Sosyal mesafelendirme hayatımıza girdi hem de ne kadar heybetli bir giriş. Ne zaman hayatımızdan çıkar bilinmez ama uzunca bir süre gündemimizde olacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Sosyal mesafelendirme mi, mesafeli sosyallik mi? Sosyal mesafelendirmede vurgu mesafelendirme üzerine oysa mesafeli sosyallik de vurgu sosyallik üzerine. Sosyallik çevremizle, dostlarımızla, ailemizle, mahallemizle, iş arkadaşlarımızla bir arada olma ve paylaşma ihtiyacımızı karşılamak, sohbet etmek, dokunmak, sarılmak, birlikte dertleşmek ağlamak demek. Her birimiz için farklı derecelerde ama her zaman gerekli bir resilience metodu. Zorluklarla baş ederken diğer insanlarla bağlantılara gerek duyuyoruz gücümüzü ordan alıyor veya veriyoruz. Bu nedenle mesafeli olarak da olsa sosyalliği devam ettirmek dostları arkadaşları sevdiklerimizi aramak çok ama çok değerli bir reçete.

Haberin Devamı

Şimdi derdim günde onlarca defa duyduğumuz odaklandığımız sosyal mesafelendirme ile kelime oyunu yapmak.

Sorum şu: Sosyal mesafelendirmeyi kendimize karşı kullanmamız mümkün mü? Bu da nerden çıktı! Diyebilirsiniz. Veya niye gerekli?

Günlerdir farklı online konuşmalara, uzman görüşlerine, TED Talks’lara giriyorum. Bu sabah Eat, Pray, Love kitabının yazarı Elizabeth Gilbert ile yapılan bir röportajı dinlerken “cesaret” kelimesini çok duydum. Gilbert, hayatta korkularımızın, endişe, kaygı, öfke gibi zorlayan duygularımızın üstüne cesaretle gitmek ve orada olan bitene bakmaya gönüllü olmaktan bahsediyordu ve içinde bulunduğumuz bu zamanların da bu kendimizle baş başa kalma ve duygularımıza bakma adına ideal bir fırsat sunduğunu belirtiyordu. Bunları duymak beni kendi cesaret hikayelerime geri götürdü diyebilirim. Korktuğum pek çok şeyi denemek ile ilgili bir merakım oldu benim hep. Sahne korkusu, karanlıkta yüzme korkusu, hiç bilmediğim bir konuda eğitime başlama korkusu bunlardan bazıları. Ve evet hep de korkuyu ilgiye meraka ve sonra sevgiye nasıl çeviririm diye bakmaya çalışanlardanım. Son beş senedir mindfulness pratikleri yapıyorum ve eğitmenliği ve koçluğu. Bildiğim bir şey var ki bütün o hazırlıklar işte bu zor günler için. Hiçbirimiz için hiçbir şey için geç değil, niyetimiz ve seçimlerimiz önemli. Eğer niyet edersek içinden geçtiğimiz bu süreçte, evde sıkılmak veya aşırı dolu olmak arasında bir yerlerde kendi öz bakımımızı yapmak adına vakit ayırabilir miyiz? Belli ki kendimize bakmak ve şarj etmeyi önemsemezsek, gücümüzü bulmak gündemimize bomba gibi düşebilir. Belki kısa süre sonra hem kendimize hem başkalarına daha fazla yardım etmemizi gerektiren durumlar oluşacak. O enerjiyi nerden bulacağız, bulsak nasıl sürdürebilir kılacağız?

Haberin Devamı

Bu aşamada ortaya kendimizle sosyal mesafelendirme olgusunu atmak isterim. İnsan olarak pek çok farklı duygu durumu yaşıyoruz, zihnimizden binlerce düşünce geçiyor ve bedenimizde fizyolojik olarak pek çok his, semptom oluşuyor. Bunlar normal zamanda bile olumludan çok olumsuz iken böyle bir belirsizlik ve tehdit sürecinde iyiden iyiye iç karartabiliyor. Medya ve sosyal medya ile bulaşıcı hale gelebiliyor, büyüyor, derinleşiyor ve biz de içinde kaybolabiliyoruz. İşte bu kaybolma zamanlarında mindfulness kendimizle aramıza mesafe koymaktan, bir gözlemci moduna geçmekten bahsediyor. Kendi kendimize, “iki üç adım öteye git ve bana oradan bir bak, bende neler oluyor, tüm bu duygu ve hislerin bana bir mesajı var mı, ben ne yapmak istiyorum, neden böyle hissediyorum” gibi bir yaklaşımı öneriyor mindfulness. Bu günler bunun için çok iyi bir ortam sunuyor. Bunu yapabilmek kendimizi gözlemlemek için çok uzun saatlere ihtiyaç duymuyoruz, sadece buna niyet etmek, dikkati kendimize duygu, beden ve düşüncelere getirmek ve bundan çıkan farkındalık ile ne yapacağımıza karar vermek. Hatta karar bile vermeden sadece farkında olmak etiketlemek ve bunları park etmek. Bu farkındalığı bir şeye çevirmek istemek ise kabul etmekle başlıyor. Kendimizi duygularımızı ruh halimizi kabul etmek, yargılamadan, nazikçe ve arkadaşça bakabilmek görebilmek. Gözlerimizi içimize çevirmek için evet sessizliğe evet yalnız kalmaya gereksinimimiz var. Ve göreceklerimize biraz cesaret biraz merak duymaya da. Olanı olduğu gibi fark etmek ve sonra yola koyulmak.

Haberin Devamı

Kendine Sorular Sor!

Zor zamanlarda genelde bir ya da birkaç düşünceye saplanıp kalıyoruz. Hep aynı düşünce yapısı çevresinde dönüp durabiliyoruz, bu da tabi ki bizde olumsuz duyguları tetikliyor. Veya tam tersi, duyguların yarattığı olumsuz düşüncelerin çevresinde dolanıyoruz. Böyle zamanlarda aklımızdan çıkmayan düşünceleri tek tek ele alıp aşağıdaki soruları sormak yardımcı olacaktır:

- Bu düşünce doğru mu?

- Bu düşüncenin kesinlikle doğru olduğunu nerden biliyorum?

- Bu düşünceye inandığım zaman nasıl tepki veriyorum, bende neler oluyor?

- Bu düşünce olmadan ben nasıl biri olurdum? Hayatımda neler olurdu?

- Bu düşüncenin yerine hangi olumlu düşünceyi koyabilirim?

Mesela gelecek ile ilgili düşüncelerin gerçekleşeceğini aslen bugünden bilmiyoruz. Felaket senaryoları ne kadar geçerli olacak elimizde kanıt var mı? Oysa henüz olmamışları düşünmek nabzımı hızlandırıyor, başımı ağrıtıyor, ellerimi terletiyor olabilir. Bu gelecek düşüncelerinin yerine neleri koyulabilirim? Şimdi sağlıklı, iyi, dengede ve güvendeysem bu düşünceyi odağıma koyabilir miyim?

Kısaca sosyal mesafelendirmeyi olumlu bir birlikteliğe döndürsek de bu günlerden gelişerek öğrenerek çıksak ne dersiniz!

Sibel YÜCESAN