21.01.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:
"VALİ Yardımcısı Nuri Bey'in evinden erken kalkan Gazi, giderken beni Kılıç Ali'ye teslim etti.
Biz çıkarken o da bana, 'Sen hiç sabahın nasıl olduğunu gördün mü?' diye sordu. Epeyce alkollüydü. Bakışlarındaki tuhaflığı buna bağladım. İşte Kılıç Ali'yle tanışmamız böyle bir ortamda ve hasarı onarılamayacak sandığım bir biçimde gerçekleşti. Kısa sürede bu duygusundan arındı, bana tümüyle bir baba gibi davrandı. Çekemeyenlerime karşı beni hep koruyan ve savunan ilk büyüğüm Atatürk ise, ikincisi de Kılıç Ali'ydi.
Atatürk öldüğü gün, üniversiteli flörtümle Bükreş'teydim. Sevgilimin elindeki gazetenin manşetinde iri puntolu, 'Atatürk est mort' sözlerini görünce kahroldum. Boğazıma kaya oturdu, hiçbir şey konuşamadım. İnsiyaki bir davranışla bavulumu topladım, Köstence'ye koştum. Gemide akşam yemeğinde hafif müzik çalınırmış. Süvari geldi, 'Atatürk öldü. Büyük adama Romen halkı da saygı duyardı. Bu gece yemeği müziksiz yiyeceğiz' dedi ve yolcularla, piyanistten özür diledi.
Karadeniz'de gözlerimden yaşlar dökülüyor, kulaklarımda bir ses yankılanıyordu: 'Kadife sesli Safiye!'...'Bu kadına verdiğim yüzün binde birini başkasına versem, Türkiye'yi birbirine katardı!'... 'Başarını daima onda payı olanlarla bölüş!'...
Atatürk ölmüştü!
Dolmabahçe Sarayı'nda Kılıç Ali'den destek alarak tabutunun başına geçtim, hıçkırıklar içinde ruhuna Fatiha okudum.
İsmet İnönü'yü Florya Köşkü'nde tanıdığım zaman, Atatürk'ün Başbakanı'ydı.
1936'da Dolmabahçe'de, yurda çağrılan büyükelçilerimiz onuruna bir ziyafet veriliyordu. Dönemin bütün ünlü sanatçılarıyla Macar kabare yıldızları da oradaydı. Atatürk bu dünya güzeli kızları İsmet Paşa'nın yanına oturttu.
O sırada hiç beklenmedik bir şey oldu; İnönü dolu bir kadehle yanıma geldi ve, 'Karakız, benim elimden bir şampanya içer misin?' diye sordu. Alkol kullanmadığım halde şampanyayı bir dikişte bitirdim. Davranışım Atatürk'ün gözünden kaçmamıştı. Bir başka akşam Florya Köşkü'nde Gazi, rakı içmemi istedi. Acemisi olduğum için su içer gibi bitirdim. Sonucunda da hareketlerimin kontrolü benden çıktı. O gün 'Amerikan Boğası' namlı güreşçiyle ünlü pehlivanımız Mülayim mücadele etmiş, altın kemer bizim olmuştu. Ben de çekişmeyi izlemiştim. Paşa, Amerikalı'yı merak etti. Ben 'dehşet' deyince kaşlarını çatıp, 'Sen, benim pehlivanlarımı gördün mü?' sorusunu yöneltti.
Sarhoş kafayla, 'Sizin pehlivanlarınız kaç para eder ki?' dememle İnönü'nün atılması bir oldu, 'Aman Paşam, bu kız artık içmesin' ricasında bulundu. İnönü izin isteyip kalktıktan sonra Atatürk bana, 'Safiye, git sor bakalım Paşa'nın bir arzusu var mı?' diyerek onun odasına yolladı.
İsmet Paşa beni büyük bir nezaketle karşıladı. 'Karakız çok yorgunsun. Bu gece yanımda kal' dedi, pijamasını verdi. Sabah uyandığımda İnönü'yü giyinmiş gördüm. Birkaç gün sonra İsmet Paşa özel kalem müdürüyle bana çok güzel bir yüzük yolladı.
O geceden sonra Atatürk beni bir daha çağırtmadı. Ankara Radyosu sanatçılarından Melek Tokgöz'ün yerimi alabilmesi için elinden geleni ardına koymadı. Fakat tüm çabalara rağmen Melek tutmadı.
Bu olaydan kısa bir süre sonra da İsmet Paşa Başbakanlık'tan istifa etti.
3'üncü Cumhurbaşkanımız sevgili dostum Celal Bayar'la, İktisat Vekili'yken ilk kez avukatım ve dostum İsa Bey'in evinde karşılaştım.
Bunu dönemin İş Bankası Genel Müdürü Yusuf Ziya Öniş'in evinde verilen davetler izledi. Öniş'ler, aralarında Hazım Körmükçü'yle Vasfi Rıza Zobu'nun da bulunduğu biz sanatçılara küçük bir masa hazırlamış, kendilerine büyük bir sofra kurmuşlardı. Bu bizleri çok incitti. Tabloya hepimiz gözlerimizle lanet okuduk. Fakat hiç ummadığımız bir şey oldu, Bayar, ev sahiplerinden izin alarak geldi bizim masaya oturdu.
Hazım ve Vasfi Beyler, anlattıkları fıkralarla taşı gediğine koydular. Üstat Sadi Işılay, bir arkadaşının kendisini evine davet ettiğini, kapıdan girerken kemanını sorduğunu, geri dönüp sazını oğluyla dostuna yolladığını anlattı, herkesi gülmekten kırdı geçirdi.
Benim anlattığım da Amerikalı bir piyanistle ilgiliydi. Sanatçıyı bir eve çağırmışlar. 300 dolar istemiş. "Sofraya oturmayacaksınız" demişler, "O zaman 150 dolar yeter" demiş. Nedeni sorulunca da, "Sizin değerli konuklarınızın aptalca sorularını cevaplamayacağım da ondan" karşılığını vermiş.
Celal Bey bir gün evime geldi. Onu, Atatürk'ün iğneden ipliğe döşediği, ancak hastalandığı için gelemediği yuvamda sevgiyle ağırladım. Ve sanırım, eve girerken yüzünü tırmalayan kedimin ayıbını da bağışlattım!
Adnan Menderes'i 1946'da İzmir'de gördüm. Bir lise öğrencisi gibi sıkılgan ve çekingendi. Fakat Başbakanlığı sırasında Meclis Başkanı Koraltan'ın torununun Tokalıyan'da yapılan sünnetinde beni çok şaşırttı.
Önce pat diye önümde diz çöktü, "Siz ölümsüz bir sanatkarsınız" diyerek iltifatlar yağdırdı. Bir an sonra hışımla yerinden fırladı, "Siz, CHP'nin ve İnönü'nün bir numaralı hayranlarındanmışsınız öyle mi?" diye sordu.
Önce bir anlam veremedim. Dostu İhsan Doruk (tütün tüccarı - Cahide Sonku ve Şükran Özer'in eşleri) kolunda Münir Nurettin Selçuk'la kapıda görününce nedenini kavradım. Koskoca Başbakan dolduruşa gelmişti!"
YARIN: "Komando"yu da sevdim