Editörün Seçtikleri Pazar sohbeti

Pazar sohbeti

20.07.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Pazar sohbeti

Pazar sohbeti

"İstanbul Balkanların merkezi. Benim gibi Osmanlı taşra kentinde doğmuş biri için, metropol Trieste ya da Viyana değil, İstanbul'dur."

Goran Bregoviç müziği, Sezen'i ve "bizi" anlattı
- Balkalar'ın savaşla geçen bir kara efsanesi, kara yazgısı var. Neden?
- Hayat ne kolay olurdu değil mi ABD, İngiltere ya da Fransa'da doğmuş olaydık? Ama somon balığının yazgısıyla sardalyanın yazgısı arasındaki fark neyse, bir Batı'lı ile benim aramdaki fark da o. Sardalya olmak hoş. Uçsuz bucaksız denizlerde, tüm diğer balıklarla beraber yüzüyorsunuz. Ama somon balığı iseniz, küçük nehirlere mahkumsuz. Orda doğdunuz. Doğduğunuz yeri değiştiremezsiniz. Üstelik sevmek mecburiyetindesiniz. Kaç kez Saraybosna'yı terk etmek istedim? Kaç kez buna teşebbüs ettim? Ama olmuyor. Geri dönüyorum.
- İlk kez ne zaman gittiniz?
- 16 - 17 yaşından itibaren gitmeyi hep düşündüm. 18 yaşında İtalya'ya gittim. Gene döndüm. O yıllarda Yugoslavya'da ünlü bir rockçuydum. 15 yıl boyunca Yugoslavya'da "star"ı oynadım. Sık sık seyahat ediyordum. Derken iç savaş çıktı. Önce Paris, sonra New York'a gittim. New York'ta bir restoranımız var şimdi: "Cafe Margot". Ama Amerikalılar sürekli telaş ve paranoya ile yaşıyorlar. 2.5 yaşında bir kızımız var. Bebeğimizi kimse sokakta durdurup sevmiyor. Karım alışamadı. Bir kez daha gene kendi dilimizin konuşulduğu yerlere, Saraybosna'ya dönmek istiyoruz .
- Neden?
- Tuhaf. Neden bilmiyorum. Saraybosna gibi dünya taşrasında doğan herkes, hep bir gün daha ilginç yerlere doğru çekip gitmek ister. Ama ben Saraybosna'dan kopamıyorum. Belki medeni insanlar evrenlerini kolay değiştiriyor. Biz küçük, fakir ve ilkeliz. Doğduğumuz yerlere, tutkallanıp kalıyoruz.

- İçgüdüsel mi bu?
- Entellektüel anlamda kendinizi herşeye ikna edebilirsiniz. Ama akılla değil, güdülerimizle yaşıyoruz nihayet. Kendi küçük nehrine yumurtalarını bıraktıktan sonra ölüp giden somon balıkları gibiyiz biz.
- Anneniz Sırp Ortodoks, babanız Hırıstiyan Katolik, karınız Bosnalı Müslüman. Bütün bu olan bitenden sonra, nasıl birarada yaşıyorsunuz?
- Yaşamı, tarih değil gündelik olan belirliyor. Benim Katolik, Ortodoks ve Müslüman ailelerim birbirine benziyor.
- Bir dininiz var mı?
- İki kez vaftiz edilmişim. Ortodoks anneannem ve Katolik babaannem, beni gizlice - ayrı ayrı kendi kiliselerinde - vaftiz ettirmişler. Ama ben kendimi daha çok Ortodoks hissediyorum. Ortodoks müziğini Katolik müziğinden çok severim. Katolik müziği teatral ve sofistikedir. Ortodoks müziği, saf. "Kraliçe Margot" filminin müziğini ben yaptım biliyorsunuz. 16. yüzyılda Katoliklerin yaptığı Protestan katliamını anlatan bir film bu. O badireyi çok iyi tanıdığım için yönetmen beni seçmişti. Ama ben filme Katolik değil, Ortodoks müziği koydum. 16. yüzyıl Katolik müziğini, Ortodoks müziğine yakın bulduğum için.

- Gelenekler ve bayramlar ailenizde sorun olmaz mı?
- Tüm hayatım boyunca ben, Saraybosna'nın Müslüman tarafında yaşadım. Ama yaşadığım sokağın adı: "Miloş Obeliç"di. Kosova Meydan Muharebesi'de Sultan Murat'ı öldüren, Sırpların en büyük ulusal kahramanı yani. Mahallenin, çatılardan baktığınızda, Saraybosna'nın tüm camileri, Katolik - Ortodoks kiliseleri ve sinagogları görülüyordu. Kilise çanlarıyla, ezan sesleri birbirine karışırdı orda. Bu benim için her zaman birarada yaşamanın mümkün olduğunu gösterirdi...
- Ama Kudüs gibi, bu kadar çok mabet sonunda bir şehre fazla geldi. İstanbul'da, Saraybosna'nın Müslüman mahallesini mi hatırlıyorsunuz?
- Evet. İstanbul'da kendimi rahat hissetmemin nedeni bu. Hamamböceklerinden, mutfağa, sanata dek, bizden olan herşeyin orijinal versiyonunu buluyorum burada. Bizdeki taşra versiyonu, burada gerçek versiyona dönüşüyor.
- Daha önce geldiniz mi?
- İstanbul'a gençliğimde ilk kez, Nepal'den dönerken gelmiştim. Seyahatte öyle zayıfladım ki, ailem beni görmeden önce İstanbul'da biraz kalıp yemek yiyeyim dedim. Kış aylarıydı. Küçük bir otelde kalıyordum. Bir gün otel sahibi, müşterileri bir partiye davet etti. Kanadalı, Yeni Zelandalı, Avustralyalılar da vardı. Parti müthiş keyifli başladı. Fakat kafayı çekip, içtikçe ortam değişiyor, efkar çöküyordu. "Yabancılar" şok oldular. Partinin durup dururken niye böyle gamlandığını hiç anlayamamışlardı. Halbuki müthiş bir saz çalıyordu o sırada. Herkesin biz de tam da böyle anlarda, havaya girdiğini onlara nasıl anlatabilirdim ki?
- Bana anlatabilir misiniz? En keyifli anlarda neden efkarladığınızı?
- Orkestramın adı "Düğün ve Cenaze Müziği Orkestrası". Arkadaşlarım benimle sahneye çıkmadıkları zamanlar, düğün ve cenazede çalıyorlar. Çünkü gerçekte bu iki büyük olayın ruh hali arasında öyle büyük fark yok. Sırp geleneğinde, düğünde de, cenazede de ziyafet verilir. Cenazeler sonra yenilen yemek de de ister istemez hüzün dağılır. Ama doğrusunu isterseniz, biz neden böyleyiz bilmiyorum.
- Saraybosna'lılar için İstanbul nedir?
- Saraybosnalılar için, "fiziki" bir kent olmanın ötesinde, bir efsane, bir rüya, bir mitostur İstanbul. Müzisyen olarak İstanbul'u geç keşfettiğim için üzgünüm. Burası benim için gerçekten büyük ilham kaynağı olabilirdi. Beni, erken olgunlaştırabilirdi...
- Balkanların parçası mı İstanbul sizce?
- Balkanların merkezi burası. Benim gibi bir Osmanlı taşra kentinde doğmuş biri için, kültürel metropol Trieste ya da Viyana değil, İstanbul'dur. Fransız sömürgelerinden gelen Afrikalılar'ın Paris'i keşfederken duydukları heyecanı ya da Hintli veya Karaiblilerin "metropolü" Londra'da keşfederken duyduklarını; bu yüzden ben İstanbul'da yaşıyorum. Balkanların Osmanlı egemenliği altında olduğu 500 yıl boyunca, büyük acılar yaşadık şüphesiz. Ama bu da bir gerçek. Bölgenin 500 yıllık enerji merkezi İstanbul. Bizim metropolümüz burası.
- İstanbul'un gerisindeki Türkiye ne denli Balkan?
- Ben Türkiye'yi, bana tanıdık yönleriyle tanıyorum. Bana tanıdık yanıyla da Türkiye Balkan ülkesidir. Ama büyük bir ülke burası. Yılmaz Güney'in unutulmaz "Yol"unda gördüğüm; Avrupalı olmayan, acımasız bir Asya'lı yanı da var Türkiye'nin. Ben o yönünü bilmiyorum.
- Siz ve ben, Balkanlıysak eğer, ne tür bir Avrupalıyız? Kendine özgü, farklı bir Avrupalılık mı bu?
- Balkanlar nedir? Bunu keşfedecek bir Kristof Kolomb'a ihtiyaç var. Balkanlar, dünyanın en az tanınan köşesi. Hindistan, Afrika, Güney Amerika'dan daha az tanınıyor. Müziği, Hint ve Afrika müziğinden az tanınıyor. Ivo Andriç gibi Nobel'li yazarlarımız bile, dünyada bilinmiyor. Bir Marquez gibi tanınmıyor Andriç. Farklı bir kültürel anahtarımız var bizim. Kimseye uymuyor.

- Sezen Aksu'yu nasıl keşfettiniz?
- Sezen Aksu'nun plaklarını yıllar önce Viyana'da keşfetmiştim. Sezen'in özellikle otantik olan Türk şarkılarını seviyorum. Meneceri Mustafa Oğuz benimle temasa geçince, birlikte çalışmak için ikna olmam zor olmadı. Balkan müziği yapmak istiyordum.
- Sezen Aksu izlenimleriniz?
- Sezen ağırsıklet. İçinde ağırsıklet bir sanatçı var.
- Nasıl yani?
- Yarım saat sahnede seyirciyle şakalaşıyor. Türkçe bilmiyorum ama orda olmaktan hoşlandığını, Sezen Aksu'nun doğal ambiyansının "sahne" olduğunu hissedebiliyorum. Türklerin "sahne" anlayışından da bu arada çok etkilendiğimi de söylemeliyim.

- Ne gibi?
- Sahneniz, batılılardan farklı. Batıda galiba herkes uzun süredir sahnede. Aşırı profesyonel oldular. Sanatçı ile izleyici arasına aşılmaz duvar örüyorlar. Türk sahnesi, kabare gibi. Sanatçı ile seyirci arasında iletişim var. Bu nedenle de çok eğlenceli. Kalabalıklar konuşuyor. Sezen cevap veriyor. 3 - 4 bin kişilik show, aile partisi oluyor.
- Goran Bregoviç, İstanbul, Türkiye, Sezen Aksu sizde ne iz bırakacak?
- Çok iz bırakacak. Hiç şüpheniz olmasın. Çünkü ben Türkiye gibi sağlam bir ülkeden gelmiyorum. Frankestein gibi bir ülkeydi Yugoslavya. Birbirine yapıştırılmış bir kolajdı. Böyle Frankestein yerlerde doğanlar da, Frankestein bir düşünce tarzı geliştiriyorlar. Yani herşeyi birbirine yapıştırıp, eklemleyerek yapıyorlar. Ben müzisyen olarak kolaj bir besteciyim.
- Yani...
- Geleneksel Akdeniz müziği ile ilgileniyorum. Yüzyıllardır ticaret yapıyor Akdeniz. Ticaretle birlikte müzik de, ülkeler arasında gidip geliyor. Gürcistan'dan Sicilya'ya dek böyle. Bir şarkı bir yerden diğerine giderken de, yarısı unutuluyor ve gittiği yerde de yeniden icad ediliyor. Oranın ezgileri üzerine biniyor. Benim gibi Frankestein düşünce ile müziğe yaklaşan biri için, Akdeniz altın madeni. Türk ezgilerinin müziğimi zenginleştireceğinden emin olabilirsiniz. Çünkü zaten varoluş tarzım...
- Ve ruhunuz bu.
- Evet ben buyum. Sizin göremediğiniz, çözemediğiniz bir Frankestein'im ben. Sezen Aksu ile iki ay sonra çıkacak plağımız da böyle olacak. Geleneksel bir plak yapacağız onunla. Ama geleneksel olduğu için de çok modern olacak. Çünkü modernin artık modası geçti, biliyorsunuz...


Yazarlar