Yaşam "Küründen Kabare"

"Küründen Kabare"

05.12.2017 - 11:14 | Son Güncellenme:

Melisa İclal Yamanarda’nın yönettiği, sinema ve tiyatro oyuncusu Seyhan Arman’ın kendi yazıp oynadığı tek kişilik tiyatro oyunu “Küründen Kabare’’ önce adıyla tavlıyor. Arman'ın hayata karşı tavrı hakkında azıcık ipucu veriyor. Arman, küründen kabare diyerek hem kendiyle ve hayatla alay edebilecek kadar olgunluk gösteriyor hem de işin aslı gerçek ve kurguyu buluşturacak yürekliliği.

Küründen Kabare

Cenk Erdem röportajı...

Oyunun eğlendiren bir tarafı olduğunu tahmin ederek izliyorsunuz velhasıl yoksa bir trans bireyin hikâyesini izlerken canınızın yanabileceğini, karnınıza yumruk gibi inecek sert gerçekler ve toplumun acımasız şiddetine uğrayan trans bireylerin yaşantısının sırlarıyla içinizin acıyacağını biliyorsunuz. Oyunu İkinci Kat Sahnesi'nde Karaköy'de izledim ve nitekim öyle de oldu. Sonunda hem üzülerek hem aslında toplumun iki yüzlülüklerine bir kez daha öfkelenerek ama izleyicilerin duyarlılığını gözlemlerken bir yandan büyük bir güç alarak çıktım.

Seyhan Arman bu gücü hassasiyetleri olan her eğilimde izleyiciye ve inanıyorum izleyen tüm trans bireylere veriyor. Keşke ana akımda böyle gerçekler daha çok aktarılsa ve farklılıklarımız üzerinde durmak yerine benzerliklerimiz ve birer insan olarak duygularımız üzerinde derinleşebilse.
Sevgili Arman'ın cesaretle yaptığı gibi. Söyleyişiyi yapmak benim için sarılmak demekti, birbirimize sarılarak bir anlasak farklı değiliz, hepimiz aynı duygularla yanıyoruz, gülüyoruz, yükseliyoruz, düşüyoruz.

“Küründen Kabare” bir trans bireyin hikâyesini farklılıklar üzerinden değil, benzerlikler üzerinden anlatırken sizce izleyiciye bazı sırlar da veriyor mu?

Kesinlikle veriyor. Belki de bugüne kadar hiç kimsenin anlatmaya cesaret edemediği ya da bile isteye anlatmadığı çok sır veriyor hatta. Trans bir kadının dünyasına ve bu dünya ile dertleri olan bir insanın hayatına çok içerden bir bakış var çünkü. Üstelik sevimli göstermeye, ajite etmeye ya da bildik kalıplarda sıkışmaya gerek duymadan. Olduğu gibi. Bam bam bam. Ne ise o.

*Oyun üzerinden günlük hayatın içinde LGBT bireyleri dışlayanlar kadar sözde sevdiğini söylerken lütfedermiş gibi yapanlar ve kibirlerinin farkında olmayanlar için neler söylersiniz?

Aslında bu oyun başından sonuna kadar, bahsettiğiniz kişilerin öyle olması gerektiğini düşündükleri tüm ezberlerini bozuyor. Çünkü çoğu zaman pozitif ayrımcılık yaptığını düşünerek yapılan hatalar, bariz bir şekilde ötekileştirme. ‘’Eşcinseller çok tatlı’’ , ‘’Canım translar da çok çekti bu hayattan. Vah vah’’ ve benzeri cümleler ya da benzeri etiketler iyi niyetli olsa bile lgbti bireyleri kişinin kendisinden ayrıştırmış oluyor. Çoğu zaman alt-üst, iyi-kötü, şanslı-şanssız gibi sınıflara ayırıyor. Bence ‘‘Küründen Kabare’’ tam da bu noktada aslında ne kadar benzediğimizi ve birbirimizden hiç bir farkımız olmadığının atını çiziyor.

*Oyunun Serpil karakteri üzerinden kendi olma cesaretiyle ilgili ilham veren bir tarafı var denilebilir mi?

Elbette var. Zaten oyun Serpil’in ‘‘Serpil’’ olabilme sürecini anlattığımız bir yol hikayesi. Serpil aslında bir çok kişiye göre daha şanssız bir yola çıkmış olsa da ayaklarının üzerine sapasağlam basmış bir karakter. Bir çoğumuzu intiharın eşiğine getirecek travmalar Serpil’de negatif bir yerden karşılık bulmuyor. Serpil her şeye rağmen kendi olabildiği için, umudunu kaybetmediği için, bazen küçük şeylerle mutlu olabilidiği için, ne olduğunu, nerede olduğunu, nereye gideceğini bilecek gerçeklikte olduğu için o ilhamı seyirciye veriyor evet. Oyun bir trans kadın’ın acılarından ziyade bir insana odaklanıyor; bir insanın kendi olabilme çabasına, yaşam mücadelesine. Ve bu mücadele seyirciyi gazlıyor olabilir.

*Serpil'in ailesinin ve toplumun verdiği hasarlar yüzünden onca duygusu arasında en güçlü duygularından biri yalnızlık sayılabilir mi?

Aslında hepimiz yalnızız bu hayatta. Gerçi transların yalnızlığı bile ‘’farklı’’. Trans bireyler bu sebeple sevgiyi satın almışlardır çoğu zaman. Aşkı satın almışlardır, komşuyu satın almışlardır, anneyi satın almışlardır, kardeşi satın almışlardır... Özellikle benim jenerasyonum ve önceki jenerasyondan ablalarımız. 20-30 yıldır annesinin sesini duymamış arkadaşlarım var benim. Kardeşinin çocuğuna öldü denilen arkadaşlarım. Babasının cenazesine kasket, takma bıyık, gözlük takıp gizlice katılan arkadaşlarım. Belki bu sebepledir ki kendisi doldurma parfüm kullanırken ‘‘sevgilisine’’ en pahalı orijinal parfümleri alması, sadece dört duvar arasında görüştüğü ‘kocasının’’ altına son model araba çekip, benzinini fullemesi. Ya da temizlikçi kadınla akşama kadar Seda Sayan, Müge Anlı izleyip yövmiyesinin iki katı bahşiş verip göndermesi. Evet şimdi ki jenerasyon teknolojinin içerisine doğdu diye biraz daha farklı kafadalar ya da yalnızlıklarını başka şekilde gideriyorlar ama Serpil tam olarak az önce anlattığım profilin yalnızlığını yaşayan bir karakter.

*Toplum trans bireyleri öfkeli oldukları kadar kırılgan bir ruh haline iterken çok eğlenceli insanlar oldukları algısı cahilce değil mi?

Nietzsche'nin bir lafı var ya ‘’Bu da dahil tüm genellemeler yanlıştır’’ diye. Durumu anlatıyor aslında. Sadece eğlenceli ya da agresif veya sapkın değil ki türlü türlü etiketlemeler var böyle. Ünlü bir giyim mağazasına gitmiştim 2-3 yıl önce. Bluzlara bakıyorum, beden arıyorum falan. En üstten en alta doğru beden sırasına konulduğu için bakıyorum ve diyelim ortada buluyorum bedenimi, çıkartıp üzerime tutuyorum. Beğenmezsem ‘’uyduruktan’’ katlayarak geri koyuyorum yerine. Bir mağaza çalışanı kız geldi –muhtemelen o rafları düzenliyor- ‘’Ayy sizi çok seviyorum. Sizinkiler hep böyle katlıyorlar. Çok tatlısınız’’ dedi. Gözlerinin içine bakarak en alttan bluzları alıp hiç katlamadan öylece geri koydum rafa. Evet kız kötü niyetle bir şey söylemiyor ama sınıflandırılmak hoşuma gitmiyor. Bir gece kulübünde, bir restoranda bir trans birey tatsızlık yaptı, olay çıkarttı diyelim; hemen ilk tepki ‘’travestileri almıyoruz’’ oluyor. İyi de o gece kulüplerinde her gece bir sürü insan olay çıkartıyor. Bir erkek olay çıkartınca tüm erkekleri almıyoruz diyor musunuz? Yok! E o zaman? Sadece eğlenceli sayılmak kısmı ise bizim kendimizi sevdirme çabamız galiba. Yeni girilen bir ortamda herkesin kendini var etmesi, sevdirmesi vs bir süreç gerektirir ama bizimkisi üstün çaba gerektiriyor. Çünkü bizi tanımadan bile onlarca önyargı ile yaklaşıyorlar. Doğal olarak, sevimli, eğlenceli, hanımefendi, diğerleri gibi olmayan adlı maskelerimizi takmak durumunda kalıyoruz. Durumu eşitlemek için bile giriş performansına ihtiyacımız oluyor. Bunlardan en kullanışlı olanı ‘’eğlenceli’’ olmaktır belki de.

*Kendi gibi olmayandan korkan ve aslında kendilerine belirli açılardan yakın geldiği için ötekilerden kaçan iki yüzlülere Serpil'in iki çift lafı olsa ne olurdu?

İnsanların farklı kaygıları olabiliyor. Toplumsal baskıların hepimizde tezahürü de başka başka. Çoğu zaman suçlamıyorum aslında o kaçışları, saklanmaları falan. Fakat iş saldırıya geldiğinde, nefrete dönüştüğünde işin rengi benim için de değişiyor. Koyulaşıyor iyice. O zaman çıkartıyorum tırnaklarımı işte. Serpil iki çift lafla yetinmez bu durumda çünkü tüm derdi bu iki yüzlülük mevzuu. Oyunda neredeyse hemen hemen her yerde vurguluyor, altını çiziyor iki yüzlülüğün. Belki de en büyük dert bu. İkiyüzlü değil de net olunsa hiç bir sorunumuz kalmayabilir.

*Sumru Yavrucuk da “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” ile sahnede trans bir bireyi canlandırmıştı ve şimdi sizi yürekli bir oyuncu olarak tarif ediyor; size neler hissettirdi?

Sumru hanım çok özel bir insan. Özel bir sanatçı benim için. Sanırım beni seviyor ki ben de kendisini çok seviyorum. Aslında biz Küründen Kabare’de Sumru hanım ile çalışacaktık. Oyunu kendisi yönetecekti. Fakat dizi süreleri uzayınca zamansızlıktan yapamadık. Yine de çok desteği oldu bana. Bir kez daha teşekkür ederim kendisine. Oynadığım ikinci oyunu izledi kendisi ve o oyunda yaşadığım aksiliğe rağmen çok özel şeyler söyledi bana.

*Yavrucuk yaptığımız söyleyişide oyununu izleyen bir trans bireyin “artık siz de bir trans annesisiniz” dediğini paylaşmıştı; siz trans bireylerden nasıl reaksiyonlar aldınız?

En büyük korkularımdan birisi trans bireylerin oyundaki her hangi bir şeye ya da herhangi bir sahneye kırılmalarıydı. Evet oyunu benim yazmış ve oynuyor olmama rağmen belki fark edemediğim bir şey olur diye oyun çıkmadan bir kaç trans arkadaşıma izlettim, görüş sordum. Oyun çıktıktan sonra bir süre daha gelen trans bireylerden özellikle geri dönüş aldım. Çok şükür hiç negatif bir geri bildirim olmadı. Aksine çok olumlu tepkiler oldu. Tam bizi yansıtmışsın, neredeyse benim hikayem zannettim, şu sahne varya onu ben şu şekilde yaşamıştım gibi destekleyen ve beğenen açıklamları oldu.

*Maalesef böyle cesur ve sahici oyunlar zaten belirli duyarlılıkları olan gelişmiş izleyicilerle sınırlı kalmıyor mu?

Yok kalmayacak. Ben bu oyunu yapmaya karar verdiğimde yolunu en baştan çizmiştim. Benim için iki yol var. Birincisi ana akım tiyatro seyircisine ulaşmak ve ana akım tiyatro sahnesinde varlığımı ispat etmek. İkincisi de trans aktivizmi anlamında tiyatroya gitmeyen veya Seyhan olarak ulaşamadığım kitleye ulaşmak. Birincisi kendiliğinden oluyor çok şükür. İkincisi için de planlarım devreye giriyor yavaş yavaş. Ben bu oyunu öncelikle üniversitelerde oynamak istiyorum. Fon bulabilirsem ücretsiz oynamak ve olabildiğince çok kişiye ulaşmak istiyorum. Şu anda oyunu sahneye koyabilmek için belirli bir maliyete ve en az 4 kişilik bir insan gücüne ihtiyacım var. Bu da şimdilik tiyatro sahnelerinde oynamamı gerektiriyor. Fakat oyun artık tiyatro seyircisi için eskidiğinde, seyircisi kalmadığında tekrar provaya girip tek başıma, 1 bavul alıp gidip oynayacak şekilde düzenlemek ve gerekirse bir köy kahvesinde oynamak istiyorum. Ki bunu mutlaka yapacağım.

Arslan Köy’de mutlaka oynamak istiyorum mesela. Hani köyde tiyatro kuran Ümmiye Koçak var ya onun olduğu köy. Dersimden geçen ay bir teklifaldım ama tiyatroları olmadığı için gidemedim; oraya da mutlaka gitmek istiyorum. Oyun içeriği açısından soruyorsanız oyun çok katmanlı bence. Her seyirci kitlesine hitap ediyor. Geçenlerde Beşiktaş Belediyesi sponsorluğunda ücretsiz oynadığımız bir oyuna mahalleden teyzeler amcalar kalkıp gelmişlerdi. Ne oyunun tek kişilik olduğundan ne de bir trans hikayesi olduğundan haberleri yoktu belki. Oyun sonu dakikalarca kapıda bekleyip tek tek bana sarıldılar, tebrik ettiler düşünün. Aynı oyunu tiyatro camiiasının önemli isimleri de beğendiğine göre; doğru yerden bakıyorum diye düşünüyorum.

*Bana oyun toplumun duyarlılığını artırmaktan çok belirli duyarlılıkları olan izleyicilerin topluma tahammülümünü artırmak üzere terapi desteği gibi geliyor, ne dersiniz?

Tamamen seyircinin yaşanmışlıkları ile ilgili. Biz bir hikayeyi anlatırken bu, bu şekildedir demiyoruz. Ortaya koyuyoruz ve seyirci alıp kendi yaşanmışlıkları ile match ediyor, birleştiriyor. Oynadığım aynı sahneye aynı anda farklı seyirciler farklı tepkiler verebiliyorlar. Bana çok trajik gelen bir sahne var; çocuk Serpil’in Allah’a dua ettiği sahne. O sahneye kahlahalarla gülen seyirciler var. Ama aynı zamanda şokla izleyen. Dedim ya seyirciye ve yaşanmışlıklarına göre değişiyor diye. Sizin izlediğiniz oyunda neredeyse tek tip seyirci vardı. Toplu satış vardı ve o grubun oyun sonu bana söylediği şuydu: ‘’Alkışlayıp alkışlamayacağımıza karar veremedik. Fransa’da da öyledir ya, seyirci alkışlmaz hani. Bazı yerlerde de ayıp olmasın diye gülmedik.’’ Halbuki o güne kadar bütün oyunlarda ‘‘Yeter’’ şarkısından sonra alkış almıştım. Yani, bazılarının topluma tahammülünü arttıran bir terapi gibi gelirken, bazıları daha trajik bir yerden yaklaşabiliyor. Oyun sonu sosyal medyadan bana mesaj atıp ‘‘...size iyi geceler, bu gece bize uyku yok.’’ diyen seyirciler de oldu. Eminim başka bir sahnede, başka bir seyirci kitlesi ile yeniden izleseniz, bambaşka duygular yakalayacaksınız.

KÜRÜNDEN KABARE OYUN TAKVİMİ

11 Aralık Pazartesi - Kadıköy Emek Tiyatrosu

14 Aralık Perşembe – Ankara Sanat Tiyatrosu

25 Aralık Pazartesi - Kadıköy Emek Tiyatrosu

11 Ocak Perşembe - Kadıköy Baba Sahne

15 Ocak Pazartesi - Karaköy İkinci Kat

22 Ocak Pazartesi - Kadıköy Emek Tiyatrosu

30 Ocak Salı - Karaköy İkinci Kat

Yazarlar