Ergin konuksever, meslekte hep zorlu haberlere imza attı. Haber için ne kalemini sattı, ne de arkadaşlarını. Ve hep 'gerçek' gazeteci olarak kaldı: Doğru ve tarafsız. Kırk beş yıl boyunca
Yıl 1969. Süleyman Demirel çiçeği burnunda bir Başbakan. O sırada Günaydın gazetesinde çalışan Ergin Konuksever, Demirel'in İslamköy'e gideceğini duyunca soluğu İsparta'da alır. Köylülerle birlikte saatlerce Demirel'i bekler ama gelen giden olmayınca kahvedekilerle sohbete koyulur. Köylü Efe Dayı, `Ben İslamköy'ün çobanıyım. Demirel'i koyun otlatmaya götürürdüm' deyince gazetecinin kafasında şimşek çakar. Bu kez Demirel'in gelişini bir tarafa bırakıp, Başbakan'ın arkadaşlarının izini sürmeye başlar. Nüfus müdürlüğü, okuduğu okul derken tam 5 gün İslamköy'de kalır. Demirel'in babası Yahya Bey ile Ümmühan Hanım onu el üstünde tutarlar. Müthiş fotoğraflar ve yazı hazırdır artık. Demirel'in çobanlık yaptığını o kamuoyuna duyuracak, Başbakan'a `Çoban Sülü' ismini ilk kez o takacaktır.
Günaydın gazetesi o dönemde büyük tiraj getiren `Çoban Sülü'nün Hayatı'nı 15 gün manşetten yayımlar. Dizi bitince Demirel, Konuksever'e teşekkür mektubu yollar.
Demirel'in kitabı ucuza gitti
Konuksever bu yazı dizisini daha da genişleterek kitap olarak yayımlar. Gazetecinin kitaptan kazandığı para ise sadece o günün parasıyla 5 bin liradır. 1969 seçimlerinde Başbakan'la aynı uçakta olan Konuksever, Demirel'e kitabını armağan eder.
Demirel keyiflenir:
- Konuksever, herhalde bu kitaptan iyi para kazandın.
Gazeteci dudağını büker:
- Bütün kazandığım, bir fotoğraf makinesi ve 3 objektif.
- Yahu çok az kazanmışsın.
Konuksever durur mu, hemen taşı gediğine koyar:
- Sayın Demirel, demek ki fazla etmiyormuşsunuz.
Demirel sesini çıkartmaz ama keyifli bir kahkahayı da esirgemez Konuksever'den.
Kelaynakların simgesi bir gazeteci
Yeryüzünde yalnız Birecik'te, Fırat Vadisi'ni çeviren kayalarda yaşayan kelaynak kuşu gibi nadir bulunan, güzel bir insan Ergin Konuksever.
1955 yılında Vatan'da gazeteciliğe başladığı günden itibaren her belalı haberde o vardır. Gözünü budaktan esirgemez. Eşkıya avı için dağlara tırmanır. Irak - İran savaşında ateş içine dalar. Kıbrıs harekatında yaylım ateşi altında, tankın üzerinde fotoğraf çeker. Filmleri gazetesine yetiştirmek için mayınları temizlenmemiş yollardan Türkiye'ye gidecek helikoptere ulaşmaya çalışırken sırtından kurşunlanır. Rumlara esir düşer. Ameliyat olmak için getirildiği hastanede Türk olduğu duyulunca, linç edilmekten zor kurtulur. Babıali'de çalışmadığı gazete kalmayan, arşivi atlatma haberlerle dolu olan Ergin Konuksever'in öyküleri öylesine çok ki... Anlatacaklarımız bunların sadece birkaçı.
Hem kovulma hem Altın Kalem ödülü!
Demokrat Parti'nin devamı olan Adalet Partisi 15 Ekim 1961 seçimlerinde büyük çoğunluk sağlayınca ordu sonuçtan hiç memnun olmaz. Başta 1. Ordu Komutanı Korg. Cemal Tural olmak üzere; İstanbul Valisi Korg. Refik Tulga, general ve amiraller Fikret Esen, Faruk Gürler, Celal Eyiceoğlu, Kemal Kayacan, kurmay albaylar Doğan Özgöçmen, Recai Baturalp, Emin Aytekin, Vecihi Akın'ın da dahil olduğu 38 üst rütbeli subay 21 Ekim 1961'de imzaladıkları protokolde, Meclis toplanmadan önce duruma fiilen müdahale edeceklerini bildirirler. `21 Ekim Protokolü'nün Ankara ayağı ise Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ve arkadaşlarıdır. Ancak bu darbe kararı bir süre ertelenir.
Aynı kadro bu kez 9 Şubat 1962'de bir darbe kararı daha alır. 22 Şubat gecesi bu kadrodan sadece İsmet İnönü'nün hedef tahtası haline gelen Talat Aydemir ve arkadaşları darbe girişiminde bulununca tasfiye edilirler. Bu sırada Yeni Sabah gazetesinde çalışan Ergin Konuksever, `21 Ekim Protokolü'nü ele geçirir. Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen haber 8 sütun manşetten verilir. Konuksever'in keyfine diyecek yok ama birkaç gün sonra `hükümet baskısına' karşı çıkamayan Sefa Kılıçlıoğlu
telefon edene kadar:
- Sen benim gazetemde ihtilalcilerin sözcülüğünü yapamazsın. Ben adamın anasını bellerim.
Sevinci kursağında kalan gazeteci öfkeden çıldırır:
- Kilitli ve demir kapılar arkasından sen benim anamı belleyemezsin. Şimdi yanına geliyorum.
Konuksever bir solukta yukarı çıkar ama demir kapılar kilitlidir. Aşağı iner, haberin gazetede yayımlanmasına `olur' veren Genel Yayın Müdürü Hakkı Devrim, Yazı İşleri Müdürü ise Nezih Demirkent'tir. Onlar Konuksever'i savunmazlar, kovulma mektubunu uzatırlar sadece.
Aradan 1.5 yıl geçer. Bu kez Hakkı Devrim, Nezih Demirkent ve Nezihe Araz'ın şahsi eşyaları gazetenin patronu Sefa Kılıçlıoğlu'nun emriyle kapının önüne konur ve yukarı çıkmalarına izin bile verilmez...
Konuksever ise atılmasına neden olan haberle Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın `Altın Kalem' ödülünü kazanır!
Tural Paşa'ya `kırat'!
Cemal Tural'ın İstanbul 1. Ordu Komutanı ve Genelkurmay Başkanı olduğu 60'lı yıllar. Paşa spora, hele hele ata binmeye çok meraklı. Bu tutkusu bilindiği için Tural'a `Viyole' isimli beyaz bir at tahsis edilir.
Tural bir taraftan `kırat'a biner, bir taraftan da askerlerle yaptığı konuşmalarda CHP'ye oy verilmesini ister. Zaman içinde aynı Tural, (belki de o rütbede kalabilmek uğruna) bu kez AP'ye yanaşmaya başlar. Adalet Partisi'nin amblemi `kır at.' Acar gazeteci Ergin Konuksever, bu fırsatı kaçırır mı? Hemen Ayazağa'ya gidip, Tural'ın `kır at' üzerinde fotoğrafını çeker. O sırada sıkı muhalefet yapan Malik Yolaç'ın Akşam gazetesinde fotoğrafla birlikte `En çok kır at seven Genelkurmay Başkanı Tural ona biniyor' başlıklı bir yazı yayımlanır.
Kapıdan kov, bacadan gir
Tural'ın çilesi bitmez. Paşa'nın Çapa'ya kan vermeye gideceğini haber alan Konuksever, hemen hastaneye koşar. Tural gazeteciyi görünce, `Yine mi sen' diye kükrer.
Konuksever omuzunu silker:
- Ne yapalım, işim bu Paşam.
Paşa hırsını alamaz, bağırır:
- Bana bak, çok iyi kalem kullandığını mı sanıyorsun? Herkes bu ülkede alıştığını kullanırsa ne olur biliyor musun? Mesela biz alıştığımızı kullanırsak neler olur?
Gazeteci hiç lafın altında kalır mı:
- Paşam ben çok iyi kalem kullandığım iddiasında değilim ama siz alıştığınızı kullanın. Bakalım kaç kişi arkanızdan gelecek?
Aşırı sinirlenen Paşa tansiyonu 22'ye fırladığı için kan veremeden hastaneden çıkarken karşısına yine Konuksever çıkar:
- Paşam, biz adamı hasta da ederiz.
Ertesi günü Akşam gazetesinin manşeti ise şöyledir:
- Biz de alıştığımızı kullanırsak ne olur?
Aradan zaman geçer. Tural Paşa, Demirel hükümetinin ani bir kararıyla önce Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınır, sonra da emekliye sevk edilir.
Günaydın'daki `hazin' son
Günaydın gazetesinde de başka bir haksızlığa uğrar Ergin Konuksever.
Genel Yayın Müdürü Necati Zincirkıran, Kıbrıs harekatından yaralı dönen ama her şeye rağmen dinlenmeyi düşünmeyen Konuksever'i bir gün odasına çağırır.
- Ergin, bir firma gazetenin sahibi Haldun Simavi'yi Alaska gezisine davet etti. Haldun Bey gitmez. Sen de çok yoruldun. Alaska'ya git, dönüşte de Almanya'daki güreş şampiyonasını izlersin.
Her gece rüyasında savaş sahneleri görüp, kan ter içinde uykusundan sıçrayarak uyanan Konuksever, teklife sevinir. Belki atmosfer değişikliği sinirlerini yatıştırabilir. Gazeteden 3 bin
dolar harcırah aldığı gibi Alaska ve Almanya'ya gider. Dönüşte de izlenimlerini 15 gün sürecek yazıya taşır. Röportajları başarılı bulan Genel Yayın Müdürü, Konuksever'e 10 bin lira prim de verir. Konuksever keyiflidir ama bir gün Zincirkıran onu odasına çağırana kadar:
- Haldun Simavi gezi karşılığı böyle bir röportajın yayımlanmasına çok sinirlendiği için seni kovdu.
O sırada ve bugün de, firmalar gazetecileri birçok yere davet eder. Günaydın'dan Rahmi Turan, Akgün Tekin, Mazlum Göknel, Ahmet Vardar da bu tip gezilere giderler. Röportajları da gazetede yayımlanır ama `nedense' piyango Konuksever'e vurur. Gazeteci kükrer:
- Siz benim gitmemi istemediniz mi? Röportajları da gazetede yayımlamadığınız mı? Hatta başarılı buldunuz ki, bana 10 bin lira prim de verdiniz. O zaman aklınız neredeydi?
Zincirkıran öfler, püfler ama sesini çıkaramaz. Konuksever, `bu olayın hesabını elbet bir gün sorarım' diye bağırarak gazeteden ayrılır.
Onun gazeteden kovulduğu gece Günaydın gazetesinin patronu Haldun Simavi'nin küçük oğlu Süleyman, silahını temizlerken yanlışlıkla ağabeyi Sedat'ı vurarak, ölümüne neden olur...
Mitterrand da dayak yedi
Bir süre de Hürriyet'te çalışan Konuksever, Günaydın'daki arkadaşı Füsun Arsan'dan (Mutlu), Fransız muhalefet partisi liderinin geldiğini öğrenince Park Otel'e giderler. İki gazeteci de, Fransız liderin ismini bile bilmedikleri için resepsiyondaki görevliden yardım isterler. Görevli de, tam o sırada güzel bir kadınla birlikte kendilerine doğru gelen mavi kazaklı adamın Fransız muhalefet partisi lideri olduğunu söyler.
Konuksever iki kare çeker ki, beyninde bir yumruk patlar. Gazeteci durur mu, fotoğraf makinesini bir tarafa bıraktığı gibi o da adama yumruk atmaya başlar. Araya girenler onları ayırır. Barış çubukları yakılır, balkonda beraber çay içerler. Hürriyet gazetesinde ise küçük bir fotoğraf yayımlanır.
Konuksever'den dayak yiyen ise yıllar sonra Fransa'nın Cumhurbaşkanı olan Fran çois Mitterrand, yanındaki de gayrimeşru kızı Mazarine'nin annesi Anne Pingeot'tir...
Haberin yayımlanması için diğer meslektaşlarından `farklı' davranıp, işadamlarının zarf içinde verdiği paraları kabul etmeyen, 19 Şubat 1968'deki `Kanlı Pazar' olaylarında ülkücüler tarafından dövülen gazeteci arkadaşını hayatı pahasına kurtaran, öğrenci olaylarında çektiği fotoğrafları polise satmayan, haberlerinde tarafsızlığı koruyan bir güzel insan Ergin Konuksever.
O; dürüstlüğün sembolü, bir renktir Babıali'de.