Editörün SeçtikleriZenginler işbaşına

Zenginler işbaşına

03.09.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Zenginler işbaşına

Zenginler işbaşına


Tatil, tarih, doğa - II / Azer Bortaçina


Antakyalı zenginler. Tarihi dokunun korunmamasında hiç mi suçunuz yok. Birlikten kuvvet doğar. Hepiniz bu işe kalkışırsanız Antakya da eski tarihi kimliğine kavuşur...
Antakya yıllar boyu göç almış ama şehri farklı kılan insan dokusu pek değişmemiş. Halkı sıcak mı sıcak, hoşgörülü, konuksever, gönül zengini ve derin. Bu derinlik binlerce yıl üç semavi dinle birarada, kavgasız dövüşsüz barış içinde yaşamaktan kaynaklanıyor belki de.
Sabah ilk ezan, daha sonra da çan sesiyle uyanıyorum. Balkona çıktığımda önce Ortodoks kilisesi, arkasında Ulu Cami’nin minaresi gözüküyor. Tertemiz giyimli insanlar pazar ayini için koşar adım kiliseye giderken, yollar tatil gününün yanlızlığı içinde. Kilisenin yanındaki Şinasi Sokak’a giriyoruz. İsa’nın fırını harıl harıl çalışıyor. Ocağın önünde halkla sohbete başlayınca aslen Antakyalı olup, görevi nedeniyle Ankara’da oturan Mehmet Öztürk, en sevimli haliyle annesinin yaptığı, fırından yeni çıkan ıspanaklı ve çökelekli katık ekmeği ikram ediyor.
Zenginler Mahallesi’ndeki Nakip Camii küçücük, şipşirin. Eski mahallelerdeki camilerin minareleri iki katlı evlerden biraz yüksek. Nedeni de, evin görüşünü kapatmamak, estetiği bozmamak için. Saygıya bakar mısınız.
Habib Neccar Camii’nin yanındaki Semiramis Kuseyri’nin konağı ise sivil mimarinin en güzel örneklerinden biri. Ancak bakımsızlık, onu da tüketmeye başlamış. Altı yıldır iki İngiliz öğretmenin kiracı olarak oturduğu konağa onların izniyle giriyoruz. Girişteki işlemeli altın varaklı tavan, yok olmak üzere. Havuzlu avluya açılan, yerleri çini ve işlemeli gömme dolaplarla kaplı olan odalar ise kiracıların girişimi ve ev sahibinin katkılarıyla şimdi yavaş yavaş hayat bulmaya çalışıyor.
İşte beni yürekten hançerleyen Kantara Mahallesi, Müftü Çıkmazı, bahçesi limon, hurma, malta eriği, incir ve nar ağaçlarıyla kaplı Doktor Fuat Kuseyri’nin evi. 1968’den itibaren terk edilmeye başlanan, 1973 -87 yıllarından itibaren tamamen metruk hale gelen ev, korunması gerekli sivil mimarlık eseri bir kültür varlığı olarak tescil edilip, (Antakya’da benim bildiğim 173 ev tescilli) 129 numaralı envanterle koruma altına alınmış ama!...

Kuseyri’nin evi harap
Gerek büyüklük, gerek plandaki sadelik, gerek taş işçiliği ile belki de Antakya’nın en güzel evi. Tahta üzerine kalem işleriyle süslenmiş tavan ve gömme dolaplarla kaplı odalar. Evin ön yüzünde birbirinden farklı motiflerin işlendiği kuş takaları. Her nişin tavanında değişik işlerin olduğu pencere ve kepenkler. Dış ile iç kapı arasındaki aralıkta dönme dolap. Büyük bahçede kuyu ve fıskıyeli havuz. Sonuç mu? Geçen sene kalem işleriyle süslü dolap kapakları vardı; şimdi yok. Tahta işlemeli pencere kepenkleri vardı; bu yıl yok. Motifli kuş takalarını hedef alınarak silah talimi yapılmış! Altın varaklı, işlemeli tavan çöktü çökecek. Evin içi ve dışı korku filmi dekoru gibi.
Fuat Kuseyri 150 yıllık evi müzeye bırakmış. Top ortada, sonuç da meydanda. Tanrı hepimizi hiçbir “kültür varlığına" sahip çıkmayan “Kültür Bakanlığıödan korusun yarabbim!
Uzun Çarşı’nın yakınlarında, Kemalpaşa Caddesi’nde altı katlı işhanındaki İdaş mağazasından içeri giriyoruz. Ünal Ticaret’in arka bölümündeki odanın tavanı ve gömme dolapları da kalem işleriyle süslenmiş. Dam aktığı için bu güzelim tavan ve işlemeler de yok olmak üzere.
Binayı tamir ettirmek isteyen ama Anıtlar Kurulu’nun engelleri yüzünden bu işten “şimdilik" vazgeçen Abdullah Bey yine de iyi niyetli...
“Para pul istemiyoruz. Devlet bu yapıyı koruma altına alsın. Bu kültürel miras, restorasyondan sonra turizmin hizmetine sunulabilirse yapılan masraf da çok kısa sürede çıkar" diyor. Abdullah Bey siz galiba devletin koruma altına (pardon korumama altına) aldığı binaların halini görmüyorsunuz!
Bir çileli örnek daha. Antik Beyazıt Oteli’nin sahibi Mehmet Bey eskiden adliye ve karakol binası olarak kullanılan, sonraki tarihlerde çürümeye terk edilen bir Antakya evini satın alıp, restore etmeye başlamış. Vay sen misin bunu yapan! “Kaşının üzerinde gözün var" diyen Anıtlar Kurulu, engel üzerine engel çıkartmış ama Mehmet Bey yılmamış. 97 yaşındaki binanın restorasyonu 12 ayda tamamlanacak iken dört yıl sonra bitirilebilmiş.

Teşekkür beklerken...
Aynı bela, her odası farklı desenli çinilerle döşeli olan “Antakya Eviönin sahibi Mehmet Ali Solak’ın da başına gelmiş. Çok sevdiğim ve kültüre verdiği hizmetlerinden ötürü takdir ettiğim gazeteci arkadaşım devletten “teşekkür belgesi" beklerken piyangodan sürünmek çıkmış! Ancak o, her şeye rağmen zorlukları yenmiş. Restorasyondan sonra bu güzelim tarihi yapıyı hem Antakya’ya kazandırmış, hem de turizmin hizmetine sunmuş.
Ancak yıllardır Antakya’nın kaymağını yiyen, zengin oldukları halde evlerini restore etmekten kaçınıp, devlete bırakanlar da vebal altında olduklarını unutmasınlar. Asi Nehri’nin kenarındaki güzelim taş yapının sahibi Adalılar; neden evinizi restore etmiyorsunuz? Evinizin yanındaki “Hatay Devleti’nin Meclis Binası" da sizin mülkiyetinizde ve sinema olarak kiraya verdiniz. Üstelik bu sinemada kültüre hizmet filmleri değil, “seks filmleri" oynatılıyor! Oysa kiracıyı oradan çıkartırsanız valilik bu binayı onarıp, kültür merkezi haline getirecek.
Antakyalı zenginler; tarihi dokuyu korumamakta sizin hiç mi suçunuz yok... Panellere gidip, harap olan Antakya evleri için ağıt tutuyorsunuz. Oysa koruma altına alınan tarihi evler, siz zenginlerin değil mi?
Varsın Anıtlar Kurulu bürokratik engel çıkarsın. Hepiniz bu işe kalkışırsanız, birlikten kuvvet doğar. Antakya da sizlerin sayesinde eski tarihi kimliğine yeniden kavuşur.

Antakya hac merkezi
Artık Reyhanlı yolu üzerinden Hıristiyanlığın ilk toplanma yerlerinden biri; St. Pierre Kilisesi’ne varıyoruz. Yapı aslında dağın içinde bir mağara, sonraki yıllarda kiliseye dönüştürülmüş. Başta dağ olmak üzere her taraf taş, ancak Kültür ve Turizm Bakanlıkları’nın restorasyon işini havale ettiği firma nedense gezi yollarını, park alanlarını “pembe tuğla" döşemiş! Hatay’ın duyarlı Valisi Yener Rakıcıoğlu ve Antakya Belediye Başkanı İris Şentürk’ün devamlı uyarıları sayesinde şimdi o tuğlalar sökülüp, yerine yörenin doğal malzemesi taş döşenecek.
Gelelim kilisenin tarihçesine: İsa’nın havarilerinden Aziz Petrus M.S. 29-30 yıllarında Antakya’ya geldikten sonra bu mağarayı Hıristiyanlığın yayılması için verdiği vaazlarda kullanmış. Bu dine inananlara da ilk kez bu mağarada Hırıstiyan adı verilmiş. Mağara Hıristiyanlığın ilk kilisesi olduğu için çok önemli. Papa Altıncı Paul 1963’de kiliseyi Hıristiyanlar için hac yeri olarak ilan ettikten sonra Antakya’nın dünya çapındaki önemi de daha çok artmış.
Eski şehirle, yeniyi birbirine bağlayan Asi Nehri üzerindeki köprünün üzerinden geçiyoruz. Tarihi Roma Köprüsü nerede dersiniz, artık yoook... Amik Gölü’nü kurutan zihniyet sapasağlam vaziyetteki tarihi köprüyü de balyoz darbeleriyle yıkıvermiş. Yerine yapılan yeni köprü ise çirkin mi çirkin. Köprünün yanı başında dünyanın en zengin ikinci mozaik müzesine (diğeri Tunus’ta. Zeugma’ya da zamanında sahip çıkılabilseydi belki birincilik bayrağını alacaktı) giriyoruz. Önce valilikten özel izin alıp, 1993 yılının başında bir inşaatın temel kazısında ortaya çıkarılan, sütünlu Antakya lahtininin sergilendiği odaya giriyoruz.
Lahtin olduğu odaya adım attığımız an ışıklar yanıyor. Uzunluğu ikibuçuk metre, genişliği ve yüksekliği bir metreden fazla olan lahitten etkilenmemek elde değil. Kar beyazı mermer lahtin üzerinde Eros, Apollon betimlemeleri, erkek, kadın ve çocuk figürleri, mızraklı süvariler... Hepsi canlı, lahitten fırlayacak gibi. İlin kültüre ve doğaya duyarlı yeni valisi Yener Rakıcıoğlu’nun özel gayretleriyle, ancak bu yıl sergilenmeye başlayan lahti görmek bile başlı başına bir olay. Lahtin içinden çıkan altın sikkeler, gerdanlık, yüzük, küpe, düğmeler de bu güzelliği tamamlayan yan unsurlar.
Antakya’da yaşanan zenginliği ve ihtişamı gözler önüne seren Grek, Roma ve Bizans dönemine ait mozaikler ise 1932’de Samandağ, Harbiye ve Antakya’da bulunan ev, kilise ve hamamların tabanlarından çıkarılmış. Yunan mitolojisinin nakşedildiği mozaikler olağanüstü güzel. Ama ben en çok Şarap Tanrısı sarhoş Dionysus, etrafı balık tutan Eroslarla çevrili Ocenanus ve Thetis, Kemgöz ve Psycheler’in Kayığı mozaiklerini seviyorum. Sekiz salonlu müzede sadece mozaikler değil Hitit eserleri, üç metre boyundaki Apollon heykeli ve birbirinden değerli arkeolojik buluntular da var.

Vücut Kitle İndeksi Hesaplama

Sağlığınızı kontrol altında tutmak için Vücut Kitle İndeksi (VKİ) hesaplama aracını deneyin!

VKİ HESAPLA
KEŞFETYENİ
27 yıl sonra 'Ruhsar' itirafı! 'Sezen Aksu’yu ben eledim'
27 yıl sonra 'Ruhsar' itirafı! 'Sezen Aksu’yu ben eledim'

Cadde | 15.05.2025 - 13:13

Ünlü oyuncu Hande Ataizi, 90'ların fenomen dizisi "Ruhsar"la ilgili yıllar sonra dikkat çeken bir açıklama yaptı.

Yazarlar