışacaktım.
- Anne! Bunu kaç defa konuştuk. Bu aşamadan sonra slinge oturmam cidden mümkün değil.
- Neden çocuğum? Ben seni Allah izin verdiği sürece taşımaya yemin ettim.
- Anne ya! Bir kere söylediğin şeyi kulağın duyuyor mu? 65 kilo oldum ben. Senin de belin sakat. Nasıl taşıyacaksın? Ayrıca 10 yaşıma kadar cebren ve hileyle slingde taşımayı başarmış olsan da, son 15 senedir yürüyorum ben. Yürümeye alıştım artık. Geri dönmeyi de düşünmüyorum.
- Buse, slingdeki günlerini hatırlıyor musun? Sıcak, samimi… Hele bir de anne tenine yakın olmanın verdiği o güven duygusu.
- Hatırlamaz mıyım anne? İlkokulda arkamdan alay eden arkadaşlarım. Yaz günlerinde 1000 derece sıcaklıkta bedenlerimizin adeta kaynak yapılmış gibi yapışması…
- Nankörsün Buse! Nankör! (Mööö!) Bak Sarıkız bile anladı. Koş hemen hayvana yem ver.

Haberin Devamı

- Anne, dün eve dönerken apartman yöneticisi yine beni asansörde yakaladı. Bizi belediyeye şikayet etmiş. Ama onların aksiyon almasını beklemeye tahammülü kalmamış. İneği ve tavukları en kısa zamandan balkondan indirip bir çiftliğe göndermezsek, gelip kasap bıçağıyla kendisi kesecekmiş. Ne olur biz de herkes gibi sütümüzü, yumurtamızı marketten alsak?
- Çüşşş! Bak sen şu şehir zorbasına! Organik yaşamdan ne anlar o hırto. Ben çocuğumu De-de-o’lu yiyeceklerle besleyemem.
- Ge-De-O! o anne!
- Ne-De-O’ysa O-Da-O! Bak sinirden dilim karıştı. Sinir oldum ben. Deli-Anne oldum. Dillenir durur içimdeki öfke nöbetleri, bazen bir haykırış, bazen bir bağırış, birbirini kovalayan bir devinim içinde, apartman yöneticisine kızarken, seni uygun şekilde büyütemediğimden duyduğum endişe bir kıskaç gibi sıkar kalbimi. Kan-ter içinde girdiğim nöbetlerden uyanır, ellerimdeki kovalarda tazecik sağdığım sütler ve göğüs dekolteme sakladığım tavuk yumurtalarıyla, aynadaki aksime burun kıvırarak bakarım kendimce.
- Anneee, sen bu aralar Deli Anne’yi çok okudun galiba.
- Eh ne yapalım Busecim. Kadın çok içli yazıyor. Ben de ister istemez kaptırıyorum kendimi…

Haberin Devamı

- Anne sana birşey soracağım.
- Sor kınalı kuzum. Gözünün çapağını yiyeyim.
- Babam bunca senedir senden ayrı, salonda yatmaktan şikayet etmiyor mu?
- Bir çocuğu büyütürken yapılan özverileri sen anlayamazsın Buse. Ayrıca baban hiç de şikayetçi değil, olamaz. Zaten önemli olan beraber yatmak değil. Ayakların buluşması.
- Nasıl yani?
- Hergün sen çıktıktan sonra, babanla biz en az 30 dakika ayakları buluşturuyoruz.
- Ay anne, özelinizin detaylarına girmesen… Ayıp oluyor.
- Fesatsın Buse, fesat. Öyle değil. Sadece karşılıklı olarak koltuğa oturup, ayaklarımızı 30 dakika kadar yorgan ipliğiyle birbirine bağlıyoruz.
- O neden?
- Valla ben Blogcu Anne’nin yalancısıyım. Evliliğin yürümesi için ayakların buluşması gerekmiş.
- Anne bence sen o kadının dediğini yanlış anlamışsın. Ama boşver, senin canın sağolsun…

- Anne, ben artık çıkmalıyım. Eda Nur sokaklarda beklemesin. Çıkmadan önce bir de ricam olacak. Facebook’tan arkadaşlık teklifini çok ısrar ettin diye kabul ettim. Ama artık 25 sene önce banyo yaparken çekilmiş fotoğraflarımı koyup, malum yerlerimi tagleyip, “yerim ben küçücük orasını, burasını” şeklinde yorumlar yazmaktan vazgeçer misin? Millet cidden dalga geçiyor. Bir de Twitter’dan beş dakikada bir “Buse nerdesin? Eve gelmiyor musun? Bak organik baklava yaptım akşama” kıvamında tweetler atmazsan sevinirim. Twitter gerçekten bunun için değil.
- Aah ah! Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş. O senin arkadaşlarının hepsinin dilleri pabuç gibi. Seni de kendilerine benzetiyorlar. Peki kızım. Yapmam bundan sonra. Yalnız çıkmadan önce benim de senden bir ricam olacak.
- Nedir annecim?
- Bana MSN Messenger’ı açıp bir arkadaşımı ekler misin? Amerika’dan bir arkadaşımla chat yapmayı planlıyorum da…
- Anne sakın o arkadaşın bir doktor olmasın? Mesela Doktor Sears.
- Yok kızım nerdeee? Doktor Sears ile iletişime geçmem geçen sene mahkeme kararıyla yasaklandı.
- O niye?
- Seni büyütürken sorduğumuz soruların biraz dozunu ve adedini abartmışız da. Adam bunalıma girmiş. “40 senelik doktorum, çıkardığım felsefeyi bu derece ciddiye alıp, 25 senedir çocuğumun yemeğiydi, bo...ydu, uykusuydu en ufak, ama en ufak konuda beni arayan başka bir insan bilmiyorum. Kadın beni mesleğimden soğuttu.” diye gazeteye beyanat vermiş bir de nankör. Ben ki bütün kitaplarını hatmetmiş, bütün röportajlarını satır satır ezberlemiş bir insanım. Bunu bana yapmayacaktı.
- Peki kiminle chat yapacaksın sen?
- Başka bir adam daha varmış bunun belalısı. Berber mi? Ferber mi? Ben de onu arayacağım. Görsün bakalım en iyi takipçisini kaybetmeyi. Sonra beni çok arar. Ama kalbim kırıldı. Dönmem artık ona.
- Dr. Sears’ın pek sallayacağını, eee, umursayacağını sanmıyorum annecim ama. Sen nasıl bilirsen artık… Sorduğun şeyi akşama göstereyim olur mu? Eda Nur Kadıköy boğanın orada ağaç oldu da…
- Haydi o zaman git sağlıcakla benim kınalı yapıncağım. Annen seni çok ama çok özleyecek.
- Abartma anne, akşama evdeyim. Haydi muck, muck!
- Muck, muck!

Not: Bu yazı mizah amaçlı olup, herhangi bir fikir akımını ya da kişiyi eleştirmek amacıyla yazılmamıştır. Deli Anne, Blogcu Anne ve Dr. Sears’a anlayışlarından dolayı teşekkür ederim. İyi ki varsınız…

Sevgiler,
Tanla
Diger yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben