27.05.2008 - 00:22 | Son Güncellenme:
Asu Maro - Bir Portre
Genelde anneler ve kızlarının rüyalarını aynı erkek süslemez ya, Yetkin Dikinciler bu mertebeye eriştiği yetmezmiş gibi anneannelerin de gönlünü fethetmiş bir adam. Üstelik kalp kazanmak için parmağını kıpırdattığını gören yok, sakin sakin işini yapıyor. İyi oyuncu, ilkeli, doğru düzgün bir insan, o kadar. Az şey mi? ‘Aile terbiyesi’ denen şeyin hakkını teslim ediyor insan Dikinciler’e bakınca...
Ümit vaat eden bir futbolcuyken ‘hayta mı olacaksın’ diye Kuleli’ye yazdırılan asker emeklisi bir babayla Kızılay hemşiresi annenin tek çocuğu olarak 15 Ağustos 1969’da İstanbul’da dünyaya gelir Yetkin Dikinciler. Aksaray’da Vatan Caddesi’ne nazır bir mahallede... Teorik olarak tek çocuktur ama. Yoksa teyzeler, dayılar hep bir apartmanda oturduğundan kuzenleri kardeşleri gibidir. Üzerinde büyük emeği olan, onu ‘çakır gözlü oğlum’ diye seven ebe anneannesi de ikinci annesi.
Felsefe bölümünü kazanır
Okul çağına kadar her subay çocuğu gibi diyar diyar dolaşır; Ağrı, Erzurum, Yozgat, Ankara, Trabzon... Hayalperesttir, biraz da dalgacı... Çocukluğundaki ‘oyun coşkusu’ ileride sahneyi seçmesinin de nedeni olacaktır.
Şehremini Lisesi’ni 1.94’lük boyundan ötürü en arka köşede oturup uyuklayan, tembel bir öğrenci olarak bitirir. Hatta kendisine ve hayata dair sorular soran bir çocuk olarak İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’nü kazandığı için ‘azat’ edilir okuldan.
Ama öteden beri ‘kol faaliyeti’ olarak sürdürdüğü tiyatro üniversitede de bırakmaz peşini. Çarşamba günleri okula gelip öğrencilerle çalışmalar yapan Yıldız Kenter, “Sen bu işi düşünmez misin Yetkin?” der bir gün... “Lütfen yap!”
Yıldız Kenter’den teklif
Yetkin Dikinciler o gün bu temenniye minnetle ve “Ben okulumdan çok memnunum, cesaret edemem buna” diye yanıt verir ama aklına bir ‘acaba’ düşer. Derken Mehmet Birkiye ve Celal Kadri Kınoğlu’nun da etkileriyle üçüncü sınıfta edebiyat fakültesini bırakıp konservatuvar sınavına girer.
Artık Mimar Sinan öğrencisidir. Hocaları Oğuz Aral ilk derste sorar: “Neden tiyatrocu olmak istiyorsunuz?”... Ve işittiği ‘ulvi’ amaçlara cevabı “Hepiniz yalan söylüyorsunuz!” olur; “Hepiniz ışığın altında olmak istiyorsunuz, alkışları duymak istiyorsunuz. Onun için buradasınız. Şöhret olmak için!”
Tiyatroyla tatmin edici bir şöhret yakalamak ne derece mümkündür tartışılır ama Yetkin Dikinciler bu anlamda hiç sıkıntı çekmez. Okuldayken cep harçlığını çıkarmak için Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oynamaya başlamış, mezun olunca Antalya Devlet Tiyatrosu’na, oradan da Diyarbakır’a gitmiştir. Dört yıl kaldığı Diyarbakır’da yolda yürüyemeyecek kadar ünlüdür artık.
1999’da İstanbul’a tayini çıkar. Ama ismi, İstanbul’a ulaşmadan sınırları aşıverir. Ünlü tiyatro adamı Theodoros Terzopoulos’un Attis Tiyatrosu’yla uluslararası yapımlarda yer almaya başlar.
Aynı dönemde Turgut Yasalar’ın filmi “Leoparın Kuyruğu” ile sinemaya da adım atar. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda tez zamanda çoğu kadınlardan oluşan sadık bir izleyici kitlesi edinir. “Kısasa Kısas”, “Ayrılık Müziği”, “Haydutlar”, “Bu Bir Rüyadır“, “Ölüm ve Kız”, “Kaygusuz Abdal”, “Müfettiş”, “Dünyanın Ortasında Bir Yer”...
Hiç boş kalmaz tiyatroda. Kendisine en sık sorulan soru “Fiziğinizin bu rol için dezavantaj olabileceğini düşündünüz mü?” olur. Düşünmemiştir, düşenecek vakti olmamıştır, hep sahnededir zaten. Ve boyu 1.94, kilosu 100 olan bir adam olarak her rolün altından bal gibi kalkar.
Keyif kariyerimin zirvesi
2002 yılında “Seni Yaşatacağım” adlı bir diziyle adım attığı televizyonla pek sıkı fıkı bir ilişkisi olmaz. Pek uzun ömürlü olmayan birkaç dizide oynar ve sıra gelir yönetmeni gibi onun da hayatında bir dönüm noktası olacak sinema filmi “Babam ve Oğlum”a...
Fikret Kuşkan’ın biraz saf ağabeyi Salim’i büyük bir sadelik ve samimiyetle oynayan bu kocaman adam, kendisini sahnede izleyenleri bile şaşırtır. Merak edilen, Çağan Irmak’ın onu böylesi bir rolde nasıl hayal edebildiğidir. Tiyatro izleyen bir sinema yönetmeni olarak Irmak, Dikinciler’i 1999 yılında “Ayrılık Müziği”nde izlemiş ve bir kenara yazmıştır besbelli. Fiziği dezavantaj olmuş mudur peki? Asla!
“Keyif kariyerimin zirvesi” dediği Salim’in ardından hayal gücü pek geniş olmayan yönetmenlerden gelen benzeri rolleri tabii ki reddeder ve “Gözyaşı Çetesi” diye bir dizide mafya babasını oynar. Nasıl içindeki saf taraflardan Salim’i yarattıysa, bu kez de öfkeli yanlarından Cevahir’i yaratır.
Artık şöhreti tiyatro izleyicisini aşmıştır ama onu işi dışında bir alanda görmek mümkün değildir. Tek bir istisnası olur bunun, iki buçuk yıl evli kalıp boşandığı Esra Akkaya’nın bir aşk üçgeniyle gündeme gelişi...
Kudret Sabancı - Sanem Çelik - Esra Akkaya meselesinin tartışıldığı bir programda kendi fotoğrafını görür bir sabah. Telefonla bağlanıp fikir beyan etmesi beklenmektedir... Bir kez daha dehşete düşer parçası olmadığı bu oyunun yapışkanlığı karşısında...
Hem başarılı hem ünlü
Bu arada fiziğinin gerçekten ‘avantaj’ olacağı rol çıkar karşısına: Nâzım Hikmet! Onu ilk kez sınıf arkadaşı Devrim Nas’ın annesi ‘Semra teyze’ benzetmiştir şaire. Nitekim gün gelir, “Mavi Gözlü Dev” perdede canlanır ve Yetkin Dikinciler kendisi bile şaşırır aynada yüzünü görünce.
“Hayata karşı Nâzım okuyan” biri olarak onun için büyük gurur vesilesidir kendi ülkesinde Nâzım’ı oynamak...
Nâzım’ın ardından bir mahalle kabadayısını oynadığı “Eşref Saati” ve katıksız bir kötü adamı oynadığı “Ulak” filmi gelse de o hâlâ “Mavi Gözlü Dev” olarak peş peşe ödüller almaya devam ediyor. Ankara Film Festivali ve Sadri Alışık Ödülleri’nin ardından ÇASOD da Yetkin Dikinciler’i en iyi erkek oyuncu seçti.
Kimse hakkında tek söz etmeden, kendi kendisini övmeden, bir İstanbul beyefendisi kalarak hem başarılı hem ünlü olunabileceğinin canlı örneği Dikinciler.
“Babam ve Oğlum”la gelen şöhreti “Tezgâhta elma olarak öne çıkarılmak” diye tanımlamıştı vaktinde. Prim yapan çürük elmalar diyarında arada da bir kırmızı elmanın tezgâhın önüne çıkması umut veriyor insana...