Uzm. Dr. Seda Ülgen

Uzm. Dr. Seda Ülgen

xsulgen@yahoo.com

Tüm Yazıları

Her katıldığım sohbette omuzlarımda ağırlık bırakan kelimeler, üst üste ekleniyordu. Biz şehirliler “Arka balkonlarımıza bir şeyler ekiyoruz, toprağa dönüyoruz” derken, asıl toprağın sahibi insan “Toprak kolay değildir, şans işidir, o yıl mahsul verip vermeyeceği şansa kalmıştır. Oysa insan, kontrolü sever, bilinen sonucu almayı sever.” diyordu. Bir başka sohbette “Asıl kaderci olan Avrupalı, kadercilik bizim dilimizde. Onlar, hayatın getirdiğini kabulleniyor, biz ise kendimizi ya kader kurbanı ilan ediyoruz, ya da kendi hayatımızla kavga ediyoruz.” diye dillendiriliyordu. Düşündürücü, hem de oldukça düşündürücü!

Haberin Devamı

Gerçekten kadercilik neydi? Bazı şeyler şansa kaldığında, yoluna çıkanı kabul edebilecek, kendi zihninde tasarladığından farklı bir seçim yaşadığında hala mutlu olabilecek biri kalmış mıydı aramızda? Dondurmalının bile mavisinden lavantalısına farklı tatları denerken aslında uçları deniyorduk. Telefonumuzdaki paylaşımları yakın arkadaşlar mı herkes mi görebilecek kadar ince ayarlara, hatta Instagram'daki tek bir kişinin bildirimini kıskançlık yaratmasın diye silebilmeye kadar yaşayacağımız her duyguyu kontrol ederken insan hayata gerçekten teslim olabilir miydi?

Belki de o yüzden topraktan, doğadan bu kadar uzaklaşmıştık. Yürüyeceğimiz yolun yapısını, barınağımızı, hangi saatte uyuyacağımızı seçebilecek kadar yaşamı şekillendirmiştik. Artık birilerinin, bir durumların bizim duygumuzu, yaşantımızı belirlemesini istemiyorduk. Kendi seçimlerimizin, en iyi seçimler olabildiğine ikna olduğumuzdan beri hayatımıza huzur gelmiş miydi?

Hep bir araftan bahsedilir ya, asıl varmamız gereken yere varamamış olmaktan, arada kalmış olmaktan… Belki de o araf dedikleri yer burasıydı. Ebeveynlerin yaşayamadıkları hayatlarının, şansa kalan mahsullerin bıraktığı izler gibi onlardan arda kalan hayal kırıklıklarının üzerimizde biriken ağırlığını dönüştürmek için geçmişle aramıza bir çizgi çekip ben ne yaşayacağımı belirleyeceğim demiştik. Doğruydu, elbet, ama bir yere kadar.

Özgürlüğümüzü ilan ettiğimiz andan itibaren belki de bir daha hiçbir zaman daha iyisinin olabileceğini düşünmedik. Her bir kararımızı, hayatın her parçasını kontrol etmekten yorulsak bile hiç vazgeçmedik. Çünkü sevdiklerimiz de olsalar, başka bir dünyanın insanları olan atalarımızın kısıtlı yaşamlarına dönmek istemedik. Birileri bizim için yaşamlarımıza şekil vermeye çalıştıkça biz direnen olduk.

Haberin Devamı

Bu arafta herkes öyle yerlere saçıldı ki, kimi hiçbir zaman ayağa kalkamadı, atalarını, hayatı suçladı, kimi ayağa kalktığını sandı, boyun eğdiği anların kürek mahkûmluğunu yaptı. Kimi savaşmaktan köklenecek toprak bulamadı. Öyle bir savaştı ki herkes yalnızlıktan yoruldu. Ama kendinden vazgeçmek hiçbir zaman ihtimallerin arasında yer almadı.

Neydi, gözden kaçırdığımız? Üst üste gelen kelimeler bende biriktikçe ben de sorguladım. Özellikle pandeminin gelişi ile daha da çok sorguladım. Sanki öyle bir el dokunmuştu ki biz, o kendiyle savaşan insan sürüsü olduğu yerde donakalmış, olana boyun eğip hayatın bizi yeniden kabul etmesini bekler olmuştuk.  Biz sessizce durduğumuzda, her şey kendi doğasına dönmeye başlamıştı ve hayat hiç olmadığı kadar güzelleşmişti.

Haberin Devamı

Doğa aslına döndükçe kendimizin nasıl yaşamı harap ettiğimiz gördük. Özgürleşmiştik, ama doğru kararları alabilmek için yeterince büyümemiştik. O yüzden araf diyorum, atalarımızın bilincinden, hayatlarının sınırlarından özgürleşip doğanın kucağında bizi bekleyen denge ve mucizelere geçeceğimiz yerde tıpkı ürkek bir çocuk gibi durmuştuk. Neden ürktüğümüz belli değil, belki sadece kendimizi yeniden unutmaktan korkup bir başka bilinçle, hatta eşlerimizle bile bütünleşmekten korkar olmuştuk…

Ama yaşamın asıl kaynağından uzaklaştığınız zaman, sizin ötenizde sizin için belirlenmiş daha büyük vizyon ve mucizelerden de uzaklaşırsınız. Büyük resmi göremediğiniz zaman boyunuzun yettiği yere kadar yaşamınızı sınırlandırırsınız. Oysa her birimiz için geçmişten, hatta bulunduğumuz andan çok daha büyük güzellikler barındıran potansiyeller var.  İşte, kadercilik burada başlıyor. Var olmayı öğrendiğiniz anda, her şeyden daha büyük bir bütüne uyumla başlıyor. Bir’in içinde ben olmayı bilerek, doğa ile insanın dengesini kurmayı bilerek… İşte oralarda bir yerlerde, arafın ötesinde, yeni bir yaşam başlıyor. Orada buluşabilmek dileğiyle…

Uzm Dr SedaÜlgen
xsulgen@yahoo.com